23 Nisan 2017

Mührü yalan rüzgârı

Sümer, Mısır ve eski Yunan'daki antik örnekleri saymazsak Dünya tarihinin ilk gazetesinin 1605 yılında basıldığı söylenir. Sanıyorum bu 412 yıl içinde bütün dünyada Hürriyet Gazetesi'nin 10 Ekim 1996 Tarihli “yalan rüzgârı” manşetinden daha büyük ve bayağı bir gazetecilik skandalı yaşanmamıştır. Konuyu “rezalet” mefhumuna yükleyerek özetlemeyi düşünmemiz bile, bu kavramın nefesinin tükenmesine ve dizlerinin üstüne çöküp felç olmasına yetiyor. O tarihten beri aslında Hürriyet Gazetesi'nin içi dışındadır; zarfı da mazrufu da, damgası da mührü de “yalan rüzgârıdır”.

O zamanlar Hürriyet'in sahibi yine Aydın Doğan bilinir, genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök görünürdü. İkisi de sadece gazetecilik değil aynı zamanda bir insanlık durumu faciası olan bu manşetle ilgili hâlâ özür dilememiştir ve muhtemelen köselenin sadece ayakkabı tabanında kullanılan, işlenmiş öküz ve manda derisi olduğuna inanmaktadırlar. Öyledir yüzde yüz

Daha önce de gerek Hürriyet Gazetesi'nin gerek grubun yavru ve besleme yayın organlarının haber ve yazılarına dikkat çekmiş, hakikati bulandırarak gizlemeye ve gerçeği dönüştürerek operasyonel bir yarı mâmûl hâle getirmeye güdümlenmiş dillerine işaret etmiştim. Tanrıların işlerine yol açan bu kar küreyicilerin işlevinin de yalanı ve hezeyanı tahkim olduğunu belirtmiştim. Hele operasyon zamanlarında bu gazetenin her köşe yazısının, her haberinin istisnasız bütün satırlarını, narkozun nereden verildiğini, neşterin nereye vurulduğunu, pensin ne alıp ne bıraktığını, hangi organımızın çalınmakta ya da tahrip edilmekte olduğunu, iğne iplikle neyin kapatıldığını anbean izletecek bir monitör olarak kullanabiliyoruz. Üstelik efendileri olan ifritlerin zihinlerini, niyetlerini ve yol haritalarını berrak şekilde seyredeceğiniz sihirli bir küredir onlar… O tıslayan çatal dil, o vıcık vıcık ve kaygan anlam aslında ne kadar gevezedir ah bir bilseniz…

Mesela 20 Nisan 2017 Tarih'li Hürriyet Gazetesi'nin köşe yazarlarından herhangi birisinin yazısını inceleyelim. Mehmet Y. Yılmaz'ın “Damgasız oyların sayısı nedir” başlıklı yazısı örneğin…

Şöyle demiş;

DEVLET Malzeme Ofisi'nin, Yüksek Seçim Kurulu'nun talebi üzerine ihale açarak 450 bin adet, üzerinde “Tercih” yazısı bulunan mühür satın aldığını, Cumhuriyet'te Çiğdem Toker yazmıştı.

İhale şartnamesine göre, üretilecek mühürler, 10'ar binlik paketler halinde ilçelere teslim edilecekti. Hangi ilçeye ne kadar teslim edileceğine ilişkin bir döküm de şartnamede yer alıyordu.

Ama buna rağmen, referandumda birçok yerde üzerinde “Evet” yazılı mühürler de kullanıldı.

Bunun seçmende yaratacağı kafa karışıklığını(!?) bir kenara bırakıyorum.

Ama bu tablo bize şunu söylüyor: “Tercih” yazılı mühürlerin bir bölümü, sandık kurullarında değil, başkalarının elindeydi.”

 

Duralım burada! Söylenen her şeyi doğru kabul edelim ve soralım; kim bu başkaları? Mühür paketleri sevk edilirken diğerlerine karışmış, aslında bahse değmeyecek kadar cüzi miktarda “evet” yazılı mührü sehven sandıklara gönderen Yüksek Seçim Kurulu! O kadar! Bunun dışında bir isnatta bulunmak için herhangi bir belge ya da bulgu var mı? Hayır yok! Peki, bu “başkalarının elinde” şeklindeki muğlâk ifadenin maksadı ne? Sağ elleriyle saçtıkları hezeyanı sol elleriyle sulamak!

Hezeyanı tahkime devam ediyor Mehmet Y. Yılmaz;

Referandum için kaç adet fazla pusula bastırıldığını da bilmiyoruz, çünkü YSK artık doğrudan ihaleyle de işi istediği şirkete verebiliyor ve ihale sonucu da açıklanmıyor.

Geçen seçimlerde olduğu gibi fazla pusula basıldığını tahmin etmek de zor değil.

Bu fazla pusulalardan bir bölümünün, bir şekilde(!) üzerinde “Tercih” yazılı mühürlere sahip olan kişilerin eline geçmediğinin garantisi (??) de yok”

Kaos için mantıksızlık ve saçmalama üzerinden abese alan açma çabasını görüyor musunuz? Bir önceki adımda eline “tercih” yazılı mühürleri tutuşturduğu, aslında olmayan sanrısal kişilere bir adım sonra gerçeklik kostümü giydirip oy pusulaları teslim etmek hangi karanlık hedeflerin, heveslerin çöllerinde görülen seraptır? Bunları gerçekten en temel mantık kaidelerini bile kullanamayan ve zihnen meflûç ahmaklar oldukları için söylüyor olabilirler mi? Hamakat ya da ihanet dışında farklı bir seçenek görebilen var mı? Hâlbuki ve elbette “bu fazla pusulalardan bir bölümünün, bir şekilde üzerinde “tercih” yazılı mühürlere sahip olan kişilerin eline geçmediğinin” garantisi vardır. O da böyle bir şey olduğuna dâir bir belge, bulgu ve emâre olmamasıdır.

Sonra şu lâf ola torba dola lâkırtılara bakın. Böyle bir sahtekârlığı önleyecek mekanizma kanun ile kurulmuştu. Üzerinde sandık kurulunun damgası bulunmayan pusulalar ve zarflar geçersiz sayılacaktı.

Ama YSK, bir yetki aşımıyla kendisini kanun koyucu yerine koyup, kanunda açıkça yazılı olan bu kuralı, bir genelgeyle kaldırdı.

Şimdi referandumu şaibeli kılan da budur.”

Bu yaygaranın taşıyıcı ve çoğaltıcısı olan, yazan, çizen, söyleyen tüm unsurlarına şunu soralım; Size hem de yasal, filigranlı ve mühürlü bir, bin ya da milyon adet oy pusulası verilsin. Sadece önceden tespit edilmiş kayıtlı seçmenlerin, kimlik ve imza karşılığında, resmi görevliler ve bütün parti müşahitlerinin gözleri önünde, üstelik şeffaf sandıklarda oy kullanabildiği bir seçim düzeninde bu oyları sisteme sokmanız gerekiyor. Saat 17:00'de şeffaf sandıklar partili ve görevlilerin refakatinde açıldı, oylar tek tek her parti temsilcisinin onayından geçerek sayıldı, tutanakla ve ortak imzalarla kayıt altına alındı. Hangi sandık numarasından kime kaç oy çıktığı, anında, hem YSK'nın, hem her partinin sistemine işlendi. Tek bir tutarsızlık bile derhal bütün sistemin alarm sirenlerini çaldıracak. Şimdi elinizdeki  o oy pusulalarıyla uçak mı yaparsınız, gemi mi, kurbağa mı? 

 

İste bu yüzden sizin üzerinizde şaibe yok. Çünkü şaibe için şüphe gerekir. Sizin aslında ne olduğunuz ve ne yapmak istediğiniz hakkında hiç  kimsenin zihninde şüphe yok!