Elazığ>Elâzığ" Günümüzde "Elâzığ" olarak bilinen şehrin bir zamanlar pek zarîf bir ismi vardı:…" /> Elazığ>Elâzığ" Günümüzde "Elâzığ" olarak bilinen şehrin bir zamanlar pek zarîf bir ismi vardı:…" /> Elazığ>Elâzığ" Günümüzde "Elâzığ" olarak bilinen şehrin bir zamanlar pek zarîf bir ismi vardı:…" />


Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 143

“Elâziz” şehrine Barbarca bir isim: “Elazık>Elazığ>Elâzığ”

Günümüzde “Elâzığ” olarak bilinen şehrin bir zamanlar pek zarîf bir ismi vardı: “Elâziz”…

Ne olup bitmişti de bu şehrimiz güzelim isminden mahrûm kalmıştı?

Harputlu araştırmacı İshak Sunguroğlu'nun (Harput, 1888 – İstanbul, 1977), Harput Yollarında isimli dört cildlik eserinin (İstanbul: Elâzığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Yl., 1958-1968) 1. cildindeki (ss. 202-213) ve Prof. Dr. Saadettin Tonbul ile “Arş Gör.” (bilâhare Doç. Dr.) Sabri Karadoğan'ın “Harput'un Kuruluş Yeri ve Şehrin Fonksiyonunu Yitirmesi Üzerinde Etkili Olan Doğal Faktörler” başlıklı makalelerindeki mevsûk mâlûmâta nazaran, “Elâzığ”, kadîm Harput şehrinin devâmıdır; mevcûd “Elâzığ” şehir merkezinin 5 km şimâlî doğusundaki dağlık arâzide, Kale etrâfında gelişen şehir, 19. asrın ortalarına doğru büyük ölçüde terk edilmiş, 20. asırda ise, şehrin genişlemesiyle, onun bir mahallesi hâline gelmiştir.

1834'te Harput'a Mehmed Reşîd Paşa Vâli tâyîn ediliyor. Avlanmayı çok seven Paşa'ya, şehrin Beyleri, av mıntıkası olan “Uluâbâd nâhiyesine bağlı Muzafferiye (dîğer ismiyle) Ağavat) mezrâında” bir konak tahsîs ediyorlar. Paşa, ovada bulunan bu mahâlle yerleşip mâiyetini de buraya topluyor ve Konak civârında “büyük kışlalar, resmî binâlar, mühimmât depoları”, v.s. inşâ ettirerek büyük bir îmâr faâliyetine girişiyor. Bunun üzerine halk da bu civâra göçüyor, şehirleşme bu mahâlde ağırlık kazanıyor ve kışın ulaşım imkânları pek sıkıntılı olan Harput, ayrıca bu sebeble de giderek terk ediliyor.

Harput'a, Mehmed Reşid Paşa'dan sonraki birkaç Paşayı tâkîben, 1863'te, Vezîr Ahmed İzzet Paşa Vâli tâyîn ediliyor. Devir, Şehîd Sultan Abdülazîz Hân devridir (1861-1876). Ahmed İzzet Paşa, sert tedbîrlere mürâcaât ve “serseri köçebe-pay olup nice hasârâtları görülen aşâir-i müteferrikayı iskân” ederek âsâyişi têsîs ediyor ve Pâdişâhın tahsîs ettiği imkânları da kullanarak, yeni şehir ve civârını bir hayli îmâr ediyor. Bu cümleden olarak, yolları ıslâh ettiriyor, büyük bir köprü yaptırıyor, yanmış olan Hükûmet Konağı yerine, “dâire-i hükûmet ve sâireye kâfî ve vâfî, gayet metîn ve müstahkem” yeni bir Hükûmet Konağı ile günümüzde onun ismiyle anılan bir câmî-i şerîf (Hacı İzzet Paşa Câmii) binâ ettiriyor. Ayrıca zirâat ve ticârî hayât da inkişâf gösteriyor: Arpa ve buğdaya ilâveten, pamuk, “hubûbât-ı sâire”, afyon yetiştiriliyor ve bunların bir kısmı dîğer şehirlere ihrâc ediliyor, yeni bir mâden işletmeye açılıyor, v.s. Bu sâyede “ahvâl-i eyâlet, refte refte kesb-i intizâma yüz tutuyor”…

 7 Ramazan 1283 / 1 Kânûnıevvel 1282'de (13 Ocak 1867'de) toplanan Vilâyet İdâre Meclisi, mezrâda kurulan şehrin bu sûretle Abdülazîz Hân devrinde ve onun desteğiyle inkişâfı ve henüz muayyen bir isminin de bulunmaması sebebiyle, aşağıdaki ifâdeyle, ona “Mâmûretü'l-Azîz” isminin verilmesi için Pâdişâha mürâcaât etme karârı veriyor ve tanzîm edilen 14 imzâlı mazbata Pâdişâha arzediliyor (ki imzâ sâhiblerinden biri Katolik Rum, üçü Ermeni vatandaşlardır):

“…Sâlifüzzikir makarr-ı Hükûmet olan ‘mezrâ'ın nâmı öyle bir kayd-ı kuyudca müttehaz bir isim olmadığından ve hiç bir mahâl ismine dahi müşâbeheti bulunmadığından başka, muhassenât-ı asriyeden olarak şu hâlde kesbeylediği umrâniyete nazaran ve şu mâmûriyet-i meşhûde zamân-ı mâdelet nişân-ı Hazret-i Şehînşâhîde hâsıl olduğuna binâen, nâmının, teberrüken ve teyemmünen ‘Mâmûretü'l-Azîz' ismine tahvîline kesb-i istihkak eylemiş olmasile nâmının bu vechile tesmiyesi ve eyâletimizin dahi eyâlet-i ‘Mâmûretü'l-Azîz' nâmile yâd kılınması…” (Sunguroğlu 1958: 211'den naklen)

Bu istidânın Sadâret tarafından Pâdişâha arzı üzerine, Hicrî 8 Şevvâl 1283 (Rûmî 1 Şubat 1282 / Mîlâdî 13 Şubat 1867) târihli İrâde-i Seniyye ile, Harput vilâyetinin ismi, “Mâmûretü'l-Azîz”e çevrilmiştir. (Sunguroğlu 1958: 211. Bu resmî vesîkaların asılları ve Latin harflerine çevirileri, Sunguroğlu'nun kitabında mündericdir.)

Mâmâfih bu isim uzun, binâenaleyh telâffuzu müşkil olduğundan, halk, onu, “El-Azîz” şeklinde söyler olmuştur. Zannımızca, “ala”yı “elâ” yapan dil zevkı ve bu kelimenin têsîriyle, ortaya “Elâziz” gibi pek mûsıkîli bir telâffuz çıkmıştır. (Bu telâffuzda uzun ünlü “î” değil, “â”dır ve “l”, her iki hâlde de incedir.)

Bizzât Elâzizliler mi şehirlerinin isminin Barbarca olmasını istediler?

Elâziz… Şehrimiz, 1937 Kasımına gelinceye kadar, yâni takrîben bir asır zarfında, kulaklarda nağme gibi çınlıyan bu güzelim isimle anılmıştır. Sonra, ânîden, bu isim hakkı elinden alınmış, ona Barbarca yeni bir isim verilmiştir: “Elazık”… Bir ay sonra, kelime, “Güneş-Dil Teorisi”ne muvâfık olarak, biraz daha Barbarlaştırılmış ve “Elazığ” şeklini almıştır. 10 Kânûnıevvel / Aralık 1937 târihli İcrâ Vekîlleri Hey'eti karârıyle ona verilen isim budur:

“Elâziz beldesi adının Elazığ olarak değiştirilmesi hakkındaki Belediye Meclisi ve Vilâyet İdare Heyetinin kararları ve Şûrayı Devlet Reisliğinin 2/12/1937 tarih ve 19432 sayılı tezkeresile gönderilen Mülkiye Dairesile Umumî Heyetin mazbataları, İcra Vekilleri Heyetinin 10/12/1937 tarihli toplantısında okunarak 1580 sayılı kanunun 9 uncu maddesine göre bu belde adının ‘Elazığ' olarak değiştirilmesi onanmıştır. 10/12/1937.

Reisicümhur K. Atatürk, Başvekîl C.Bayar, ilh…” (Resmî Gazete, 17 Kânûnıevvel 1937, sayı: 3785)

Bu Karârnâmede bilhassa dikkati çeken iki husûs var:

Birincisi, “Elazığ” imlâsı… Kelimedeki “a” sesciği uzun ünlü değil; binâenaleyh kelime “el-azığ” şeklinde telâffuz ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki halk, bilâhare, şehrin eski adının têsîriyle, kelimeyi, “Elâzığ” (“a” uzun) telâffuzuyle ilk çirkinliğinden bir nebze kurtarmıştır…

İkincisi, bu isim tebdîli, Hükûmetin değil de, Elâziz halkını temsîl etmesi lâzım gelen Belediye Meclisi ile Vilâyet İdâre Hey'eti'nin kendi başlarına bir teşebbüsü gibi görünüyor… Hakîkatin hiç de öyle olmadığını biraz aşağıda göreceğiz…

12 Eylûl Darbecileri “Kemalizm Türkün dinidir.” düstûrunu nasıl hayâta geçirdiler?

Kemalist Dil Kurumu'nun 1945 baskısı ilk “Öztürkçe” Lugat'inde, “din” maddesine küstâhça şu cümle dercedilmişti:

“Kemalizm Türkün dinidir.”

 Bu düstûr 12 Eylûl Darbecilerinde bir fikrisâbite olmuş, onlar, bütün Milletimizi Kemalizmin sâlikleri hâline getirmek için -Hahambaşılığın, Sabataî ve Mason cemâatlerinin, Siyonist mihrâkların da harâretli teşvîkıyle-  büyük bir gayret içine girmişlerdi. Aşağılık bir darbeyle gasbettikleri Devletin bilumûm imkânları onların tasarrufundaydı. Dâvâları uğrunda bu imkânları toptan seferber ettiler. 1981 senesini “100. Doğum Yıldönümü” îlân ederek ardı arkası kesilmiyen sersemletici bir propagandayla insanlarımızın beynini yıkamaya çalıştılar ve buna geniş mikyâsda muvaffak da oldular.

Onların, Kemalizmi Memleketimizde dâimâ zinde, dâimâ hâkim bir dîn olarak yaşatmak için mürâcaat ettikleri en mühim vâsıtalar arasında şunlar zikredilebilir:

1) Kemalizmi bir tabu hâline getiren Esâs Kanûn (kendi dilleriyle “Anayasa”);

2) Birinci vazîfesi yetişen nesillere Kemalizmi şırınga etmek olan bütün maârif sistemi, hassaten üniversiteler;

3) Kemalist İdeolojiyle şartlanmış ve bu uğurda her zaman darbe yapmaya hazır bir ordu;

4) Esâs Kanûn, bütün mevzûât ve ders kitapları sâyesinde resmî dil yaptıkları Kemalist Uydurma Dil (riyâkârca tâbirleriyle “Öztürkçe”);

5) Bütün Tedrîsât kademelerinde okuttukları “İnkılâb Târihi” dersleri;

6) “Kemalist Müslümanlık” dalâletini yayan “Dîn Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersleri;

7) Esâs vazîfesi, emrine tahsîs edilen muazzam imkânlarla biteviye Kemalizm propagandası yapmak ve Kemalizm tabusunu muhâfaza etmek olan “Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”…

 

12 Eylûl Darbecilerinin, esâs vazîfesi, Millet kesesinden Kemalizm propagandası yapmak olan bir müessesesi… Resmî İdeolojinin en mühim bir payandası… 1980'lerden beri her Hükûmet, ona sâhib çıkmaya, onu desteklemeye devâm etti… 
***