Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 137

Cesedi, tahnîtli hâlde tâbuta konuldu

“- Yazdırdığınız notlarda nelere işaret ettiniz özellikle?

“- Şunları söyledim: ‘- Atatürk'ün üzerindeki muşambayı açmasınlar, içindeki, üzerindeki pamukları atmasınlar, naaşı olduğu gibi tahta tabuta koysunlar! Nasılsa havayla temas temin edecek; çok yavaş bir şekilde bozulma yolunu tutacak!' ve ilâve ettim: ‘- Lüzum yok ayrıca açmaya, yıkamaya; çünkü her şey yapılmıştı; yıkanması, namazı ölüm tarihinde yapılmıştı.' ”

Dr. Mutlu'nun bu îzâhatından sarâhatle anlaşılıyor ki hemen ölüm sonrasında olduğu gibi, cesedin 1953'te Anıtkabr'e naklinde de islâmî usûllere riâyet edilmemiş, buna ihtiyâç duyulmamış, cesed, mumyalanmış hâlde ve tâbut içinde, Anıtkabir'deki medfenine yerleştirilmiştir… 

 

Marazî Teşrîh Prof. Dr. Kâmile Mutlu ile, Mustafa Kemâl'in mumyalanan cenâzesiyle alâkalı hakîkatleri meydana çıkaran mülâkatı, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu eski Başkanlarından ve Atatürk Araştırma Merkezi Kurucu Başkanı Prof. Dr. M. Utkan Kocatürk (1937-2011)” yapmıştı. Kendisi tipik bir Kemalist akademisyendi…
*** 
 

 

 

Görülmemiş dalâlet

Üzerinde ibretle düşünülecek bir husûs da şudur:

Âciz bir kulun cesedini tahnît edip 15 sene kurşunlu tâbutta muhâfaza etmek, bu arada muazzam bir Panteon inşâ edip taabbüd merâsimleriyle onu oraya yerleştirmek ve orada bütün bir millet için bir tapınış mevzûu hâline getirmek, İslâm denilen mutlak Tevhîd dîniyle tamâmen zıdlaşmak değil midir?

Bunun Kitap'ta, Sahîh Sünnette, Hak Fıkıhta yeri var mıdır?

İslâm Âleminde böylesine bir dalâlet görülmüş müdür?

Bir milletin bir Panteondan idâre edilmesi bir zül değil midir? Hele ki bin sene Tevhîd bayrakdârlığı yapmış bir milletin!

“Anıtkabr'in Rûhu”

O Panteon ki her ikisi de İsrâil'e merbût iki Reîs -milletin açlık, sefâlet ve bakımsızlıktan kırıldığı “Millî Şef” ve Alliance İsraélite yetiştirmesi Bayar- devirlerinde astronomik meblâğlar harcanarak inşâ edilmiştir!

 

Kemalist Panteon'dan bir manzara… Giriş yolu, putperest Hititlerden taklîd edilen arslan heykelleriyle süslenmiştir…
“…Garplılaşma yolunda en büyük hamlemizi yapan Atanın Anıtkabrini, bir Sultan veya Veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedi bin senelik bir medeniyetin rasyonel çizgilerine dayanan klâsik bir ruh içinde kurmak istedik.” (Kemalist Panteon'un mîmârı Prof. Dr. Emin Onat'tan)
***  

 

 

 

O Panteon ki bizzât mîmârı, onu, o uydurma Kemalist Târih Tezine muvâfık ve –hâliyle- İslâmın rûhuna zıdd olarak tasarladıklarını alenen beyân etmiştir ve zâten eseri ortadadır:

“Atatürk'ün başardığı inkılâpların en önemlilerinden biri, şüphe yok, bize mazinin hakikî değerini göstermesi olmuştur. Osmanlı devri, şereflerle dolu bir devir olmakla beraber, itiraf etmek lâzımdır ki, skolastik ruhun hüküm sürdüğü kapalı bir âlemden ibaretti. Halbuki, tarihimiz bir zamanlar Gök Alp'ın ‘Ümmet devri' dediği bu içe kapanmış medeniyetten ibaret değildi.

Anıtkabr'in mîmârının hezeyânı: “Târihimiz Sümerler ve Hititlerle başlıyor” imiş

Akdeniz milletlerinden bir çoğu gibi tarihimiz binlerce sene evveline gidiyor, Sümerlerden ve Hititlerden başlıyor ve Orta Asya'da Avrupa içlerine kadar bir çok kavimlerin hayatına karışıyor, Akdeniz medeniyetinin klâsik ananesinin en büyük köklerinden birini teşkil ediyordu.

“Büyük Üstâd”, “bizi, Ortaçağ iskolastiğinin mümessili İslâmdan kurtarıp hakîkî mâzimize kavuşturmuş”

Atatürk, bize bu zengin ve verimli tarih zevkini aşılarken, ufkumuzu genişletti. Bizi Ortaçağdan kurtarmak için yapılmış hamlelerden en büyüğünü yaptı. Hakikî mazimizin Ortaçağ[da] değil, dünya klâsiklerinin müşterek kaynaklarında olduğunu gösterdi. Hakikî Milliyetçiliğin içe kapanmış bir Ortaçağ gelenekçiliğinden asla kuvvet alamıyacağını, onun yalnız müşterek ve eski medeniyet köklerine inmekle canlanabileceğini anlattı. Avrupalılaşmakla, medenileşmekle, millileşmenin ayni şey olduğunu bundan iyi hangi fikir ifade edebilirdi?..

“Anıtkabr'in rûhu”, Müslümanlıktan tecerrüd edip Müşrikliğe, hattâ Şahısperestliğe varan bir anlayışın ifâdesidir

“Bunun içindir ki, biz, Türk Milletinin skolastik'ten uyanma, Ortaçağ'dan kurtulma yolunda yaptığı inkılâbın Büyük Önderi için kurmak istediğimiz anıtın, Onun getirdiği yeni ruhu ifade etmesini istedik. Bu ruh, Türk Milletinin içinden geçtiği medeniyetlerden birine ait, fâni bir ruh olamazdı. Atatürk'ün dehası bize gösterdi ki, dünyanın en büyük medeniyeti olan Sümer Medeniyeti, Türkler tarafından yapılmıştır. O, evvelâ Akdeniz Medeniyetinin temeli olduğu gibi, zamanımızda dünya medeniyetinin köklerini ayni yerde bulacaklardır. İşte, bunun içindir ki garplılaşma yolunda en büyük hamlemizi yapan Atanın Anıtkabrini, bir Sultan veya Veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedi bin senelik bir medeniyetin rasyonel çizgilerine dayanan klâsik bir ruh içinde kurmak istedik.” (Prof. Dr. Emin Onat -1908/1961-, Cumhuriyet, 5 Kasım 1953; Nurettin Can Gülekli, Atatürk; Anıt-Kabir Kılavuzu, Öğretmen Dergisi Yl., Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960, ss. 24-25'den naklen)

 

“Millî Şef”in, “Ebedî Şef”in kabrinin tam karşısında yer alan ve onunkine nisbetle pek mütevâzı görünen kabri… Hayâtında olduğu gibi memâtında da hep onun “Râdife”si olarak kaldı ve ona pek lâyık bir halef oldu…
***