Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 138

1.K. / 8. Fasıl

DİRİSİNE VE ÖLÜSÜNE TAABBÜD

Mustafa Kemâl'in evvelâ dirisine tapıldı… Sonra ölüsüne… Tapınış el'ân da devâm ediyor…

İlkin kumandanlığı medhedildi. Derken, bu, askerî dehâ ve kahramanlık oldu. O, iktidâra hâkim oldukça, başka mezîyetleri ortaya çıktı. 27 Mart 1923'te, TBMM'deki II. Grup Lideri Trabzon Meb'ûsu Ali Şükrü Bey'in kalleşçe ortadan kaldırtılması,  Totaliter İktidârın têsîs vetîresinde en büyük dönemeç oldu.

Totaliter İktidârın tam tekmîl têsîsi 1925'dedir. O sene vaz'edilen Takrîr-i Sükûn Kanûnu, bütün memlekette tedhîş estirdi; adım adım, muhâlefet bütünüyle silindi; kimsenin ona karşı en küçük bir tenkîd yöneltmeye, herhangi bir kusûrunu bahis mevzûu etmeye mecâli kalmadı. Çünki bunun bedeli çok ağırdı…

Az zamanda, Sovyetler veyâ Nazi Almanya'sı mümâsili bir Zâbıta Devletinin pençesi altında Memleketin sesi soluğu kesildi. Artık Mustafa Kemâl “Tek Adam”dı ve sâdece onu ve Rejimini medh-ü-senâ hakkı vardı. Seneler geçtikçe, kimisi dalkavukluk yaparak menfâat devşirmek için, kimisi de Kemalizmin fanatik bir mü'mini sıfatıyle medh-ü-senânın dozunu arttırdı. Memlekette bir medh-ü-senâ yarışıdır aldı başını gitti… Medh-ü-senâ, tebcîl oldu, takdîs oldu, tesbîh, tekbîr, taabbüd oldu…  Artık Memlekette sâdece o vardı; her şey oydu… Memleketi o kurtarmış, Türk Milletini o yaratmış, onlara bir vatan vermiş, o vatanı îmâr etmiş, bizi “İrticâî” hayâttan kurtarıp “Avrupaî, yâni asrî, yâni insanca” bir hayâta kavuşturmuş, velhâsıl hayâtta nâil olduğumuz ne kadar nîmet varsa hepsi ondan gelmiş, o olmasa biz olmazmışız, yâni varlığımızı bile ona medyûnmuşuz, ilh… Böylece bütün “iyilikler” ondan, bütün kötülükler “İrticâ” yaftası altında Müslümanlıktan biliniyordu… Meclis'de, matbûâtta, Orduda, CHP Kongrelerinde, Devletin her kademesinde, onun medh-ü-senâsı yapılıyor, o tebcîl, o takdîs ediliyordu. Hamdullah Suphi Tanrıöver'in CHP'nin 1947 Kurultay'ında nihâyet yüksek sesle îtirâf etmeye cesâret bulduğu gibi:

“Eski Kurultayların nasıl toplandığını bilirsiniz, arkadaşlar: Merasimden, teşrifattan, hamd-ü-senâdan ibaretti, alkıştan ibaretti. Şimdi vatandaşlar konuşuyorlar…” (CHP Yedinci Kurultay Tutanağı, Ankara, 1948, s. 166)

Bütün memleket onun resimleri, heykelleri, büstleri, vecîzeleri ile kaplanmıştı ve Rejimin sözcülüğünü yapan gazeteler (ki yapmıyanı zâten nâmevcûddu ve biraz aşağıda tevsîk edeceğimiz vechiyle) bu hâl ile iftihâr ediyorlardı… Bırakınız resmî dâireleri, bakkalarda bile onun resimleri asılıydı… Sokaklar, meydanlar, müesseseler, şehirler onun ismini taşıyordu… Bu da kâfî gelmemişti: Memleketin ismi “Kemalist Türkiye (La Turquie kémaliste)”, Rejimin ismi “Kemalist Rejim”di. Ve o, “İrticâî” “Mustafa” ismini, “Gāzî” ünvânını terketmiş, “Kemâl”i “Kamâl'leştirmiş”, kendine, ayrıca “Atatürk” ismini takmıştı. Yâni o, “Türklerin Babası, Atası”ydı… Çünki -her ne kadar bin ilâ bin dört yüz seneden beri vâr olduğu iddiâ edilse de, aslında- şu Müslüman Türk Milletini o yaratmıştı… (Bittabi, onun o “Müslümanlık” sıfatı artık telâffuz edilmez olmuştu…) Üstelik, onun başıydı; biricik, rakîbsiz, alternatifsiz “Büyük Şef”iydi ve ebediyen öyle kalacaktı…

 

(Akşam, 28 Temmuz 1932, s. 1)
Kemalizm sâyesinde Türkiye hızla medenîleşiyor ve bir çırpıda “Orta-Çağ karanlığından” “Avrupa Medeniyetinin aydınlığına” sıçrıyor: Artık bütün memleket sathı, bir baştan bir başa, onun devâsa veyâ daha mütevâzı eb'âdda heykelleri, büstleri, v.s. ile kaplanmakta, bunlar, tantanalı merâsimlerle “hizmet”e açılmakta, sonra her fırsatta bunların önünde ihtirâm vakfeleri tertîb edilmekte, bitmez tükenmez ateşli nutuklar îrâd edilmekte, “İrticâ”a ateş püskürülmekte, sadâkat yemînleri haykırılmaktadır…
27 Temmuz 1932'de, İzmir'de, “Tek Adam”ın devâsa heykelinin açılışı hakkında Akşam gazetesinin manşet haberi şu satırlarla nihâyet buluyor: “Gazi heykelinin açılma resmini müteakip İzmir hahambaşısı, İsmet paşanın yanına gelerek başvekilin elini öpmüştür. Başvekil kendisine iltifatta bulunmuştur.” (s. 2)
***    
 

 

 

 

Müslümanın her hayırlı işine Besmeleyle başlaması gibi, Memlekette her işe onun ismiyle başlanıyor ve meydana getirilen her eser ona izâfe ediliyordu. “Kemalist Türkiye”ye hâkim olan bu zihniyetledir ki Rejimin Zındık Şâiri (Behçet Kemal, “Atatürk'e Sesleniş” başlıklı şiirinde):

“Adın besmeledir her işimizde! […]

Yarın bir iskelet olsak mezarda,
‘Atatürk' çığrışır kemiklerimiz;
Nimetinle dolu iliklerimiz!”

diye zikrediyordu…

Vazıyet günümüzde de bu minvâl üzeredir! Önümüzde, arkamızda, sağımızda, solumuzda, tepemizde hep o var… Birilerinin “Panthéiste” olduğu gibi, şimdi koca bir halk, koca bir memleket, toptan “Pankémaliste”tir…

“Pankémalisme”, bizzât kendisinin tasvîb ve teşvîkıyle neşv-ü-nemâ bulmuştu

Bu perestiş temâyül ve tavırları onun irâdesi hâricinde ve ona rağmen ortaya çıkıp yayılmış olsalar, kimsenin bunların vebâlini ona yüklemeye hakkı olmazdı. Lâkin kurduğu Totaliter Rejimde her şey oydu; binâenaleyh onun tasvîbi, teşvîkı, irâdesi olmadan bu temâyüller serpilip gelişemezdi…

Bunun böyle olduğunu, fanatik tarafdârlarının onu böyle bir tapınış mevzûu hâline getirmelerinden onun memnûn kaldığını, hattâ bu manzara karşısında büyük bir bahtiyârlık hissettiğini daha evvel muhtelif misâllerle göstermiştik. Tekrâr etmeden hâtırlatmakla iktifâ edelim:

- Memleketin her tarafına heykellerinin dikilmesi, büstlerinin, resimlerinin, vecîzelerinin konulması, bunların önünde ihtirâm vakfeleri yapılması, her tarafa onun isminin verilmesi, hep onun zamânında, onun tasvîbi ile olmuş, bunlardan duyduğu memnûniyeti zaman zaman izhâr etmiştir. Bu o kadar bedîhî bir hâldir ki isbâttan vârestedir…

 

(Ulus, 5 İlkkânun / Aralık 1935, s. 1)
1920'lerden beri memleketimizde “Pankemalizm” hükümfermâdır… Önümüzde, arkamızda, sağımızda, solumuzda, tepemizde hep o var… Bütün memleket sathı, onun resimleri, büstleri, heykelleri, vecîzeleri, isimleriyle kaplı… Bu hâlin onun irâdesiyle ortaya çıkmış olduğu tesbîti ise, tartışmadan vârestedir… 
Devletle aynîleşmiş CHP'nin nâşiriefkârı Ulus'un 5 İlkânun 1935 târihli nüshasında, iftihârla, yeni kurulan Şeker Fabrikaları da ona mâl ediliyor ve Fabrika idârecilerinin, ona karşı minnetlerini her ân ifâde etmek için, meşhûr bir heykeltraşa yeni bir büstünü yaptırdıkları haber veriliyordu: “Atatürk'ün Türk ağır endüstrisine ilk armağanı olan millî şeker fabrikalarımız, bunu her an minnet ve şükranla yadetmek için Alman sanatkârı Prof. Thorak'a büyük önderin çok kıymetli bir büstünü yaptırmışlardır. Bu büstün açılma töreni, şeker fabrikalarının onuncu kuruluşu yılında yapılacaktır. Bugün gazetemize koyduğumuz yandaki resim, ünlü alman profesör Thorak'ın memleketimize gelmiş olan yüksek değerli sanat eserini göstermektedir.”
Bu haberin altında, Kemalizmin “Güneş-Dil” safsatasına dâir bir makalenin başlığı görülüyor…
***