Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 146

27 Mart 1937 Cumartesi, Ankara Halkevi'nde Bursalılar gecesinde, (sağdan sola) İktisâd Vekîli Celâl Bayar, “Bursa gençliğiyle ulvî bir musâhabe yapan Büyük Şef” ve “en büyük hocanın talebesi” Âfet Hanım…
***   

 

“Nurlu yüzüne teveccüh eden genclik”

“Bir aralık gencler hep bir ağızdan: ‘Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar / Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar…' marşını ayıttılar. Göğüsleri kabartan bir duygu ve sevgi coşkunluğile terennüm edilen bu marş bitince Atatürk, nurlu yüzünü bu nura teveccüh eden gencliğe çevirerek eski bir hatıralarını şu suretle hikâye buyurdular:

‘- Arkadaşlar, ben 1919 senesi ağustosu içinde, [verilen târihe dikkat!] Samsuna çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. [Bu “ulusâl” kelimesine de hassaten dikkat edilmelidir. “-al, -el, -sAl” eki Fransızcadan devşirmedir. Resmî Dilin Fransızcalaşmasında bu ekin büyük têsîri vardır. Kemalistler, “Ebedî Şef”lerinin benimsediği bu Fransızca türetmelikden kat'iyen vaz geçemezler ve vaz geçemiyorlar, çünki aksi takdîrde onun “Sünnet”inden sapmış olurlar…]

“Ulu Önder'in ibâdet vecdi içinde dinlenen tanrısal sözleri”

‘Samsundan Anadolu içlerine, kırık bir otomobille gidiyordum. Yanımda ötedenberi yaverliğimi yapan Salih ve Cevad Abbastan biri bulunuyordu. O kırık otomobil Anadolu yollarında ilerlerken, ben daima düşünür ve yaverime şimdi sizin terennüm ettiğiniz şarkıyı söyletirdim. Ben Türk ufuklarından bir gün behemehal bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvveti bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki bunu adeta gözlerimle görüyordum. O şarkıyı okutup tekrar ettirmekten maksadım, Türkün bu güneşi doğunca muvaffak olacağımı anlatmaktı. Bu sebebledir ki demin söylenen şarkı, benim on sekiz senelik bir hatıramı tazeledi. Bu şarkıyı söyletmeğe önayak olan genc bayana teşekkür ederim' [“Monsieur, Madame” karşılığı olarak kullanılan “bay, bayan” da “Büyük Üstâd”ın Uydurma Dile katkıları cümlesindendir…]

“Salon halkı, bu Tanrısel [“Tanrısal” olsa gerek] sözleri bir ibadet vecdi içinde dinlemişti.

Fakihe Öymen

“Bir müddet sonra İstanbul saylavı Bayan Fakihe söz alarak Bursada on bir sene hocalıkla geçen hayatının hatıralarını ve şu dakika bu gencler arasında talebesinden bazılarının da bulunabileceğini söyliyerek, toplantının haklı heyecanı şimdi huzurlarile bütün gencliği bahtiyar eden Atatürkten geldiğini söyledi ve bu gecenin şerefinden dolayı Bursa gencliğini mutluladı. [Fakihe Öymen –İşkodra, 1900 / İstanbul, 6.4.1983-; 1935 ilâ 1946 senelerinde İstanbul, 1946 ilâ 1950 devresinde Ankara Meb'ûsu.]

Âfet Hanım konuşuyor: “Türkler onun sâyesinde hürriyet ve istiklâle nâil oldular”

“Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Profesör Âfet, Atatürkten izin alarak şu hitabeyi yaptı:

‘- Atatürk, bayanlar, baylar,

‘Şimdi sözlerini işittiğiniz Bayan Fakihe bana da hocalık etmiştir. Tahsil hayatımın üç senesini onun hocalık ettiği Bursa mektebinde geçirdim. […] …Sahibi olduğumuz memleket hür insanların malı olan müstakil bir topraktır. Ancak, biz bu topraklara hakikaten tam malik miydik? Hayır. Onun bir zamanlar ne kadar feci bir istilâya uğradığını, düşman ayakları altında nasıl insafsızca çiğnendiğini hepimiz bilir ve hatırlarız. Bugün kavuştuğumuz hürriyet, bugün Türk topraklarının nail olduğu istiklâl Atatürkün ona kazandırmış olduğu bir hürriyet ve istiklâldir.

“En büyük hocanın talebesi”

‘Demin söze başlarken Bursadaki talebelik hayatıma işaret etmiş ve Bayan Fakihe benim de hocam olduğunu söylemiştim. Fakat ben ondan sonra daha büyük, en büyük bir hocanın talebesi oldum. Ve bundan sonradır ki ben de hocalık edebildim. Bu hoca, bu en büyük hoca, beni bilgilerimin her safhasında yetiştiren Atatürktür.

“Gerçi bütün millet, bütün Türklük, inkılâbların hepsinde onun peşisıra, onun hocalığı ve idaresi altındaydı, buna şüphe yoktur; ancak ben onun daha yakın talebeliğini yapmak şerefine nail bulunuyordum; onun tarih talebesi olmuştum. Ondan bu feyzi aldıktan sonradır ki ben de mekteblerde tarih hocalığı yaptım. Ondan öğrendiklerimin verdiği görüş ve anlayış kabiliyetile şimdi hakikaten seziyorum ki bu millette Atatürkün bulduğu cevher, varlık safhalarının hepsinde tebarüz etmektedir.

“Büyük yurdun tarihini bulup yazan da o”

‘Bursa denilince hatıra evvelâ bir yurd parçası, sonra da Osmanlı İmparatorluğunun ilk payitahtı mefhumu gelir. Fakat Atatürk bana öğretti ki Bursanın tarihî evsafı yalnız Osmanlı İmparatorluğunun payitahtı olması değildir. O, daha eski devirlerde büyük bir Türk merkeziydi. Ve bütün yurd parçaları gibi o da Türkün ezelden malıydı. Halbuki tarih kitabları bize böyle öğretmiyorlardı; o kitablar bizi buralara sonradan gelip yerleşmiş bir ırk olarak tasvir ediyorlardı. Bugünün tarih bilgisi ise bize yurdun her köşesi öz bir Türk merkezi ve malı olduğunu gösteriyor. Bu öz Türk yurdunun her tarafında çok eski bir Türk medeniyet ve kültürünün belgeleri meydana çıkmaktadır. Bu sebebledir ki Bursa olsun, Ege olsun, Van olsun Türkün her tarafı birbirinden ayrılmaz tek bir malın, tek bir camianın parçalarıdır. Atatürk bu büyük yurdun tarihini böyle bulup yazmış ve onu Türk gencliğine hediye etmiştir. Hepimiz, bütün genclik ve millet bu irfandan aldığı hızla ve tükenmez bir imanla yürümekteyiz.'

Celâl Bayar söz alıyor

“Bayan Âfetin bu yüksek duygulu ve temiz ifadeli hitabesinden sonra Celâl Bayar, Bursa muhiti içinde çerçeveliyeceği bir iki hatırayı anlatmak üzere Ulu Önderden izin aldı.

“Celâl Bayar, düşman istilâsına karşı şahlanan Atatürkün yanına ve yardımına koşmak üzere Anadoluya giderken ailesini görmek üzere bir aralık Bursaya uğradığı sırada Ankarada Mustafa Kemalden bir telgraf emri aldığını ve bu emirde düşman kuvvetleri önüne düşen Anzavurun Bursaya hücum edeceği anlaşıldığından buna karşı müdafaa ve mukavemet tertibatı alınması yazılı bulunduğundan [bulunduğunu ] ve bu emrin nasıl tatbik edildiğini hikâye etti.

“Tarihin en büyük kumandanı”

“Celâl Bayar, heyecandan titriyen bir sesle, kendilerine Türk adı veren bir takım vicdansız ve namussuz adamların düşmana delâlet ederek Türk vatanını yabancı ordulara teslim ettirmeleri ne büyük bir eza ve azab olduğunu ve hayatının bu en büyük azabını kendisi Bursa istilâsından duyduğunu söyledikten sonra tarihin en büyük kumandanı olan Atatürkün eşsiz bir celâlet ve bükülmez bir azim ve kuvvetle bütün bir husumet dünyasına karşı şahlanarak Anadolu ortasından verdiği bir emirle düşmanları İzmir kıyılarında nasıl denize döktüğünü anlattı ve: