31 Ağustos 2015

'Milli iradeyi yenilemek nasıl engellenir' konulu retorik!

Bengül Güngörmez

bengulgungormez@icloud.com

Politika irrasyonelliği kaldırmaz. Politika reel olana dayanmalıdır. Dayanmadığı takdirde bir ülke eninde sonunda felakete sürüklenir. Tarihte bunun çok sayıda örneği vardır. Mesela Nasyonal sosyalist hareket reel olana dayanmayan, toplumu belli bir hedefe doğru total olarak dönüştürmeyi hedefleyen romantik ve hayalci bir hareketti. Netice hem Almanların hem de Yahudilerle başka etnik azınlıkların korkunç cinayetlere kurban gitmesi olmuştur. Stalin'in Rusya'sında da durum farklı değildi.

Ütopyacı düşünce, ideolojiden hareketle oluşturulan zihinsel tasavvura bütün toplumu uydurma isteği milyonlarca insanın ölümüyle ve Gulag kamplarında köleleştirilmesiyle neticelendi. Elbette Batı rasyonalizminin bu suçlardaki payı büyüktür ama zaten Batı rasyonalizmi de reel olana, hikmete değil, metafizik bir temele dayanır. Heidegger bunu söyleyeli ve ifşa edeli çok uzun zaman oldu. Ülkemizde Heidegger'in Nasyonal Sosyalistlere verdiği destekten dolayı faşistliğinden dem vurup duranlar onun Batı felsefesinin bu temel argümanını nasıl yerle bir ettiğini ısrarla görmezden gelirler. Belki de felsefi derinliğe büyük çaba göstererek sahip olmak sloganlarla konuşmaktan daha zor geliyordur. Madem öyle biz de sloganla söyleyelim; yiğidi öldürün de hakkını yemeyin.

Geçmişe gitmekte fayda var. Sokrates, Antik dünyanın bu büyük filozofu çağının kafa bulandırıcı sofistlerini toplumu ikna etmek üzere felsefe yerine retorik yaptıkları için hedef alıyor ve derin felsefi iç görüsüyle onlara karşı çıkıyordu. Ona göre retorik sözcüklerle, felsefe ise kavramlarla yapılırdı. Retorikle, yani süslü sözler söyleyerek insanların dikkatini sadece nutuğa çekmek aslında onlara doğru olanı anlatmak değil, onları bir takım çıkarlar doğrultusunda kandırmaktı. Sokrates'e göre söyleyiş biçiminin söylenen şeyin anlamının ötesine geçmesi, anlamın doğruluğunu insanın sorgulamasının önüne geçebilirdi. Süslü bir şekilde sunulan sözün büyüsüne kapılmak, idrakimizi bulandırıp körleştirebilirdi.
Günümüzde maalesef bir Sokrates yok. Ama retorik bol. Öyle bir retorik ki reel siyaseti yapmak algı operasyonları sayesinde her geçen gün zorlaşıyor. Her gün şehit haberlerinin gazete sütunlarını kapladığı, evlerden acı dolu çığlıkların yükseldiği, PKK'nın iç savaş istediği ve bunun için Kürt Halkı'na sürekli çağrılarda bulunduğu, kendi kendine çeşitli yerlerde özerklik ilan ettiği, Doların üç bin liraya dayandığı, her dakika bir bombanın patlatılacağı korkusunun hakim olduğu, turizmin kötü gittiği ve işlerin durduğu, ulusal ve uluslararası yatırımların  aksadığı ve bir türlü koalisyonun kurulamadığı bir durumda peki reel olan nedir?


Reel olan, eğer seçim koalisyonu kurulamıyorsa cumhurun başına tanınan yasal yetkiyle bir an önce seçime gitmek çıkacak sonuca göre ülkenin bekası için bir hükümeti bir an önce kurmanın yolunu araştırmaktır. Milli iradeyi yenilemek suretiyle Türkiye'yi yeniden huzurlu hale getirecek ve ekonomiyi rayına oturtacak güçlü bir hükümeti oluşturmaktır. Fakat durum böyle mi?


Retorik bol. Bütün retorik milli iradeyi yenilemek için yasal prosedürü başlatması gereken kişiyi, yani Erdoğan'ı hedef alıyor. Bu öyle bir retorik ve süslü cümleleri ile insanı ayartarak öyle bir gerçekliği bulandırıyor ki bazen şaşırmaktan kendimizi bile alamıyor, sözün gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü dahi tartışamıyoruz. Bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ilgili her gün ortaya atılan yeni yeni iddialar insana vay be dedirttirecek cinsten. Mesela savaşı Erdoğan başlatmış. Suruç'taki bombayı Erdoğan patlatmış. Bu medyada öyle bir retorikle süsleniyor ki, Türkiye'ye yeni gelen biri, Erdoğan'ın çözüm sürecini başlatan ve sürdüren irade olduğunu bilmeseydi ya da bu ona hiçbir şekilde söylenmeseydi Erdoğan'ı savaş suçlusu olarak Birleşmiş Milletler'e hemen şikayet edebilir uluslararası mahkemelerde soykırımla yargılanmasını isteyebilirdi.


Benzer retorik 17 -25 Aralık operasyonlarında öyle bir işletildi ki, sanki her olayda mevzu, adı geçen şahısları ilgilendirmiyormuş gibi bütün yolsuzluğun baş sorumlusu Erdoğan ilan edildi. Seçimler oldu Ak Parti'nin oylarının düşmesinden Erdoğan'ın alanlara inmesi sebep gösterilerek Erdoğan suçlandı. Ama hiç kimse çıkıp da tersini iddia edemedi. Ya da ben duymadım: Erdoğan alanlara indiği için on üç senelik bir parti yine diğer her partiden daha fazla oy alma başarısı gösterdi! Bu tersi kadar doğru olamaz mı? Nasıl ispat ediyorsunuz peki kendi karşı argümanınızı?

Seçim sonrası koalisyonun kurulamamasından da muhalefetin sanki en yüksek oyu almış gibi acayip taleplerle gelmesi değil, Erdoğan sorumlu tutuldu. Bu arada az önce sözünü ettiğim retoriğe göre Suriye'deki savaştan da Erdoğan sorumludur yoksa dikta kurmuş, gerçek bir demokrasinin gereği olan çok partili hayata geçmeye izin vermeyen Esed değil. İŞİD'i de Erdoğan kurmuş. Yine paralel yapıyı her yere Erdoğan yerleştirdiği gibi, sınavlarda soruları çalan da Erdoğan'dır. Daha nice şey söylenebilir. Biraz mübalağada fayda var. Mesela bu sene çok yağmur yağdıysa sorumlusu Erdoğan olabilir. Yazın bu kadar sıcak geçmesinin, küresel ısınmanın sebebi de Erdoğan olabilir. Hatta evde kalmış kızlar Erdoğan'ı evde kaldıklarından(!) ötürü suçlayabilir. Ya da evliler eşleriyle mutsuzluklarını Erdoğan'ın kötü yönetimine bağlayabilirler.