Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 161

Börekçi'nin Kemalist Rejime karşı vakūr müdâfaası

Rifat Börekçi merhûm, birkaç sayfalık kendi yazısında ise, Bayur'a ve arkasındakilere, şu müessir ifâdelerle mukabele ediyor:

“Mâlûm-ı devletleri olduğu vechîle, Riyâset-i Dâiyânem, Büyük Millet Meclisi'nin tensîbi üzerine salâhiyet ve ihtisâsları müsellem olan zevât ile bir mukāvele yaparak Buhârî-i Şerîf ile Kur'ân-ı Kerîm'in tefsîr ve tercümesini yazdırıp Buhârî-i Şerîf tercümesini kısmen tab ve neşrettikten sonra Tefsîr'in tab'ı için Devlet Matbaası ile bir mukāvele yapmış ve iki sene evvel mezkûr matbaaya Tefsîr formalarını tevdî etmişti. Matbaa ile imlâ şekline âid zuhûr eden ufak bir ihtilâf yüzünden mes'ele Maârif Vekâleti'ne aksetmiş ve Vekâlet, şekli bırakarak, takdîri sırf Makam-ı Âcizâneme âid bulunan esâslara geçmiştir.

“Selâhiyet sâhamıza müdâhale edilemez!”

“Filhakîka, dînî mesâilin tedvîri gibi Dîn Kitabımıza âid bulunan tefsîr ve tercümenin ne şekilde yapılacağı, bunların tedkîki ve ne sûretle tab ve neşredilmek lâzım geldiği de doğrudan doğruya Makāmımıza verilmiş bir haktır. Buna başkalarının şu veyâ bu şekilde müdâhale etmeleri ne dereceye kadar doğru olduğunu Yüksek Makāmınızın takdîrine bırakıyorum. […]

“Aslının yerine ikāme edilebilecek bir Kur'ân tercümesi olamaz!”

“Tefsîr muharririnin Mukaddime'de Kur'ân'ın kat'iyen tercüme edilemiyeceğini sarâhaten söylemiş olmasına gelince, muharririn bundan maksadı, Kur'ân-ı Kerîm, ‘atıyen ve harfiyen', yâni hâvî olduğu bütün incelikleriyle, misli misline tercüme edilemez demektir. Muharririn bu sözü en doğru bir sözdür. Bunun hilâfını iddiâ etseydi, yalan söylemiş olurdu. Bu hakîkati yalnız bizim Tefsîr muharriri söylemiş değil[dir]; belki bilâistisnâ Garbde ve Şarkta Kur'ân-ı Kerîm'in tefsîr ve tercümesiyle uğraşmış olan bütün âlimler bu hakîkati îtirâf etmişlerdir. [Bu nokta-i nazarı têyîden 2-3 sayfa tutan birkaç misâl zikrettikten sonra:]

“Elmalılı, Tefsîr'inde, müsbet ilimlere istinâd edebilecek ehliyeti hâizdir”

“Tefsîr kitabında bâzı fennî mebhasler hakkında mütâlâalar yürütülmesi ve bunun mahzûrdan sâlim olmadığı cihetle kaldırılması mes'elesine gelince, Maârif Vekâleti'nin, salâhiyatdâr saydığı zevâttan mülhem olduğunu zannettiğimiz bu fikirlerini hayretle karşıladık. Tefsîr kitabını yazan zât, nazariyât-ı fenniye ile esâsât-ı dîniyenin ayrı ayrı muvaffaklarını çok iyi bilen yegâne bir mütehassıs olduğu için Tefsîr kitabında her mes'ele dâimâ kendi mevkıini muhâfaza etmiş ve bu sûretle ilm ile dîn beyninde nizâ olmadığı gösterilmiştir. Maârif Vekâleti'nin salâhiyetdâr dediği zevâta –kendi tâbirimce Tefsîr kitabındaki yazıları nakzedecek sûrette- yazdırıldığı ve Tefsîr kitabına Mukaddime olmak üzere Makāmımıza gönderildiği başlangıca gelince, vazîfemize karşı vukū bulan böyle bir müdâhaleyi kabûl edemiyeceğimizi, bilhassa bu gibi yazılara hiç de ihtiyâcımız olmadığını arza yüksek müsâadelerinizi ricâ ederim.

Elmalılı Tefsîri'nin Mukaddime'sini kendimiz yazmaktan âciz değiliz!”

“Riyâset-i Dâiyânem, kendisine ayrılmış olan sâhada lüzûm gördüğü her türlü yazıyı yazmak ve yazdırmaktan âciz değildir. Başlangıç olmak üzere gönderilen [İzmirli ve Yaltkaya'ya âid] yazıların kıymet-i ilmiyesi, merbûtan takdîm kılınan tedkîkat ve mütâlâat-ı ilmiyeden [Elmalılı tarafından kaleme alınan ekteki “Kur'ân'ın Tercümesi ve Tercüme İle Namazın Câiz Olup Olmayacağı” başlıklı makale] vâzıhan anlaşılacağı derin saygılarımla arzolunur, Efendim Hazretleri. [İmzâ] Diyânet İşleri Reîsi.” (Necmi Atik, m.m., 2016: 18-21'den naklen. Bilhassa değerli araştırmacı Necmi Atik ve ayrıca Elmalılı'nın ona rahmetli dedelerinin evrâk-ı metrûkesini tedkîk imkânı tanıyan torunları, hem Mehmed Âkif merhûmun Meâlinin kendi eliyle kaleme alınmış bir kısmını, hem de Rifat Börekçi ve Elmalılı'nın burada bahis mevzûu ettiğimiz yazı ve makalelerini gün ışığına çıkardıkları için takdîr ve şükrânlarımızı hakketmişlerdir. Allâh cümlesinden râzı olsun!)

 

“TÜRKÇE KUR'ÂN MI VAR BEHEY ŞAŞKIN?”

Rifat Börekçi, Ahmed Hamdi Akseki ve  Elmalılı Hamdi Yazır üçlüsünün (Allâh cümlesine ganî ganî rahmet etsin!) Elmalılı'nın kalemiyle semâya hâkkolan bu nidâsı, Kemalist “Dîn İnkılâbı” projesi için pek ağır bir darbe  olmuştur….
*** 
 

 

 

 

Börekçi ve Akseki'nin îkāzı

Gün ışığına çıkan bu hakîkatler karşısında, başka pek çok hizmetleri yanında, Elmalılı Tefsîri, Mehmed Âkif Meâli, Buhârî'nin Tecrîd-i Sarîh'inin Babanzâde Ahmed Naîm Tercümesi gibi şâheserlerin meydana çıkmasına, tahrîfsiz, tâvizsiz baskılarla Millî Kütüphânemize kazanılmasına vesîle olan Rifat Börekçi ve Ahmed Hamdi Akseki gibi –hakîkî mânâda mücâhid- âlimlerimizi şükrân ve rahmetle yâd etmek, hepimizin  boynuna borç olsa gerektir.

Binâenaleyh nasıl ki Akseki merhûm -şuûrlu, tahkîkî, geniş ufuklu Müslümanlık telâkkîsi, irfânı, ahlâkı, nümûnevî hayâtıyle- bu memlekette İslâmın hayât menbâlarından biridir, Üstâdı Börekçi merhûm da öyledir ve bu iki sahîh Mü'minin o uydurma “cenâze namazı”nı kıldırmamış olmaları, Milletimize başlıbaşına bir îkāzdır…

Totaliter Rejimin ağır baskılarına rağmen, haysiyetli tavırlarıyle, “Dîn İnkılâbı” projesini akamete uğratan (selef ve halef) iki muhterem Diyânet İşleri Reîsimiz (Rahmetullâhi aleyhim)… Uydurma “cenâze namazı”nı kıldırmamış olmaları, Milletimize başlıbaşına bir îkāzdır…
***  

 

 

 

 

Onlar, “Tek Adam” için uydurma “cenâze namazı”nı kıldırmadılar; hiç şüphesiz, İnkârını gayet iyi bildikleri ve senelerce Müslümanlık üzerinde estirdiği tedhîşe bizzât şâhid oldukları müşârünileyh için sahîh bir cenâze namazı da kıldırmazlardı… Bu müddeâmızın en mühim delîllerinden birisi, rahmetli Diyânet İşleri Reîsi Ahmed Hamdi Akseki'nin, hem 26 senedir sürüp giden Dîn mezâlimini durdurmasını ricâ etmek, hem de Milletine hakîkatleri gösteren târihî bir vesîka bırakmak maksadıyle, vefâtından (9 Ocak 1951) hemen birkaç hafta evvel (18 Aralık 1950'de) kaleme alıp Başvekîl Menderes'e arzettiği Dîn Tedrîsâtı ve Dînî Müesseseler Hakkında Bir Rapor'udur.

Târihî Türkçenin pek güzel bir nümûnesi olan ve gayet vecîz ifâdelerle kaleme alınan bu Rapor'dan şu birkaç satır dahi, Rifat Börekçi veyâ Ahmed Hamdi Akseki'nin nîçin Mustafa Kemâl için –en azından kendi ihtiyârlarıyle- sahîh bir cenâze namazı kıldırmak istemiyeceklerini anlamaya kâfîdir:

“Ebedî” ve “Millî Şefler” devrinde, “çocuklarımızın kıpkızıl birer dînsiz olmaları için her şey yapılmıştır”

“…Bugün memleketin birçok yerlerinde, hakîkî ve münevver bir din adamı bulmak şöyle dursun, câmilerde mihraba geçerek halka namaz kıldıracak, minbere çıkıp hutbe okuyacak bir imam ve hatip bile bulunamamaktadır. Hatta bazı köylerimizde, ölenlerin teçhîz ve tekfîni ile ebedî istirâhatlerine tevdî gibi en basit dinî bir vazîfeyi îfâ edecek kimseler dahi bulunmamakta ve cenâzelerin, kaldırılmadan günlerce ortada kalmakta olduğu senelerdenberi işitilmekte ve görülmektedir. […]

“Hâriçte ve mekteplerde din aleyhdarlığı propagandaları yapılmakta, Anayasa, din ve vicdan hürriyetini teminat altına almasına, ailelerin kendi çocuklarına din dersleri okutmalarına Anayasadan başka Medenî Kanûnun da müsâit bulunmasına rağmen, tatbîkatta buna meydan verilmemekte ve değil din dersi, sadece Kur'ân-ı Kerîm okuyanlar bile cürm-ü meşhûd hâlinde ellerinde Kur'ân'ları olduğu hâlde mahkemelere sevk olunmakta idi. […]