Milletken kitle oluşumuz yani savruluşumuz
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz” diyerek başladığı şiirini; “Biz neyiz seyreyle artık bir de fikr et neymişiz” diyerek sürdürür milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy. Gurur ve hüzün duyguları arasında gidip gelen bir vatanseverin ıstırabı sinmiştir dizelerine. Ne acı bir talih ve ne kadar kesif bir savruluş; milletken kitle olmak. Ve şanlı bir tarihe hor ve hakir bakmak. Yerine sığ ve köksüz bir sahteliği kucaklamak.
Oysa bu iki kelime
birbirine ne kadar yabancı, birbirine ne kadar el. İsterseniz her iki kelimenin
de sözlük anlamlarına bakalım. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğüne, göre millet:
“Çoğunlukla
aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve
görenek birliği olan insan topluluğu, ulus.” Kitle ise: “Bir
yerde toplanmış, bir araya gelmiş insan topluluğu” (TDK, 2022) şeklinde
tanımlanmaktadır.
Millet demek; inanç, vatan, tarih, ideal,
kültür ve değerler demek. Oysa kitle bir yerde yani beton kaplı şehirlerde veya
uydu kentlerde bir araya gelmiş insan topluluğu demek. Bakın ne kadar uzak bu
iki kelime birbirinden. Millet demek kader birlikteliği yapmak demek;
Malazgirt’te, İstanbul’da; Çanakkale’de. Millet demek; yüce ideallere sahip
olmak ve bunlar uğruna yeri geldiğinde can vermek demek. Oysa kitle olmak için bunların
hiçbiri gerekmemektedir. Aksine milletten topluma savruluşumuzun altında da bu
istek yatmaktadır. Yani bizi bir arada tutan her neyse onu değersizleştirme,
susturma, yok etme çabası.
Kitle; yani
yönlendirilen, manipüle edilen, tüm gardı indirilen demek. Mana yerine maddeyle
teskin edilen; fenomen olmak, şöhret olmak gibi yüce ideallere sarılan nisyan
ile meşhur insanımız. Bugünkü hal-i pürmelalimiz (üzüntülü halimiz) bunların
bir yansıması değil mi? Üstat İsmet Özel’in söylediği gibi;
“Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı;
öğrendik
Şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir
biçimde
Külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz
yokuşu.”
Bugün hayata
eleştirel bir nazarla baktığınızda nasıl
kitleleştirildiğimizi görebilirsiniz. Tasarlanmış bir hayatın içinde
yaşıyoruz. İnançları, değerleri, kelimeleri,
duyguları, korkuları, alışkanlıkları hatta bedenleri dahi tasarlanmış insanlar
kalabalığıyız. İlahi tasarımdan bahsetmiyorum çünkü orada insanın ve
kainatın fıtratına aykırı bir durum yok. Fakat kendince ilahi tasarıma meydan
okuyan ve onu bozmak için çabalayan hadsiz bir sahte tasarım benim anlatmak
istediğim.
Bu büyük oyunun
(ulus devletlerini ve kimliklerini yok etme) bir yansıması olarak bizlere
armağan edilen yeni kavram “dünya
vatandaşlığı” kavramı. Dünya vatandaşlığı yani; hiçbir mukaddesatı,
mefkuresi, ortak ideali ve mazisi olmayan; yeni inanışlar, alışkanlıklar ve
yaşayışlar kazandırmaya müsait; ikna edilmiş ve kanıksamış bireyler topluluğu.
İnancından, kültüründen, değerlerinden, ailesinden koparılmış; köksüz ve
bağsız, rüzgarların merhametine muhtaç bırakılmış kuru bir yaprak. Fiziksel
görünümü, inancı, düşünceleri, duyguları ve alışkanlıkları tasarlanmış yeni
insan. Modern insan!
Merhum mütefekkir
Cemil Meriç, kültür ve değerleri
milletlerin manevi vatanları olarak görür ve şöyle der; “İrfanımızı
maziye bağlayan köprüleri berhava ettik. Her nesil, fetihlerini kendisiyle
beraber mezara götürüyor.” Üstada göre kurtuluş ancak “şuurla” mümkündür. Yani görünenin
ardındakini görmekle; ferasetle, gayretle, samimiyetle meydan okuyabilir, karşı
koyabiliriz bu istilaya. Ve toprakların istila edilmesinden daha tehlikeli olan
ise zihinlerin ve duyguların istila edilmesidir.
Sözlerime, belki
üzerimize alınırız temennisiyle bir ayet ile son veriyorum. “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a
inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı
olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.” (Âl-i
İmrân Suresi- 110. Ayet).
Vesselam…