Mibzerin verdiği ders
Ferhat Bey İstanbul’da bir üniversitede akademisyendi. Uzun yıllar kendisini bilme adamış, birçok başarılı hizmetlere imza atmış değerli bir hocaydı. Ama son zamanlarda tüm hevesi, heyecanı iyice azalmıştı. İçini bir karamsarlık kaplamıştı. Bir hafta sonu eşine, çocuklarına bile haber vermeden doğdu yer olan Erzincan’a gitti. Oradan da doğduğu yer olan babasının dostlarının bulunduğu köye gidecekti. Uçakta uzun uzun düşündü. Hatta içinden kendi kendine konuştu:
“ Yıllardır kendimi bilme adadım da ne oldu. O kadar
konferanslara gittim, tebliğler sundum, makaleler yazdım da ne oldu? Hiçbir
ilerleme yok. İnsanlar yine bildiklerini okuyor, dünyaya daha fazla sıkı sıkı
sarılıyorlardı. Sizin söylediğiniz sözler eğer karşınızdakine maddi bir
karşılığı varsa sizi dinliyorlardı. Ya da bir hemen kullanılacak bir fayda
varsa onlar için değerliydiniz. Yoksa yaptığınız onca bilimsel çalışmanın
hiçbir değeri yoktu. “
Ferhat Bey’in en büyük bir diğer üzüntüsü ise başlangıçta
eşi ve çocukları da kendisini desteklerken daha sonra artık onların da bakışı
değişti. Baba neden daha fazla para kazanmıyorsun? Neden birçok kuruma
danışmanlık yapmıyorsun? Şunu yapsan bunu yapsan diye onu bilimden uzaklaştırma
tavsiyesi yapıyorlardı. Ferhat Bey’in en çok da bu gücüne gidiyordu “ Aman
Allah’ım bilim eğer para getiriyorsa mı değerliydi? “ diye düşünüyordu.
Uçaktan iner inmez hemen kiraladığı bir araçla doğru köyüne
gitti. Yıllardır tanıdığı ve her Cuma mutlaka aradığı Rıza Amcasını buldu. Onu
çocukluğundan beri severdi. Kararını vermiş tası tarağı toplayıp, köyde
yaşayacaktı. Bırakacaktı insanlarla uğraşmayı. Burada bir ev tutup tek başına
yaşayacaktı. Her ne kadar böyle dese de buna kendisi de inanmıyordu aslında…
Rıza Amcası ile uzun uzun konuştu. İçindekileri bir güzel anlattı. Rıza Amca
ise dinledikten sonra: “ Hadi Ferhat Hocam gel bak sana bir alet göstereceğim,
”dedi. Onu mibzer denen bir aletin
yanına götürdü. Buğday, arpa, yulaf, ayçiçeği, mercimek, nohut, fasulye ve
benzeri tohumlar ile gübreyi sıraya, istenilen miktar ve derinlikte kesintisiz
olarak toprağa bırakan bir aletti bu. Traktörle asılır ve çekilen bir makineydi
bu. Rıza Amca : “ Bak Ferhat Hocam, bu makinenin adı mibzerdir. Bunun görevi
içine ne konulursa konulsun sadece düzgün ve istenilen derinlikte, istenilen
mesafede tohumu toprakla buluşturmaktır. Eskiden bilirsin belki, belimize bir
bez bağlar. Elimizle tohumu, gübreyi atardık. Bazı yere düşer, bazı yere düşmez
bazı yer az düşer bazı yere de çok düşerdi. Ama şimdi mibzerle tohumla toprak
buluşuyor artık. Bu makine hiçbir zaman şikâyet etmez. Yahu tohum ektim bitmedi
Ya da demez ki tohumları ben ektim ama bana bir teşekkür bile etmediler. Yani
kısaca mibzer sadece işini yapar, şikâyet etmez. İşte Ferhat Hocam sende işini
yapacaksın Allah’ın kullarını elinden geldiğince bilgilendirmeye devam
edeceksin. Sakın köye yerleşeyim deme. Doğru İstanbul’a mibzeri görevini
yapmaya devam. Resullah S.A.V efendimiz 13 sene Mekke’de kaldı. Bir gün dahi şikâyet
etmedi. Daraldığında Allah onu hep yanındaydı hatta miraçla müjdeledi. İşte
sende kendi miracını yaşa. Allah’ın sana verdiğinden sende insanlara gücün nispetinde
dağıt. “