Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 132

 

TÜBİTAK tarafından neşredilen Bilim ve Teknik mecmûasının Nisan 1995 târihli nüshasında (s. 65), Prof. Dr. Kâmile Mutlu'nun, Mustafa Kemâl'in naaşının Anıtkabr'e nakli hakkındaki hâtıralarını anlattığı makalesinin 14 Mart 1964 târihli Tıp Dergisi'nde münderic olduğu  sayfanın tıpkı basımı…
*** 

 

Dr. Cahit Özen'in nefsâniyeti ve vefâsızlığı

Dr. Özen'in gazeteci Ümit Deniz'e verdiği mülâkat ise, “Büyük Ata'nın Tabutu Nasıl Açılmıştı” başlığıyle 2 Temmuz 1955 târihli Milliyet'te (s. 3) neşredilmiştir.

Dr. Mutlu, makalesinde, bahis mevzûu hâtırasını büyük bir heyecânla anlattığı hâlde, Dr. Özen, ancak gazeteci Deniz'in ısrârlarıyle konuşmaya râzı olmuş ve tafsîlâta girmemeye îtinâ göstermiştir. Deniz'in müşâhedesiyle:

“Esasen bu kadar hâtırayı anlattırabilmek için de kendisine çok ısrar ve ricada bulunmuştuk. Nedense, hâfızasında derin yer eden bu unutulmaz günü bir türlü nakletmek istemiyordu.”

Bilâhare uzun seneler zarfında (1955-1969) Adlî Tıb Reîsliği vazîfesini de deruhde etmiş olan Dr. Özen, Dr. Mutlu'nun talebiyle ekibe dâhil edildiği, ikinci gün (10 Kasım 1953) ancak onun hasta olması sebebiyle ve yine onun tâlimâtı istikametinde çalışmayı yürüttüğü hâlde, konuşmasında Dr. Mutlu'yu âdetâ dışlamakta ve kendisini ön planda göstermektedir. Böylece, (tahmîni zor olmıyan sebeblerle) kendisini ve ağabeyini Dîndâr göstermeye hassaten dikkat eden Makbûle Hanım'ın gönderdiği –muhtemelen üzerinde Osmanlı yazısıyle duâ bulunan- bir kâğıdın tâbuta konulmasını reddecek kadar kraldan daha kralcı bir Kemalist olan ve bu sebeble Dr. Mutlu'nun kendisini örnek bir Kemalist olarak medhettiği Dr. Özen, büyük bir vefâsızlık yapmıştır. Aşağıda göreceğimiz gibi, hâdiseyle alâkalı tahrîfâtı bununla da kalmıyor… 

 

Uzun seneler zarfında (1955-1969) Adlî Tıb Müessesesi Reîsliğini ve bilâhare “Adlî Tıp Kurumu 1. İhtisas Meclisi Başkanlığını” deruhde etmiş olan Prof. Dr. Cahit Özen, Ümit Deniz'e verdiği bu mülâkatta, hem nefsâniyet eseri olarak, hem de ideolojik taassubla yalan söylemekten çekinmemişti… Mülâkatta, “Ata”sından, tam bir taabbüd hissiyle bahsediyor: “Bu büyük dehanın, unutulmaz kurtarıcının nâşı karşısında bile târif edilmez bir huşû içinde idik”… Memleket, bir asırdır, bu kadar iptidâî bir zihniyetle mâlûl bulunan insanların elinde esîrdir…
***  
 

 

 

 

Bir kudsiyet havası içinde, tâbutun başında, günlerce ihtirâm nöbeti tutuldu

Son senelerde, muhtelif İnternet sitelerinde neşredilen ve tâbutun Etnoğrafya Müzesi'ndeki mermer lâhidden çıkarılma çalışmalarının birkaç ânını gösteren (Anadolu Ajansı mahrecli) fotoğraflar da, mezkûr mütehassıslardan ve devrin gazetelerinden elde ettiğimiz bilgileri takviye ediyor.

Haber kaynaklarımızı birbiriyle mukayese ederek sahîh bilgiye ulaşabilmek maksadıyle, Mutlu ve Özen'in Şahâdetlerinin Mukayeseli Cetvelinden evvel o zamanki Milliyet gazetesinin bu mevzû ile alâkalı iki haberini iktibâs edeceğiz.

 

Resimde, 9 Kasım 1953'te, “Ebedî Şef”in Etnoğrafya Müzesi'ndeki tâbutu önünde ihtirâm nöbeti tutan generaller ve ona lâyık bir halef olduğunu fazlasıyle isbât etmiş bulunan “Millî Şef”…
Târihte, kendisine, on beş sene arayla, Devlet tarafından ve bütün halkı seferber ederek iki def'a (laik) cenâze âyini yapılan ikinci bir şahsıyet var mıdır, bilmiyoruz…
19 Kasım 1938 târihli Cumhuriyet'in ilk sayfasında, Farmason şâir Mithat Cemal Kuntay'ın (1885-1956) “Atatürkü Ankarada karşılarken” başlıklı bir şiiri neşredilmişti. Kuntay, bunda, Millete hitâben: “Gene sağdır, gene sağlamdır O, hem dünkü kadar. / Ona mâtemle… Hayır, sâde taabbüdle eğil!” diyordu. Filhakîka, Mustafa Kemâl, târihte, bütün bir Milletin dirisine de, ölüsüne de “taabbüdle eğildiği” (veyâ eğdirildiği) müstesnâ bir şahsıyet olarak yer aldı…
Bir başka Kemalist şâir, Edip Ayel de (1894-1957), “And” başlıklı şiirinde: “Tutsak seni, lâyık, yüce Tanrı'yla müsâvî / İnsanlar ölür, Türklüğe Allâh olan ölmez / Bir gün olacaktır Anıt'ın Türklüğe Kâbe.” diyordu… Nitekim, günümüzde, Kemalist Panteon, her sene milyonlarca insanın, “huşû ile” “tavâf” ve “Tanrı'ya müsâvî Ata”sına arz-ı ubûdiyet ettiği kudsî bir mekândır…
***