Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 150

  

Farmason muharrir Kadircan Kaflı'nın makalesi: “Târihte onun kadar büyük adam yoktur” (nerede kaldı ki ondan daha büyüğü olabilsin)…
***  

 

 

1.K. / 9. Fasıl

CENÂZE NAMAZI KILINDI MI?

Mustafa Kemâl'in cenâze namazı kılındı mı?

Kemalist Propaganda için eskiden böyle bir mes'ele bahis mevzûu değildi; o, yakın zamandan beri cenâze namazının kılınmış olduğunu isbât telâşı içinde bulunuyor…

Aslında, Kemalist Propagandanın, ölümü tâkîb eden ilk senelerdeki tavrıyle sonraki tavrı arasındaki şu bâriz fark dahi, araştırmacıya hakîkati sezdiriyor…

Bu da, Makyavelizmi kendine ahlâk edinmiş Kemalist Propagandanın içyüzüne vâkıf olmak için ibretâmîz bir başka bahis…

 

Dil Kurumu'nun nâşiriefkârı Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten mecmûasının 1938 “Millî Yas Sayısı”nda tam metni münderic bulunan Resmî Cenâze Programı'nın 16 Kasım 1938 başlangıç günü ile (“cenâze namazı” tiyatrosunun sahneye konulduğu) 19 Kasım 1938 sabahına âid sayfaları… “Cenâze namazı” mizanseni, Programda mevcûd değildir; Org. Fahrettin Altay'ın ısrârıyle, son dakîkada, gayr-i resmî bir uygulama olarak ortaya çıkmıştır…
 

 

 

Resmî Cenâze Programında cenâze namazı yoktu

Dil Kurumu'nun Türk Dili mecmûasının –araştırmamızda birkaç def'a atıfta bulunduğumuz- “Millî Yas Sayısı”na (ss. 27-33), 16 Sonteşrîn (Kasım) 1938  Çarşamba günü başlayıp 21 Sonteşrîn 1938 Pazartesi günü bitecek olan resmî cenâze merâsimini en ince teferrûatına kadar planlayan Atatürk'ün Cenaze Törenine Ait Esas Program, tam metin hâlinde dercedilmiştir. Bu resmî Programa göre, “Ebedî Şef” için hiçbir sûretle (günün herhangi bir vaktinde ve herhangi bir mahâlde) bir “cenâze namazı” planlanmamıştır.

Nîçin?

Kemalist Rejimin resmî cenâze merâsiminde nîçin namaz olamazmış?

Samîmî olmadığı için tenâkuzlar içinde bocalayan Kemalist Propagandanın bu vâkıayı îzâh bâbında ortaya attığı têvîller, mâkul olmaktan pek uzaktır. Bu cümleden olarak belli başlı iki têvîlle karşı karşıyayız:

1) Laik bir Devlet, kendi Şefi için tertîb ettiği resmî cenâze merâsiminde dînî bir merâsime yer veremez…

2) Câmide bir İrticâ nümâyişi olabilirdi…

Öyleyse, biz de bu iki têvîl üzerinde duralım.

Devlet, ölünün dînine uymak zorundadır

Birinci têvîl şu bakımdan iknâ edici olmaktan uzaktır:

Cenâze, Devletten evvel ölünün kendi şahsına ve âilesine âid olduğuna göre, Devlet, mâdemki resmî bir merâsimi lüzûmlu görüyor, evvel emirde ölünün dînine uygun bir merâsim tertîb etmekle mükelleftir. Böyle bir tatbîkat, “hukukî ve siyâsî planda Dîn ile Devlet işlerinin ayrılması” şeklinde târif edilen bir Laiklik telâkkîsine mugayir olamaz.

Ölünün dînine hürmet etmiyen Devlet, dîn düşmanı demektir

Bunu kabûl etmiyen bir Devlet, vatandaşlarının dînî inançlarına hürmet etmiyor, kendi hükümrânlık sâhasında Dîni ictimâî bir vâkıa olarak dahi tanımıyor, onun varlığına tahammül edemiyor demektir. Dîğer tâbirle, o, Dîn düşmanlığını esâs ittihâz eden bir siyâsî telâkkînin ifâdesidir.

Nitekim Komünizm hâric, dünyâda en katı bir laiklik telâkkîsini temsîl eden Fransa Cumhûriyeti'nde dahi cumhûr reîslerinin resmî cenâze merâsimlerinde dînî merâsimin dışlanması gibi bir tavır müşâhede edilmiyor.

Müteveffâ, Laik ise, Devlet de ona münhasıran laik cenâze merâsimi tertîbinde haklıdır

Binâenaleyh şâyed bu esbâbımûcibe doğru ise, bu hâl, Kemalist Rejimin Dîn düşmanlığına delâlet eder; Kemalist Propaganda, Kemalizmin, Dîn düşmanı olmadığı iddiâsını, kendi têvîliyle yıkmış olur…

Mâmâfih, bizzât ölen şahıs Laik, yâni Materyalist ise, elbette Devlet, münhasıran laik bir cenâze merâsimi tertîbinde mâzûrdur, daha doğrusu haklıdır…

İslâmı tepelemiş olan bu Totaliter Rejimin Müslümanlardan korkusu olamazdı

Kemalist Propagandanın ikinci têvîli birincisinden çok daha çürükdür; şöyle ki:

Birincisi, Saray'da cenâze namazı kılınması bile Resmî Cenâze Programına dâhil değildir; yâni böyle bir ihtimâl dahi akıldan geçmemiştir. Öyleyse orada da mı âsâyiş endîşesi vardı?

İkincisi, on binlerce insan Katafalkı ziyâret ediyor, cenâze top arabası üstünde caddelerden geçerek gemiye, trene, v.s. götürülüyor, TBMM önünde binlerce insanın ziyâretine açılıyor; bütün bunlarda bir âsâyiş ihlâlinden endîşe edilmiyor da her çeşit emniyet tedbîrinin kolaylıkla alınabileceği herhangi bir câmide, daha doğrusu câmi avlusunda, dört duvar arasında namaz kılınması mı bir âsâyiş mes'elesi oluyor? Hem de o günün zâbıta Devleti şartlarında!

Üstelik İslâm, “İrticâ” yaftası altında, o devirde, “İstiklâl Mahkemeleri” denen engizisyon mahkemeleriyle ve sonrasında tâkîb edilen tedhîş siyâsetiyle hiçbir Müslümanda ses çıkarmaya mecâl kalmama derecesinde ezilmiş, sindirilmiş iken!