Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 145

Akşam'ın haberi üzerinde biraz teemmül edelim:

Aykaç ve Mayakon'un sözcülüğünü yaptıkları iddiâya nazaran, “Elâziz”, “Elazık”tan bozmaymış… Yukarıda verdiğimiz târihî mâlûmât bu iddiâyı tekzîb etmeye kâfîdir. Mâmâfih kelime tahlîli bakımından da bir yakıştırma olduğu âşikârdır. Zîrâ “azık”, bilhassa seyâhate çıkarken veyâ evden ayrıldıktan sonra yanımızda götürdüğümüz yiyecektir; müterâdifi nevâledir. Eskiden zahîre, erzâk mânâsında kullanıldığı da vâkî imiş. (Bkz. Kubbealtı Lugati) Binâenaleyh kelimenin yanımıza aldığımız yiyecek mânâsından yola çıkarak, onun aynı zamânda “gıdâ, münbit, mahsûldâr, feyizli, bereketli” mânasına geldiği akıl kârı bir “îzâh” değildir. Hattâ, farz-ı muhâl, “azık”ın münbit mânâsına geldiği kabûl edilse dahi, “elazık”, münbit memleket demek olamaz; çünki bunun için kelimenin yapısının “azık ili”, “azık eli” şeklinde olması lâzım gelir; bu birleşik kelime de, bir ihtimâl, sondaki “-i” çekimliği düşerek “azıkil / azıkel” şeklini alabilir… Velhâsıl, “elazık”, bir Türkde, ancak Arapça “el-“ harfitârifiyle yapılmış bir kelime intibâı bırakabilir: “El-azık”…

Haberde bir başka cihet ise, apâşikârdır: Her iki konuşmacı da, “Büyük Üstâd”ın tâlimâtı istikametinde, hattâ onun dikte ettiği notlara istinâden musâhabe yapmışlardır. Yâni iddiâ tamâmen ona âiddir. Zâten akabinde, emri altındaki İcrâ Vekîlleri Hey'etinin bir karârıyle şehrin ismini “Elazığ”a çevirten de odur…

Yoksa, 17 Kânûnıevvel 1937 târihli Resmî Gazete'de neşredilen ve yukarıda iktibâs ettiğimiz 10 Kânûnıevvel 1937 târihli Karârnâme'de ifâde edildiğinin aksine, bu iddiâ ve bu isim tebdîlinde, Elâziz Belediye Meclisi ve Vilâyet İdâre Hey'etinin dahli yoktur; bunlar, sâdece “Büyük Şef”in verdiği tâlimâtı karâr hâlinde tanzîm edip Hükûmete havâle etmişlerdir… Öyle ki Aykaç ve Mayakon'un musâhabelerinin yapıldığı aynı gün, “Elâziz”in ismi “Elazık” olmuş ve ertesi gün, tamâmı “Büyük Şef”in emrinde olan gazeteler, “Elâziz”den “Elazık” diye bahsetmeye başlamışlardır:

“Atatürk, dün gece yarısı Adanayı şereflendirdiler. Büyük Şef, Elazıktan itibaren yollarda halkın coşkun tezahüratile karşılandı.” (Akşam, 19 Teşrînisânî 1939, s. 1, manşet haber)

Totaliter Rejimde işler umûmiyetle böyle yürümekteydi…

 

(Akşam, 19 Teşrînisânî 1937, s. 1) 
Fazıl Ahmed Aykaç ve İsmail Müştak Mayakon, “Büyük Şef”in tâlimatıyle ve kendilerine tutturduğu notlara istinâden, 18 Kasım 1937'de, Elâziz Halkevi'nde, “Elâziz” isminin “Elazık”tan bozma olduğunu iddiâ eden birer musâhabe yaptılar ve o günden îtibâren, şehir, bu Barbarca kelimeyle anılmaya başladı; öyle ki hemen ertesi günki gazeteler, “Elazık” uydurmasını manşete taşıdılar; bir ay sonra da, “Büyük Şef”in emrindeki İcrâ Vekîlleri Hey'eti karârıyle, şehre resmen bu Barbarca isim verildi…
*** 

 

 

 

 

“Kur'ân'ı yırtıp atanlar” göze giriyordu

18 Kasım 1937'de, Elâziz Halkevi'nde, “Büyük Şef”inin tâlimât ve notlarına istinâden “Elâziz” isminin “Elazık”tan bozma olduğuna dâir bir musâhabe (Frz. “exposé”) yapan Fazıl Ahmed Aykaç (1884-1967; 1927 ilâ 1946 senelerinde beş devre Elâziz / Elazığ ve 1946-1950'de Diyârbekir / Diyarbakır Meb'ûsu; 1921'de Muhibbân-ı Hürriyet Locası Müntesibi) hakkında Türkçenin Istılâh Mes'elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar (“Öztürkçe” Dayatmasıyle Fransızcalaştırılan Resmî Dil) isimli kitabımızda (Ankara: Kurtuba Yl., 2013) mufassal mâlûmât vermiştik. Oradan, sâdece, Locasından ve kendisini Elâziz Meb'ûsu yapmış “Ebedî Şef”inden aldığı hızla 1934'te yazdığı “Yarınlar Karşısında…” başlıklı “şiir”indeki şu iki mısrâı hatırlatalım:

“Kafam açmış karanlığı geleceği okuyor,

Yırtıp attım Kur'ânları, Tevratları, İncili!”

Mayakon'dan:  “Büyük Şefin gençlikle ulvî bir musâhabesi”

“Elâziz < Elazık” iddiâsı hakkında Aykaç'la berâber musâhabe yapan ve “Tek Adam”ın “Siirt Meb'ûsu” tâyîn ettiği İsmail Müştak Mayakon'u ise, yukarıda kâfî derecede tanıtmış bulunuyoruz. Aşağıda onun bir haber makalesini nakledeceğiz. Bahis mevzûu olan, 27 Mart 1937 Cumartesi gecesi, Ankara Halkevi'nde, “Büyük Şefin genclikle ulvî bir musahabesi”dir. Devir, “Ebedî Şef”e taabbüd devriydi ve o devirden beri her nesil aynı zihniyet ve tavırla yetiştiriliyor:

“27 mart [1937] cumartesi gecesi, Ankara Halkevinde bir toplantı vardı. Ankarada tahsilde bulunan Bursalı gencler bir yurd şenliği yapıyorlardı. Toplantıya riyaset eden Ekonomi Bakanı Celâl Bayar, Bursa genclerinin tazim ve şükranlarını bir telgrafla Atatürke arzetti.

“Büyük Önder'e sonsuz îmân ve itâat”

“Bu telgraf geldiği zaman Atatürk, bazı misafirlerile, sofrada bulunuyorlardı. Celâl Bayar, telgrafında Bursa genclerinin Büyük Öndere sonsuz inan ve itaatlerini ve onun nurlu yolunda yorulmadan Atatürkü takibe andlarını bildiriyordu.

“Bu samimî tezahürden pek mütehassis olan Atatürk, memnuniyetlerini yüksek huzurlarile Bursa genclerine ifade etmek için, misafirlerini maiyetlerine alarak, Halkevini şereflendirdiler.

Atatürkün teşrifleri, Halkevi salonlarını dolduran gencliği çılgın bir sevinc içine attı. Bütün gencler bir sürur, bir minnet ve heyecan halesi gibi Büyük Şefin etrafını sardılar. Atatürk bu genclerle bir müddet dil ve tarih üzerinde konuştular.

Yorgunluk hakkında “bütün Türk milletinin kalbine ve dimağına nakşedilmek lâzım gelen  yüksek sözler”

“Bu esnada idi ki Ulu Önder, yalnız Bursa genclerinin değil, bütün Türk milletinin kalbine ve dimağına nakşedilmek lâzım gelen şu yüksek sözleri söylediler:

‘- Arkadaşlar, bu gece buradaki toplantınızı ve benim hakkımdaki derin duygularınızı Celâl Bayar çok güzel ve canlı bir ifade ile bana bildirdi. Bu meyanda dedi ki: Siz, genc arkadaşlar, yorulmadan beni takibe ahdetmişsiniz. İşte ben bilhassa bu sözden çok duygulandım.

‘Yorulmadan beni takib edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat, arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takib etmektir. Yorgunluk her insan için, her mahlûk için tabiî bir halettir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevî bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.

‘Sizler, yeni Türkiye'nin genc evlâdları, yorulsanız dahi beni takib edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gencliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. Şimdi, çocuklar, eğleniniz.' […]