Millî Mimarlık Akımı Çerçevesinde Ankara'daki Mimar Kemalettin Eserleri
Ankara Cumhuriyetin başkenti olarak Selçuklu/Osmanlı mirası olan ve izlerinin hala takip edilebildiği bir şehirdir. Bu katmanlara Cumhuriyet devri Türkiyesinin eserleri de eklenerek şehir hâlihazırdaki durumuna gelmiştir. Bu son evre içinde fevkalade dikkat çeken bir dönem olarak Millî Mimari akımının tarzı ve yapısı dâhilinde oluşan bir katman vardır. Bu akımın izleri hâlâ şehri bezemekte ve bu son derece güzel/ruhu olan eserler başkente derinlik katmaktadır. Bunlar içerisinde Mimar Kemalettin Bey’in tasarladığı fevkalade güzel, sağlam ve hâlâ hayatımıza hizmet etmeye devam eden yapılar cümlesi bulunmaktadır.
Millî
Mimari akımı nedir, neye niyetlidir? "Meşrutiyeti müteakip, Ziya Gökalp'in
neşriyatı tesiriyle başlayan milliyetçilik cereyanı, sanata ve bilhassa
mimariye sirayet etmiş ve bazı Türk mimarları gözlerini eski dinî ve klasik
eserlere çevirerek, aynen kopya ve tatbik suretiyle bir millî mimari vücuda
getirmek istemişlerdi?" Dönemin mimarları, Milli Edebiyat Akımına paralel olarak,
mimarlıkta da Millî Mimari Rönesansını ortaya koyma çabasına girerler. Amaçlanan,
Batılı akımların uygulanmasıyla tarihe karışan klasik sanatı ve millî mimariyi
ortaya çıkartmak ve yükseltmektir. Türkçülük akımının mimaride ifade bulmasıyla
ortaya çıkan ve 1908-1930 yılları arasında, yaklaşık 22 yıllık bir süreyi
kapsayan Birinci Ulusal Mimarlık dönemi, mimarlıkta Batılılaşma eğilimine ilk
ciddi tepkilerin gösterildiği, mimarinin yabancı etkilerden ve yabancı
mimarlardan arıtılmasına çaba harcandığı bir süreç olarak dikkat çeker. Birinci
Ulusal Mimarlık Akımı'nın ya da Osmanlı Neo-Klasizmi'nin ortak biçimlerine
özelliklerinde yabancı mimarların ve Batılı üslupların etkileri açıkça
görülebilmektedir. (Ali Murat Aktemur-Muhammet Arslan, Ulusal Mimarlık Akımı ve
İstanbul-Karaköy'deki Örnekleri https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/28492)”
Birinci Millî Mimarlık Akımı’nın en önemli
temsilcileri olarak Mimar Kemaleddin, Vedat Tek, Arif Hikmet Koyunoğlu örnek
verilebilir. Bu mimarların yapmış olduğu önemli yapılara da Vedat Tek’in Ankara
eski Büyük Millet Meclisi Binası ve Sirkeci Büyük Postane Binası (1905-1909),
Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Ankara Etnografya Müzesi (1925-1928) ve Türk Ocağı
Binası(1927), Mimar Kemaleddin Bey’in II. Vakıf Hanı (1928-1930) örnek
verilebilir. Bunlar içerisinde Kemalettin Bey Ankara’da bugün hâlâ güzelliği ve
değeri ile dikkat çeken bazı eserlerin mimarı olmuştur.
1870’de İstanbul’da doğan ve Ankara’da önemli
birçok esere imza atan Mimar Kemâleddin Bey, 13 Temmuz 1927 tarihinde Ankara
Palas’ın şantiyesinde yer alan evinde geçirdiği beyin kanaması sonucu ölmüştür. “Zavallı İstanbul! Son düşüş devrinde imar adı
altında ne cahilane, ne zalimane yıkıma uğradı… Üçüncü Selim´den sonra,
eski Türk sanatının incelik ve temizlikle milli ruh doğuran eserleri takdir
edilmedi; Batı tesiri altında batının bakış açışıyla kabalaşma başladı… Asırlar
içinde gelişe gelişe yüzey süslemesinin en kıymetli eserlerini üretmiş olan
koca bir sanat birikimi çirkin görülmeye başlandı ve neticede milli sanatımızı
yitirdik. Ziyan ettik, koruyamadık… Batı’nın seri imalatçıları karınlarını
şişirdiler ama aklımız başımıza gelmedi… Hatta onların memleketimize
döktüğü ruhsuz tek tip yapılar gözümüze güzel görünmeye başladı. Sonuçta bu
surette iktidarsız ve cahil halde kaldık…” ifadeleriyle kendi çalışma dinamiğinin
arka planı ve bağlı olduğu akımının fikir dünyasını da aksettiren Mimar
Kemalettin Bey pek çok müstesna esere imza atmıştır ki bu yazıda Ankara’da
vücuda gelmesini sağladığı ve hâlâ şehrin mimari yüzünün gülen siması halinde
olan eserlerini hatırlatmak istiyoruz.
Mimar Kemalettin’in Ankara Ulus’ta yer alan bugün Ankara Devlet tiyatrosunun merkezi olan, bir dönem Orhan Veli Kanık ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da yaşadığı Ankara Evkaf Apartmanı ilk dikkat çeken eserlerinden biridir.
Bu
binanın yapımı Milli mimari cereyanı çerçevesinde gelişen süreçte gerçekleşmiş,
projesi 1927’de çizilmiş, yapımı 1928’de başlayan bina 1930’da tamamlanmıştır.
Bugün Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu da bu bina içerisinde hizmet vermektedir.
Binanın 5. Katında Refik Ahmet Sevengil Tiyatro kütüphanesi yer almaktadır.
Orta Muallim Mektebi olarak kurulan bugün Gazi Üniversitesi Rektörlük binası olarak kullanılan yapı bir başka Mimar Kemalettin eseri olarak Ankara’yı süslemektedir. Cumhuriyet ile yaşıt bir bina olarak Milli Mimari devrinin müstesna bir eseri olarak 1927’de projelendirilen bina 1930’larda tamamlanmıştır. Gazi Terbiye Enstitüsü 1926 yılında Orta Muallim Mektebi adıyla Konya'da açılmış, Ankara'da 1927 yılında yapımına başlanmış olan merkez tamamlandıktan sonra, 1930 yılında Ankara Gazi İlk ve Orta Muallim Mektebi adıyla yeni yerinde eğitimini sürdürmüştür.
Ankara Palas Konukevi Mimar Kemalettin Beyin bu akımın diğer temsilcisi mimar Vedat Tek ile birlikte projelendirdiği ve yapı sırasında hayatını kaybettiği binadır. Altındağ ilçesi Ulus'ta İkinci Meclis Binası'nın tam karşısında yer alan bina, 1924-1927 arasında inşa edildi. İlk tasarımı Mimar Vedat Tek tarafından yapılmıştı. Sıhhiye Vekaleti’ne ait bir bina olarak yapımı başladıktan sonra mimarlık ücretinin ödenmemesi nedeniyle Vedat Bey’in işi bırakması üzerine Mimar Kemalettin Bey’in yeni tasarımına göre inşası tamamlandı. Mimar Kemalettin Bey, yapının inşası sürerken şantiyede hayatını kaybetti. Vakıflar İdaresi’ne devredilmiş olan otel, 17 Nisan 1928 günü 120 yatak kapasitesi ile hizmete girdi.
Bunların yanında Kemalettin Bey
Ankara Vakıf Evleri, Devlet Demiryolları Genel Müdürlük Binası ve Ankara İkinci
Vakıf Hanı yapılarını tasarlamıştır. Görüleceği üzere Başkent’te çok farklı
tarzlar ve kullanım alanları için tasarlanan binalardaki bütünlük yeni başkenti
kendi medeni tarzı olan bir güzellik ile bezemiştir. Bu üslup ve usulün
gelişerek Cumhuriyet devri şehirlerine aksedememesi modern mimari ve
şehirciliğimiz adına bir kayıptır. Geleceğin mimarlarına ise medeniyetçi
milliyetçi bir anlayışla bir şehrin nasıl düşünüleceğine dair bazı fikirleri
sessizce fısıldamaktadır.
Mimar
Kemalettin Bey imzası taşıyan bu üç bina Ankara’nın Kale’den başlayarak
Ulus’tan Sıhhiye istikametine gelişen tarihi mimari derinliği içerisinde
Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devrinin izlerini taşıyan yapılar cümlesinden
Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan Millî Mimari akımı dâhilinde ve
tarzında inşa edilen binalar olarak şehre hâlâ güzellik katmaya ve değerli
birer hazine gibi parlamaya devam etmektedirler. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki
bu mimari kendine özgü, yerli ve millî olanın haline güzel bir numune olarak
görülmelidir. Bunun sonrasında bu geleneğin sürdürülemeyerek şehirlerimizin
beton birer heyulaya dönüşmesini izlemek son derece üzücüdür. Mimaride millî ve
estetik bir havanın çok güzel örnekleri olan bu eserler bir ruhun ve tarzın
kendi devrinde medeniyetçi bir milliyetçiliğin somutlamış anıtları gibidirler. Yaşanabilir
ve sanat değeri taşıyan şehirlerin nasıllığı konusunda bu yapıların oluşturduğu
şehri adeta bir açık hava müzesine dönüştüren bu yapılar değerli
hazinelerimizdir. Dileriz şehirlerimizde mimari aklımız bu kabil hatırlamalar
ile kendiliği yönünde hamleler yapar da şehirlerimiz ruhu olan ve içinde
yaşamanın bir sanat müzesinde gezmek zarafetini tattırdığı zarif ve derinlikli
dünya şehirlerinden olmaya doğru ilerler. Ankara, başkentimiz, mimari tarihi
derinliğiyle buna çok namzet ve Cumhuriyetin bu manadaki gelişmelerini de
içermek hasebiyle dikkat çeken bir zemine sahiptir. Mimar Kemalettin ve
benzerlerinin bıraktığı bu bezemeli, ruhu olan, zarif yapılar hem yaşanılan
şehri bir sanat alanı kılmakta hem de burada yaşamayı bir ayrıcalık haline
getirmektedir.
Zavallı İstanbul! Son düşüş devrinde imar adı
altında ne cahilane, ne zalimane yıkıma uğradı… Batı’nın seri imalatçıları
karınlarını şişirdiler ama aklımız başımıza gelmedi… Hatta onların
memleketimize döktüğü ruhsuz tek tip yapılar gözümüze güzel görünmeye başladı…
Vesselam