13 Ağustos 2015

Müslümanların yönet/il/me sorunu

fatih_murat@hotmail.com

twitter.com/trenvekus

İslam dünyasında son iki asırdır çekilen sıkıntı ve acılar pek çok sebebe bağlı olarak gelişti. Bu sebeplerin başında da hiç şüphesiz Müslümanların kendilerini yönetememesi, yönetime katılamamaları ve üzerinde söz sahibi olamamaları geliyor.

Bu durum Müslümanların kendi aleyhlerine gelişen sosyal süreçlerin birbirlerini tetikleyen felaketlerin domino taşları gibi sıralanmasıyla sonuçlanıyor.

Sözgelimi karar mekanizmasına etki edemeyen Müslümanlar gündelik hayatlarında bunun sıkıntısını çekerken, çoğunlukta oldukları ülkelerde bile ana akım siyaset karşısındaki itilmişlikleri yasadışı faaliyetlere dâhil olmalarına, terör gibi kanlı yöntemlerle mücadeleyi benimsemelerine yol açıyor.

İster işgâl gibi dış müdahaleler, ister anayasal sebeplerle olsun; IŞİD, Boko Haram gibi yapıların ortaya çıkışında ve şiddeti tercih etmelerinde Müslümanların siyasi anlamda dışlanmalarının / kendilerini dışlayacakları bir ortam oluşturmanın önemi yadsınamaz.

Müslümanları, bulundukları ülkelerdeki demografik varlıkları üzerinden değerlendirdiğimizde; azınlık, salt çoğunluk ve mutlak çoğunluk olarak sınıflandırmamız mümkün.

Müslümanların azınlık olarak hayatlarına devam ettikleri ülkelerde siyasi bir ağırlıkları neredeyse yok. Bu durum, "en demokratik" ülkeler olan Batı Avrupa ülkeleri için de böyle.

Müslümanların en yoğun yaşadığı Fransa ve Almanya'da dahi Müslümanlar, her daim negatif bir tartışma konusu olmaları karşılığında siyasete mümkün olduğunca uzak duruyorlar.

Güneydoğu Asya veya Afrika gibi coğrafyalarda azınlık olan Müslümanların ise yönetime katılımları şöyle dursun, başlarına her an korkunç felaketler gelebiliyor. Arakan ve Orta Afrika Cumhuriyeti en yakın örnekler.

Salt çoğunluğu elde ettikleri ülkelerde ise, muktedir olmaya güç yetiremedikleri veya kimi zaman çok cılız şekilde temsil edildikleri gözlemlenebiliyor. Bosna Hersek'in Dayton Antlaşması'yla kötürümleştirilmesi veya yüzde 65'i Müslüman olan Burkina Faso'nun hükümet kabinesinde yalnızca bir Müslüman bakan olması salt çoğunluğun Müslümanların siyasette temsiliyeti için bir şey ifade etmediğini ortaya koyuyor.

Yüzde 55'i Müslüman olan Fildişi Sahili'nin ilk üç cumhurbaşkanı olan Félix Houphouët-Boigny, Henri Konan Bédié, Laurent Gbagbo Müslüman değildi. Bu örnekleri artırmak da mümkün.

Müslümanların mutlak çoğunluk durumunda oldukları ülkelerin büyük çoğunluğu işgal görmüş oldukları için post-kolonyal yaptırımlara maruz bırakılan, yöneticilerin dışarıdan belirlendiği siyasi ortamlara sahipler. Dolayısıyla görünürde Müslüman figürler tarafından yönetiliyor olsalar da, pek çok devlet eski sömürgecilere bağımlı hale getirilmiş haldedir.

Ortadoğu'yu krallıklar ve diktatörlükler yurduna çevirenler, sömürgenin beşiği Afrika'da demokrasi görünümlü kukla devletçikler oluşturmayı da başardılar.

Üstelik işgal sonrasında kurulan bu devletler ya Hristiyan ya da Sosyalist liderler tarafından kurulmuşlardır. Yüzde 98'i Müslüman olan Senegal'in Hristiyan bir aileden gelen sosyalist kurucusu Léopold Sédar Senghor'un 1960-1980 arasında ülkeyi totaliter bir sistemde yönetmiş olması oldukça çarpıcı.

Bu yönetme usulleri, kurulan "establishment"ların, yerleşen statükoların devamı için birçok askeri darbe ise, yine Müslümanları hedef alan şiddeti ve zulmü doğurdu.

2015'in Afrika'da seçim yılı olacağı haberini okurken genelde İslam Dünyası, özelde de Afrika ülkelerindeki Müslümanların yönet(il)me sorununun ne kadar derin olduğunu düşündüm.

Bu yıl içinde Burkina Faso, Mali, Gine, Fildişi Sahili, Tanzanya, Mali ve Kongo'da yapılacak seçimler buralarda yaşayan Müslümanlar için sahi neyi değiştirecek?

Seçim için gerçek birer seçme hakkı veya ortamı söz konusu olacak mı? Siyasete gerçekten katılacakları veya muktedir olabilecekleri güne kadar ne yapacaklar?

Bu sorulara verilebilecek cevapların fulü olması veya hiç olmaması, Boko Haram ve Şebab gibi örgütlerin palazlanmasına yetiyor.