Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 155

Tan gazetesinden göstermelik “namaz” hâdisesinin nakli

Org. Fahrettin Altay'ın stratejik bir projesi olarak, Saray'ın Muâyede Salonu'nda, 19 Kasım 1938, sâat 7.50'de, yâni resmî Programın başlayacağı sâat olan 8.30'dan evvel, halkın iştirâki olmadan, onun nazarlarından uzakta, ondan saklanarak kılınan bu gûyâ “cenâze namazı”nın nasıl bir şey olduğu ise, Sertel'lerin Tan gazetesindeki haberden gayet iyi anlaşılıyor:

“Atamıza Yapılan Son Teşyi Merasimi

[…]

“…Ortalık ağarmaya başlamış, saat altıya gelmişti. Merasimde bulunacak olan zevat birer ikişer saraya geliyorlardı. Yediye kadar herkes vazifesi başına gelmiş bulunuyordu. Biraz sonra protokolda vazife almış olan Üniversiteli kız ve erkek talebe ile askerî tıbbiyeliler de geldiler. […]

“Saat 7.15 te Büyük Millet Meclisi namına merasimde bulunmaya memur olan heyet azası gelmişlerdi. Bu esnada merasim komutanı Orgeneral Fahrettin Altay da hazırlıklarla bizzat meşgul oluyor, lâzım gelenlere icap eden emirleri veriyordu.

“Atatürkün muazzez nâşlarını ihtiva eden mukaddes tabutun mevzu bulunduğu salonda [Muâyede –bayramlaşma, merâsim- Salonu'nda], saat 7.30 da ihtiram nöbeti değiştirildi ve Orgeneral Fahrettin Altay, General Cemil Cahit [Toydemir], General Halis Bıyıktay, General Salih Omurtak, General Kemal Doğan nöbet aldılar.

“Bu esnada Büyük Millet Meclisi azaları da salona girmişler, Atatürkün huzurlarında tazimle durmuşlardı. Saat 7.45 e geldiği zaman ebedî şefin son ihtiram nöbetini muhafız alayı komutanı Albay İsmail Hakkı [Tekçe], başyaver Celâl [Öner], yaver Naşit, yaver Cevdet, yaver Şükrü ve muhafız bölük komutanı Veysi aldılar.

“Bu son nöbet zarfında Atatürkün mukaddes huzurlarında da saylav Kılıç Ali, Recep Zühtü [Soyak], Hasan Cavit [Belül], Hasan Rıza [Soyak] ve eski yaverleri Giresun mebusu Mazhar son hürmet ve tazim vakfesini yapmış bulunuyorlardı.

“Saat 7.50 de Atatürkün mukaddes tabutunu ellerinde taşıyarak top arabasına götürecek 12 general salona girdiler. […] Salona giren Generaller evvelâ tabutun üzerindeki örtüyü kaldırdılar, Atatürk'ün muazzez nâaşlarını ihtiva eden abanoz sanduka meydana çıkmıştı. Bu mukaddes sanduka salonun ortasına getirildi.

“Büyük Ölünün cenaze namazı kılınacaktı ve Atatürk ailesi namazın resmî merasimden evvel muayede salonunda kılınması arzusunu izhar etmiş bulunuyordu. Sandukanın önünde biri subaylardan, diğeri erlerden, üçüncüsü de sivillerden müteşekkil üç büyük saf teşekkül etti. İmamlık vazifesini İstanbul Üniversitesi İslâm Tetkikleri Enstitüsü ordinaryüs profesörü Şerafettin Yaltkaya, müezzinlikleri de hafız Yaşar ve hafız İsmail yapıyorlardı.

“Namaz türkçe kılınıyor, tekbirler türkçe alınıyordu:

Tanrı Uludur.

Tanrı Uludur.

Tanrı Uludur.

Tanrının rahmeti senin üzerine olsun.

“İmamın bu şekilde aldığı tekbirleri müezzinler de ayrı ayrı, bu şekilde tekrarlıyorlardı. Namaz bittikten sonra simsiyah altı atın koşulduğu top arabası muayede salonunun denize nazır kapısı önüne getirildi. Saat sekize gelmiş, Galata kulesinden verilen işaret üzerine toplar atılmıya başlamıştı.

“Saat sekizi on geçe büyük salonun kapısı açıldı, beş dakika sonra da nâşı muhafaza eden tabut, muhafaza kıtası erlerinin ve Generallerin elleri üzerinde dışarı çıkarıldı…” (Tan, 20.11.1938, s. 3)

Sertel'lerin Tan gazetisinin 20 İkinci Teşrîn 1938 târihli nüshasında (s. 3), Dolmabahçe Sarayı'nın Muâyede Salonunda ve Resmî Cenâze Merâsimi Programı hâricinde kılınan uydurma “cenâze namazı”nın tasvîri…
*** 

 

 

 

Kemalist bir hâfız: Yaşar Okur

Bu habere göre, “cenâze namazı”nın iki müezzininden biri “Hâfız Yaşar”dır. Hilâf-ı hakîkat olarak Efendi'sini pek dîndar birisi olarak tanıtmaya çalışan, aralarındaki münâsebet hakkında da yalan söyleyen, “ölünceye kadar yanında olduğunu” iddiâ ettiği Efendi'sinden, Bal Mahmut'un naklettiğine göre, her ikisine Kur'ân kırâat ettirdiği bir gün: “- Sen nerdesin be adam? Hâfız nerde diye ne zaman sorsam seni bulamazlar, hastadır derler. Ama yalan, sen temâruz ediyorsun! Senin bir şeyin yok! (Hâfız cevap vermeye hazırlanırken:) - Yeter, kâfi, fazla konuşma! Bir iskemle al, masanın sonundaki köşeye otur! […] - Bak buraya! İşte zekâ ile aptallığın mukayesesi! […] Şaşkın herif!” gibi hakaretlere mâruz kalan (Bal Mahmut'un Hâtıraları, Tercüman, 26.3.1981, s. 3) Riyâset-i Cumhûr İncesaz Hey'eti Şefi Hâfız Binbaşı Yaşar Okur (1886-1966), 1948'de, Cemal Kutay'ın Millet mecmûasına bu hâtırasını şöyle anlatmıştı:

“…Yata geldikten sonra ne saz çaldı, ne de ben söyledim. Fakat ölünceye kadar yanında idim. Cenaze namazında sayın Şerafettin Yaltkaya'nın yazıp verdiği şeyi ben okudum. Şöyledir: [Dört def'a] Tanrı Uludur, [sonra, iki def'a] Tanrının acıması, esenliği size olsun!” (Millet, “Bilinmeyen Atatürkten Hâtıralar; Atatürk ve Türk Musikisi”,  26 şubat 1948, sayı 108, s. 4)

 

Efendisi hakkında yalancı şâhidlik yapan Hâfız Yaşar Okur… Uydurma “cenâze namazı”nda da rol aldı…
*** 
 

 

 

Nîçin sahîh cenâze namazı değil?

Bu hâtıralardan (ki bunlara –Şapolyo'nunki gibi- aynı mâhiyette başkaları da ilâve edilebilir) kat'î sûrette anlaşılıyor ki Mustafa Kemâl için Dolmabahçe Sarayı'nda icrâ edilen bu sahte dînî merâsim, iki cihetle Müslümanlığın emrettiği sahîh cenâze namazı değildir:

Birincisi, hâlis niyet mahsûlü değildir; müteveffânın İslâma karşı derin husûmeti bilindiği hâlde, sırf “efkârıumûmiyede çok fenâ têsîr yapmasın”, îcâbında Müslümanlara karşı Kemalist Propagandanın elinde bir koz olsun diye kıldırılmıştır. Bu muhâkemede dahi, dînî bir vecîbenin îfâsından ziyâde, “örfe, millî an'anelere uymak” düşüncesi ağır basmıştır. Hâlbuki “Ameller niyetlere göredir”; hâlis niyet mahsûlü olmıyan bir amel, bizâtihî hayırlı olsa dahi, kıymetsizdir.

Şu husûsa da yeri gelmişken dikkat çekmeliyiz: Sahîh bir cenâze namazı, müteveffâ hakkında muhlisâne yapılan duâlar, v.s. dahi bir münkiri mü'min yapmaz, hakkındaki hükmü değiştirmez; “îmân”, tamâmen şahsî bir tercîhdir ve karşılığı da bu tercîhe nisbetledir.

İkincisi, bu uydurma namazı, Yaltkaya, bütünüyle “Öztürkçe” olarak kıldırmıştır. Namaz ise, mutlaka, Resûlullâh Hazretlerinin tâlîm ettiği gibi, Arapça kılınmak zorundadır.