Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 156

Bilinmelidir ki gerek bütünüyle Kur'ân-ı Kerîm, gerekse namazlarda okunan Sûreler, hem lâfız, hem mânâ, hem de üslûp îtibâriyle İlâhî kaynağa âiddir. Bir başka lisânda bunların hepsini birden vermek mümkün olmaz; şâyed mümkün olsaydı, Kur'ân'a nazîre yazılmış olurdu… Zâten, umûmî kaide olarak, “ideal tercüme”, yâni aslının tıpatıp kopyası olacak bir tercüme muhâldir; bilhassa edebî metinlerin (ki mümeyyiz vasıfları san'atli sübjektif üslûbla kaleme alınmak ve değişik yorumlara müsâit müteaddid mânâlı –“polysémique”- olmaktır) tercümeleri kat'iyen asıllarının yerini tutmaz; tercüme ilminin bu tesbîti Kur'ân-ı Mûciz için haydi haydi doğrudur.

Dîğer tâbirle, hiçbir tercüme, hiçbir Meâl, Kur'ân-ı Kerîm'in aslı yerine ikame edilemez; böyle bir metne Kur'ân muâmelesi yapılamaz; binâenaleyh Türkçe Meâlle namaz kılınamaz.

Her mütercime göre değişen bu Meâllerin Kur'ân-ı Mübîn'in yerini tutacağı iddiâsı, bunların Kur'ân-ı Mûciz'in muvaffak olmuş nazîreleri olduğunu iddiâ etmektir, ki bu, şek ve şüphesiz, Küfürdür.

Namazın Tekbîrleri ve sâir duâları da bizzât Hz. Peygamber tarafından tâlîm edilmişlerdir ve İslâmın şiârlarıdır.

Nerede “Allâhü Ekber” ve “Es-selâmü aleyküm ve Rahmetullâh”, nerede “Tanrı Uludur” ve “Tanrı'nın acıması, esenliği size olsun”! “Eyne's-serâ ve's-süreyyâ!”

Müslüman, Resûl-i Ekrem'in tâlîmine hulûs-i kalble teslîm olan insandır; bir Mü'min, aslâ Allâh'ın ve Resûlünün emirleriyle oynamaz, onları kılıktan kılığa sokmaz. Aksine dâir kat'î delîl olmadıkça, on dört asırdır bütün hakîkî Müslümanların Sünneti olan bu telâkkî ve tavra muhâlefet edilemez. Buna muhâlefet edenler, sinsi sinsi Dîni gözden düşürmeye çalışanlar, Müslümanların ittihâdını bozmak, onları birbirine düşürüp Emperyalizmin yemi yapmak isteyen münâfıklardır.

Hülâsa, Kur'ân'ın aslı yerine başka lisânlardaki Meâllerini ikame ederek ibâdet etmekte hiçbir maslahat olmadığı gibi, bilakis pek büyük fitne vardır.

Mâmâfih, bu tenkîdden kasdımız, (kat'iyen Kur'ân-ı Mübîn'in aslına alternatif olarak –ki bu Küfürdür- değil) münhasıran Kur'ân-ı Hakîm'in mânâsına derinlemesine nüfûz edilmesini sağlamak hâlis niyetiyle kaleme alınmış Meâller ve Tefsîrler değildir. Her biri müterciminin damgasını taşıyan bu çeşit eserlerin de bir tânesine bağlanmamalı, birkaç tânesi birden mukayeseli olarak tedkîk edilmeli, her hâl-ü-kârda onlara karşı da tenkîdî zihniyetle hareket edilmelidir…

Uydurma “cenâze namazı”nı kıldıran Şerefettin Yaltkaya hakkında bir değerlendirme

Mustafa Kemal'in -göz boyamaktan ibâret, hattâ İslâma uyarmış gibi görünürken dahi ona muhâlefet mânâsı taşıyan, 19 Kasım 1938 sabahı sâat 7.50'de, yâni resmî merâsimin başlayacağı sâat 8.30'dan evvel, Saray'da, Mü'minlerin iştirâkinden ve nazarlarından uzakta, saklanarak, “Tanrı Uludur” ve “Tanrı'nın acıması, esenliği size olsun” lâkırdılarıyle ve abdestli olduğu dahi şüpheli asker, sivil ve Saray mensûblarından müteşekkil küçük bir cemâat tarafından kılınan, hâlis niyetle ve Sünnete, islâmî erkâna tâbi olmadan kılındığı için sahîh olmıyan- “Öztürkçe cenâze namazı”nın, bir başkasına değil de Şerefettin Yaltkaya'ya (1879-1947) kıldırılması, pek mânidârdır.

 

19 Kasım 1938'de, Dolmabahçe Sarayı'nın Muâyede Salonu'nda uydurma bir “cenâze namazı” kıldıran Şerefettin Yaltkaya (ortada), kendine mâbûd edindiği Mustafa Kemâl hakkında “O, bizim için bir yarı İlâhdır!” diyen Farmason, irfânsız Maârif Vekîli Hasan Âli Yücel'le (Yaltkaya'nın solunda)…
*** 
 

 

 

Çünki bu ilâhiyatçı, dünyevî nîmetleri uhrevî mükâfattan üstün tutan şaşkın biri olmalı ki iki kademeli Kemalist “Dîn İnkılâbı” projesine âlet olmuştu. İki kademeli bu “Dîn İnkılâbı”nın esâs vâsıtası “Öz Türkçe”, yâni uydurma dille ibâdetti.

Avâm için: “Öz Türkçe Ezân”, “Öz Türkçe Kur'ân Tilâveti”, “Öz Türkçe Namaz”, havraya benzetilen câmide sandalyelere oturarak ve mûsıkî refâkatinde âyin…

Havâss için de: Müslümanlık yerine katıksız Materyalizm, Frenk Mukallidliği, Avrupa Medeniyetine temessül…

Her iki zümre için ortak payda: Şahısperestlik ve Avrupacılık… (Bu mevzûda başka bir çalışmamızda mufassal mâlûmat vermiş bulunuyoruz.)

İşte Prof. Yusuf Hikmet Bayur'un bu projede kullanmak üzere kendilerinden Şefi nâmına bir nevi fetvâ aldığı iki ilâhiyatçıdan biri, Şerefettin Yaltkaya'dır. 

Yaltkaya ve İsmail Hakkı İzmirli, “Kur'ân'ın Türkçe Tercümesiyle Namazda Okunması” başlığını taşıyan, 5 Mart 1934 târihli 5 sayfalık kısa tedkîklerinde, bilhassa Ebû Hanîfe ve Hanefî mezhebinin bâzı fakîhlerinin reylerini bahis mevzûu ederek, netîce îtibâriyle, “nazm-ı Arabîyi telâffuz kudreti olsun ve olmasın, herhangi bir kimsenin namazda Kur'ân'ı herhangi bir dil ile okuması câizdir” fikrini telkîn ediyor, zımnen “Öz Türkçe Ezân” uydurmasını da tecvîz ediyor (“İmâm-ı Âzam'a göre, Ezânda mûteber olan örftür”), bu sûretle, münâfıkça İslâmı yıkmayı hedef alan “Öz Türkçe İbâdet” projesine âlet oluyorlardı. (Tedkîkleri, Hikmet Bayur'un şu makalesine tam metin hâlinde dercedilmiştir: “Kur'ân Dili Üzerine Bir İnceleme”, Târih Kurumu neşri Belleten, Ekim 1958, c.: XXII, sy.: 88, ss. 599-605)

Mâmâfih, Kemalist “Dîn İnkılâbı” projesine muvâfık bu “inkılâpçı cenâze namazı”na Yaltkaya'nın kendi başına kalkışmış olması düşünülemez; kendi temâyülü ne olursa olsun, ancak Başvekîl Celâl Bayar'ın tâlîmatıyle böyle bir fesâda cür'et etmiş olmalıdır…

Çantay'ın Yaltkaya'ya yönelttiği tenkîdler

Yaltkaya'yı yakından tanıyan (Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm isimli 3 cildlik Şerhli Meâl'in mütercim ve müellifi, TBMM 1. Devre Balıkesir Meb'ûsu) Hasan Basri Çantay merhûm (1887-1964), vefâtı vesîlesiyle ve Dr. Adnan Adıvar'a îtirâz kabîlinden kaleme aldığı bir makalede, onun, “Öz Türkçe İbâdet” fikrinden hayâtının son demlerinde vaz geçtiğini ifâde etmiş, ayrıca hem Diyânet İşleri Reîsi olarak (1942-1947) gayretsizliğini, hem de Arapça bilgisini tenkîd etmişti:

“Rahmetli [Şerefeddin Yaltkaya]'nın Kur'ân-ı Kerîm'i yalnız hariçte değil, namazda da türkçe okutmak, Kitabullah'ın bir çok âyetlerini makasla kırkıp ancak kendisinin beğendiklerini ve tercüme ettiklerini ‘namaz âyetleri' olarak kabul ettirmek… hevesile ve üstâd-ı âzamın himmetile o makama geldiğini ve bir zaman o hevesin ardından koştuğunu, bu maksadla bir çok görüşmeler ve araştırmalar yaptığını biliyorum. O, bu hevesinden herhangi bir sebeble vaz geçmiş olduğu için sözü başka iki esaslı noktaya çeviriyorum:

“Şerefeddin Yaltkaya'nın ‘İslâm Ansiklopedisi'nde ve Millî Eğitim Bakanlığının neşrettiği diğer bazı kitablarda belki faydalı rolleri olmuştur. Fakat o, asıl vazifesini teşkil eden Diyanet İşleri Başkanlığında kendisinden beklendiği veçhile esaslı hiç bir hizmet yapmamıştır. O müesseseyi büsbütün dumura uğratmıştır. ‘Benim Dinim' adlı kısa manzumesini, o, başkan olmadan da yazabilirdi. Aylarca evine kapanarak yazmaya çalıştığı ve henüz bitmeden kaçar aded satabileceklerini müftülerine sordurduğu hutbe kitabını da gördük!

“Biz, ondan ne bizzat öyle bir manzume, ne de böyle bir hutbe yazmasını değil, memlekette hamdolsun henüz mevcudü tükenmeyen, fakat gittikçe azalan arapça ve farsça bilir adamları etrafına toplayıp mühim ana kitapları durmadan dilimize çevirtmesini, kendi teşkilâtına bağlı olan müftü, vâiz ve müderrislerle o teşkilâttan hariç ilim adamlarımızı bu memlekete tam hizmet edebilecek faal ve teceddüdperver bir duruma getirmesini, bu suretle dinimize, kültürümüze ve hattâ tarihimize yarar himmetler ve hizmetler sarfetmesini beklerdik. ‘Ordinaryüs profesör' olmak şöyle dursun, diğer herhangi bir ünvana bile malik olmayan selefi rahmetli Rifat Efendi [Börekçi], binnisbe o hocadan daha çok muvaffak olmuş, daha meşkûr hizmetler yapmıştır. Selefinin başladığı işleri bile Şerefeddin hoca kısırlığa uğratmıştır. İşte bir din ve ilim adamının, bir vazife sahibinin hal tercümesinde tebarüz etmesi lâzım gelen asıl noktalar bunlar olmak gerektir!

“Evet, Şerefeddin Yaltkaya, kendisini bu memlekette Arap edebiyatının yegâne mütehassısı olarak görür ve en çok görüştüğü yüksek mevki sahibi insanlara da öyle gösterirdi. Aziz doktorumuz Adnan Adıvar da işte bu inandadır.

“Fakat kendisine, bu alanda azçok emek harcamış bir adam olmak haysiyetile, âcizane haber verelim ki: O iddiayı ‘hoca'sının arapçadan bizzat dilimize çevirdiği eserleri apaçık tekzip edip durmaktadır!

“İşte Diyanet İşleri Başkanı iken Millî Eğitim Bakanlığı namına tercüme edip “Yedi Askı” adiyle intişar sahasına koyduğu eser! Bir eser ki metni cahiliyet devrinde yaşamış en yüksek Arap şairlerine aiddir ve onun tercümesi hocaya Arap edebiyatı imtihanından kaç numara alabileceğini göstermeğe kâfi ve vafi idi. Arap edebiyatına müntesip olan herkes onu okuyunca hayretler içinde kalmış, göklere yükseltilen bir şöhretin o fecî sukutunu teessürle seyretmiştir. Bu eser hakkındaki âcizâne tenkîdlerimi, rahmetli sağ ve âfiyette iken kendisine takdim etmiştim. Cevap vermedi. İbni Hassul'ün Türkler hakkında yazdığı arapça eserin tercümesindeki bariz hatalarını da, muallim Nafiz Bey, 23, 24 sayılı İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuası'nda kelime kelime, cümle cümle göstermişti. Merhum buna da cevab veremedi. Allah rahmet etsin!” (Hasan Basri Çantay, “Diyanet Reisi Merhum Yaltkaya Hakkında; -İstanbul Milletvekili Doktor Adıvar'a-”, İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmûası, Ağustos 1947, II/76: 7-15)