Müslümanların yönet/il/me sorunu
twitter.com/trenvekus
İslam dünyasında son iki asırdır çekilen sıkıntı ve acılar
pek çok sebebe bağlı olarak gelişti. Bu sebeplerin başında da hiç şüphesiz
Müslümanların kendilerini yönetememesi, yönetime katılamamaları ve üzerinde söz
sahibi olamamaları geliyor.
Bu durum Müslümanların kendi aleyhlerine gelişen sosyal
süreçlerin birbirlerini tetikleyen felaketlerin domino taşları gibi
sıralanmasıyla sonuçlanıyor.
Sözgelimi karar mekanizmasına etki edemeyen Müslümanlar
gündelik hayatlarında bunun sıkıntısını çekerken, çoğunlukta oldukları ülkelerde
bile ana akım siyaset karşısındaki itilmişlikleri yasadışı faaliyetlere dâhil
olmalarına, terör gibi kanlı yöntemlerle mücadeleyi benimsemelerine yol açıyor.
İster işgâl gibi dış müdahaleler, ister anayasal sebeplerle
olsun; IŞİD, Boko Haram gibi yapıların ortaya çıkışında ve şiddeti tercih
etmelerinde Müslümanların siyasi anlamda dışlanmalarının / kendilerini
dışlayacakları bir ortam oluşturmanın önemi yadsınamaz.
Müslümanları, bulundukları ülkelerdeki demografik varlıkları
üzerinden değerlendirdiğimizde; azınlık, salt çoğunluk ve mutlak çoğunluk
olarak sınıflandırmamız mümkün.
Müslümanların azınlık olarak hayatlarına devam ettikleri
ülkelerde siyasi bir ağırlıkları neredeyse yok. Bu durum, "en demokratik"
ülkeler olan Batı Avrupa ülkeleri için de böyle.
Müslümanların en yoğun yaşadığı Fransa ve Almanya'da dahi
Müslümanlar, her daim negatif bir tartışma konusu olmaları karşılığında
siyasete mümkün olduğunca uzak duruyorlar.
Güneydoğu Asya veya Afrika gibi coğrafyalarda azınlık olan
Müslümanların ise yönetime katılımları şöyle dursun, başlarına her an korkunç
felaketler gelebiliyor. Arakan ve Orta Afrika Cumhuriyeti en yakın örnekler.
Salt çoğunluğu elde ettikleri ülkelerde ise, muktedir olmaya
güç yetiremedikleri veya kimi zaman çok cılız şekilde temsil edildikleri
gözlemlenebiliyor. Bosna Hersek'in Dayton Antlaşması'yla kötürümleştirilmesi
veya yüzde 65'i Müslüman olan Burkina Faso'nun hükümet kabinesinde yalnızca bir
Müslüman bakan olması salt çoğunluğun Müslümanların siyasette temsiliyeti için
bir şey ifade etmediğini ortaya koyuyor.
Yüzde 55'i Müslüman olan Fildişi Sahili'nin ilk üç
cumhurbaşkanı olan Félix Houphouët-Boigny, Henri Konan Bédié, Laurent Gbagbo Müslüman
değildi. Bu örnekleri artırmak da mümkün.
Müslümanların mutlak çoğunluk durumunda oldukları ülkelerin
büyük çoğunluğu işgal görmüş oldukları için post-kolonyal yaptırımlara maruz
bırakılan, yöneticilerin dışarıdan belirlendiği siyasi ortamlara sahipler.
Dolayısıyla görünürde Müslüman figürler tarafından yönetiliyor olsalar da, pek
çok devlet eski sömürgecilere bağımlı hale getirilmiş haldedir.
Ortadoğu'yu krallıklar ve diktatörlükler yurduna çevirenler,
sömürgenin beşiği Afrika'da demokrasi görünümlü kukla devletçikler oluşturmayı
da başardılar.
Üstelik işgal sonrasında kurulan bu devletler ya Hristiyan
ya da Sosyalist liderler tarafından kurulmuşlardır. Yüzde 98'i Müslüman olan
Senegal'in Hristiyan bir aileden gelen sosyalist kurucusu Léopold Sédar Senghor'un
1960-1980 arasında ülkeyi totaliter bir sistemde yönetmiş olması oldukça
çarpıcı.
Bu yönetme usulleri, kurulan "establishment"ların, yerleşen
statükoların devamı için birçok askeri darbe ise, yine Müslümanları hedef alan şiddeti
ve zulmü doğurdu.
2015'in Afrika'da seçim yılı olacağı haberini okurken
genelde İslam Dünyası, özelde de Afrika ülkelerindeki Müslümanların yönet(il)me
sorununun ne kadar derin olduğunu düşündüm.
Bu yıl içinde Burkina Faso, Mali, Gine, Fildişi Sahili,
Tanzanya, Mali ve Kongo'da yapılacak seçimler buralarda yaşayan Müslümanlar
için sahi neyi değiştirecek?
Seçim için gerçek birer seçme hakkı veya ortamı söz konusu
olacak mı? Siyasete gerçekten katılacakları veya muktedir olabilecekleri güne
kadar ne yapacaklar?
Bu sorulara verilebilecek cevapların fulü olması veya hiç
olmaması, Boko Haram ve Şebab gibi örgütlerin palazlanmasına yetiyor.