Mihengi Kaybetmek

Seçim sonrası siyasi gündem hareketliliğini geride bırakırız derken, elbette öyle olmadı. Özellikle son bir kaç yıldır, devlet-millet-siyaset ilişkisine dayalı gündemlerle, popüler birçok eğlenceyi çok gerilerde bırakacak kadar içli dışlı oluyoruz. En azından magazinden başka gündemi olmayan bir Türkiye geçmişi olduğunu hatırlarsak, bu manzaranın “ciddiyet” ve bilgi adına daha fazlasını vaat ettiğini inkâr etmeyelim. Halkı memleket meselelerinden ve bunları irdelemekten uzak tutan kültür siyasetini büyük ölçüde aştık.

İç ve dış politikaya dair başlıklar, sıradan hayatlarımızla geçmişte hiç olmadığı kadar ilişkili. Hatta siyaset başlığı altında sıralanan yüzlerce hayati mesele, artık siyaseti aşan bir ağırlığı olduğuna ikna ediyor toplumu.

Çizgileri, sınırları, ilişkileri ve fiiliyatı hassasiyet gerektiren bir coğrafyaya aidiz. Mükellef olmasak da mecbur tutulduğumuz sayısız cereyanın geçiş hattı üstündeyiz. Yalnızca Türkiye'de değil dünyada olup bitene kulak kesilmeye şartlanıyoruz. Dünyadaki konumunu sürekli güncelleyen bir ülkede yaşamak, hepimizin üstüne bazı sorumluluklar yüklüyor; memnun olunsun ya da olunmasın… Ancak böylelikle bir idameyi paylaşmış oluyoruz.

Dijital çağın getirisiyle matbu basın eksisi kadar ilgi görmese de öteden beri gazetelerde yer alan meselelerin, en azından yayımlandığı gün içinde kendine has bir resmiyet kazandığı düşünülür. Basın-yayın organlarının birkaç istisna dışında neredeyse tamamı, içeriğini politika-spor-ilan verileriyle sınırlı tutmayı yeğliyor. Yukarıdaki panorama her ne kadar bunu gerektirse de çeşitliliğe ket vuran bir kısırlık hâkim. Bu kısırlığın ekstrası için tercihi magazin haberlerinden yana kullanılması da cehaleti körükleyen bir medya dili ortaya koyuyor.

Eğer ki farklı aktüel alanlara dair eğiliminiz yoksa ya sadece politik gündemle muhatap olacaksınız ya da içi dışı boş, yüzeysel dedikodular arasında gezineceksiniz!

Karşı çıkan sesler yeterince kalabalık olmadığından belki, bu döngüyü kıracak ve değişimi sağlayacak yeterli baskı oluşmuyor. “Trend” olanın peşinden giden ticarilik her sektör gibi basın yayını da kıskacında tutuyor. Şikâyetleri haklı bulsak, hani olur ya medya patronları da haklı bulsa; arz-talep döngüsünün yaptırımlarını caydırmaya kimsenin gücü yetmiyor. Çünkü gerçekten etkili bir talep söz konusu değil.

“Güzel”e adanmış bir sakinliğin tadını çıkarmanın, sanatın, belagatın, şiirin, hızı kıracak ve yürürken düşündürecek bilgeliğin, hayatı başka platformlarıyla hatırlamanın, izlemenin ve yaşamanın da mümkün olabildiği meselelerin ciddiyet taşıdığını hatırlatacak ve izah edecek bir çoğalıma muhtacız. Bu kadar çok yayın imkânına sahipken, ısrarcı bir kalite arzının özlemini çekmemiz, kaliteliyi tercih dürtüsünü yaygınlaştıramamamız ve yüksek kalite talebini hâlâ vücuda getiremiyor olmamız büyük çelişki.

Sosyal medya, tercihleri görünür kılmada oynadığı rol ile -“resmiyet” kazanmamasına ve veri sınanmasındaki sıkıntılara rağmen- seçenekleri çoğalttı, bu inkâr edilmemeli. Birçok insan birçok fikir insanını ve sanatçıyı böylelikle tanıdı, hiç değilse varlığından haberdar oldu. Artık iletişimde ve haber almada en aktif rolü üstlendiği için profesyonel medya alanının içeriği o kadar da umursanmıyor. Birçok kişi için genelden özele yapılan tercihli yolculukların başlangıç noktası oldu.

Oldu, ama nerede olgunlaşılacak? Ferdin kendi kültürel hazmını, toplumu dışlamadan dünya ile kurabileceği sağlıklı iletişimi, inandığını asaletle taşıma zaruretini, zıtlıkları yorumlama kabiliyetini nasıl geliştirecek? Sosyal medyanın bir insan havzası olduğu gerçeğine rağmen kıyasıya eleştirildiği bunca yönü varken, ideal olanın keşfi için yol haritasını kim çizecek?

Bu bir çağ sorunu.

Bilginin otoritesi Batı hattına kaydığından ve pusulamız şaştığından bu yana, iletişim, bilgi ve haber alma hatlarımız sahipsiz görünüyor. Bütün zamanlara yayılmış, temel düsturla ilerleyen medya oluşumu çabamız olmadığından asırlık yayınlardan da söz edemiyoruz.

Kaos mihengi kaybettiğinizde başlar. Çünkü herkes kendi doğrusuyla kavgaya karışır. Herkesin aynı şeyleri söylemeye çalışıp uzlaşamadığı bunca manzara bu yüzden var. Bu da demek oluyor ki kültürel yani yaşayışımızı ve alışkanlıklarımızın belirleyicisi olan mihenklerin keşfi ve hatırlanması en büyük işimiz.