Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 154

 
3 Nisan 1937'de, Karabük'de, bir İngiliz şirketinin kuracağı Demir-Çelik Fabrikası'nın temelini atma merâsiminde, resmin sağından îtibâren, Org. Fahrettin Altay, İktisâd Vekîli Celâl Bayar, İngiliz Sefîri Sir Percy Loraine, Başvekîl İsmet İnönü, Hâriciye Vekîli Tevfik Rüştü Aras…
19 Kasım 1938'de Dolmabahçe Sarayı Muâyede Salonu'nda kılınan gayr-i resmî ve uydurma “cenâze namazı”, Altay ile Bayar'ın müşterek teşebbüsü oldu…
***
 

 

Altay ile Bayar'ın şahâdetleri hakkında bir değerlendirme

Bu iki şahâdette hemen dikkat çeken birkaç husûs şunlardır:

Her ikisi de, göstermelik “İslâm Tedkîkleri Enstitüsü” Müdürü olan Şerefettin Yaltkaya'nın statüsünü büyütüyorlar…

Dîğer taraftan, Bayar, hâdiseyi tahrîf ederek, sanki tartışma, “cenâze namazı”nın kılınıp kılınmamasıyle değil de, câmide mi, yoksa bir başka mahâlde mi kılınması daha şâyân-ı tercîh olur mes'elesiyle alâkalıymış gibi beyânda bulunuyor. Hâlbuki Hükûmetin, “cenâze namazı” kılınmasına hiç tarafdâr olmadığı âşikârdır. Altay'ın ısrârıyle kılınan uydurma “cenâze namazı” da, protokol hârici kalmıştır…

Ayrıca, Alliance İsraélite'te yetişmesinin bir îcâbı olsa gerek, hayâtı boyunca İslâma karşı hasmâne tavırlarıyle hâfızalarda iz bırakmış olan Bayar, kendisini islâmî bilgileri kuvvetli birisi gibi takdîm ederken, gaf üstüne gaf yapıyor: Birincisi, cenâze namazı “farz değil farz-ı kifâyedir” demek mânâsızdır. Doğru tefrîk, “farz-ı ayn değil, farz-ı kifâyedir” şeklinde olmalıydı.

İkincisi de, “cenâze kaldırılmadan önce cenâze namazının kılınması”nı mûtâd olmıyan, fevkalâde bir hâl olarak göstermesidir… Acabâ bu ifâdesiyle, gûyâ “cenâze namazı”nın, cenâze, Etnoğrafya Müzesi'ndeki Muvakkat Kabr'e konulmadan günlerce evvel kılınmasındaki tuhaflığa mı işâret etmek istiyor?  Zîrâ Müslümanların an'anesi noktainazarından, cenâzenin Muvakkat Kabr'e konulmadan on bir gün bekletilmesi, beş gün zarfında halka teşhîr edilip önünde resmigeçitler tertîb edilmesi tuhaf olduğu gibi, “namazın”, cenâzenin kabre konulduğu gün (21 Kasım 1938) kılınmaması da ayrı bir garâbettir… Cesedin, mumyalanıp hiç toprağa verilmemesi ise, garâbet üstü garâbet…

Beklenmedik ve uydurma bir “cenâze namazı”

Dikkat çeken bir husûs da şu ki Altay ve Bayar tarafı, aralarındaki müzâkere netîcesinde, göstermelik bir “cenâze namazı” kılınması husûsunda mutâbık kalmışlardır; fakat bu “namaz” sahîh olmıyacak, halkın iştirâki olmadan, halktan saklanarak icrâ edilecektir… Öyle ki bir “cenâze namazı” kılınacağı, bir gün evvelinden dahi îlân edilmemiş, Saray'da böyle bir icrâatın vuku bulduğu, ertesi günki gazetelerde, sürpriz bir haber olarak intişâr etmiştir…

Göstermelik “namaz”ın esâs âmili, Makbûle Hanım değil

Bundan mâadâ, her iki şahâdette de Makbûle Hanım'a atıfta bulunulmuyor… Yâni onun ısrârlarıyle ağabeyinin “cenâze namazının” kılınması mecbûriyetinde kalındığı gibi bir hâl bahis mevzûu değil… Günümüzde, bir kısım Kemalist, hattâ anti-Kemalist neşriyâtın uydurma şahâdetlerle işlediği bu müddeâya îtibâr etmek doğru olmaz. Aşağıda, Tan'ın haberinde de göreceğimiz vechiyle, efkârıumûmiyeye “cenâze namazı”nın âilesinin talebi üzerine kılındığı gibi bir bilgi veriliyor; lâkin bu husûsa hassaten işâret edilmesinin, Laik Kemalist Hükûmetin, kendisini her çeşit dînî fiilin hâricinde tutma endîşesinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Binâenaleyh, bir “cenâze namazı” kılınması, Makbûle Hanım'ın kendini ve ağabeyini “dîni bütün birer Müslüman” olarak gösterme siyâsetine muvâfık düşse dahi, kendisinin, bu “namaz”ın esâs âmili olduğunu düşünmek hatâ olur…

Göstermelik “namaz”dan maksad, sâfderûn Müslümanları kandırmak

Esâs âmile, Tahsin Öztine'e verdiği mülâkatta, Altay işâret ediyor:

“Cenaze namazının İstanbul veya Ankara'da bir camide kılınmasından hükûmet çekinebilir, ama cenaze namazından sarfınazar edilemezdi. Bu bir zaruretti. Efkârı umumiyede çok fena tesir yapardı…”

Yâni totaliter iktidâr o devirde böyle bir tâvîze pek ihtiyâç hissetmese de, ileride Kemalist Propaganda, en azından ufku dar Müslümanlara karşı bunu bir koz olarak kullanabilirdi. Bu meyânda dikkat edilmesi lâzım gelen husûs, bu fikrin, bir stratejistin (bir orgeneralin) kafasından çıkmış olmasıdır. Hâsılı, Müslümanlığa karşı iktidâr mücâdelesinde böyle bir tâbiye geliştirilmiş ve tâbiye semeresiz de kalmamıştır…

Altay'ın mütenâkız ifâdeleri

Bir başka mes'ele, Altay'ın, aynı mevzûda birbiriyle mütenâkız beyânlarda bulunmasıdır.

Öztin'e mülâkatındaki: “Celâl Bayar gelmişti. Hükûmet çekiniyordu. Cenaze namazını bir nümayiş haline getirmek istemiyordu.”  tesbîti, bizzât câmide cenâze namazının İslâma îtibâr kazandıracağı, Kemalist Rejimin ezdiği, senelerdir cenderede tuttuğu İslâmın bir parça ferâhlamasına yol açacağı, onun ictimâî ve resmî hayâtta isbât-ı vücûd etmesi, bir nevi gövde gösterisi yapması gibi bir mânâya geleceği korkusunu ifâde ediyor.

Kitabındaki: “İstanbul'da veya Ankara'da cenaze namazı esnasında bazı dinî olaylar meydana gelmesinden laik hükûmet çekiniyormuş, namaz kılınmazsa olmaz mı?” ifâdesinden ise, Müslümanların câmide âsâyişi ihlâl ederek bir “irticâ” nümâyişi yapmalarından çekiniliyor mânâsı çıkıyor. Yukarıda îzâh ettiğimiz vechiyle, birincisini nakzeden bu ikinci iddiâ, ancak hakîkî sâiki gizleyen bir bahâne olabilir…

Bir başka tuhaflık: Soyak ve Kılıç Ali'nin sükûtu

Altay'ın Hâtırât'ında, “cenâze namazı” mes'elesi hakkında Bayar'la yaptıkları toplantıya Hasan Rıza Soyak'ın da iştirâk ettiği kaydediliyor. Bu iştirâk gayet tabiîdir. Tabiî olmıyan, ne Soyak'ın, ne de Kılıç Ali'nin, Hâtırât'larında, cesedin tahnîti, cenâze namazı, cenâze merâsimi gibi mevzûlara hiç yer vermemeleridir.