Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 162

“Ekalliyetlerde bile din adamları yetiştiren muazzam din müesseseleri olduğu halde, hâlen Diyânet İşleri Başkanlığının, kolej şeklinde olsun, bir meslek mektebi yoktur. [Bunların netîcesi olarak] gerek gençlikte ve gerek halk tabakasında bir dînî buhrân [baş göstermiştir]. […]

“Bizde olduğu gibi, 26 sene, din derslerinin mekteplerde değil, evlerde bile adını andırmamak gibi bir şey, ne Amerika'da, ne dünyanın herhangi bir yerinde [demokratik ülkesinde] hiçbir zaman vârid olmamıştır. […]

Çocuklarımıza gerek mekteplerde ve gerek başka vâsıta ile 26 seneden beri dîn ve ahlâk aleyhinde söylenebilecek ne varsa hepsi söylenmiş, telkîn edilmiş ve kıpkızıl bir dînsiz olmaları için her şey yapılmıştır. Bugünkü gençler komünist olmamışlarsa, bunu âilelerindeki kuvvetli dîn terbiyesine borçluyuz… (Diyânet İşleri Reîsi Ahmed Hamdi Akseki'nin, Sebilürreşad mecmûasının Nisan-Haziran 1951, V/100-105. nüshalarında tam metin hâlinde neşredilen mufassal Rapor'undan)

 
Diyânet İşleri Reîsi Ahmed Hamdi Akseki'nin şahâdeti: “Çocuklarımıza gerek mekteplerde ve gerek başka vâsıta ile 26 seneden beri dîn ve ahlâk aleyhinde söylenebilecek ne varsa hepsi söylenmiş, telkîn edilmiş ve kıpkızıl bir dînsiz olmaları için her şey yapılmıştır. Bugünkü gençler komünist olmamışlarsa, bunu âilelerindeki kuvvetli dîn terbiyesine borçluyuz…”
***   

 

 

 

 

 

 

1.K. / 10. Fasıl

F.ALTAY VE İ. H. TEKÇE'NİN “DÎNDÂR ŞEF” UYDURMALARI

Gerek işbu araştırmamızda, gerekse evvelkilerde Mustafa Kemâl'in ne çocukluk, ne delikanlılık, ne gençlik, ne olgunluk, ne de ölümcül hastalık devrelerinde Müslümanlıkla alâkasının olmadığını, yâni Müslümanca yaşamak gibi bir mes'elesi bulunmadığını birçok müsbit delîlle gözler önüne sermiş bulunuyoruz. Elbette, o devirde Osmanlı mekteblerinde okuyan herkes gibi ve o günki ictimâî hayâtın îcâbı olarak o da kuvvetli bir İslâm bilgisiyle yetişmiştir. Geniş bilgi sâhibi olmuş, lâkin îmân etmemiştir… Şahsıyetinin teşekkülünde müessir olan esâs âmiller, mensûb olduğu cemâatin ve Selânik'in –bilâhare, 30 yaşında, kendisinin de intisâb ettiği- Mason muhîtinin telkînleri, ayrıca delikanlılık çağından îtibâren okuduğu materyalist ve İslâm aleyhdârı neşriyâttır. Netîce olarak, İslâmın eşine ender rastlanır bir hasmı olmuştur. Şu var ki 16. Maddeden mülhem “Millî Sır” startejisi mûcibince, hedeflerine ulaşmak için, koyu bir Müslüman görünmeyi, yerine göre bir Şeyhülislâm ağzıyle konuşmayı ihmâl etmemiştir. Onun bilhassa İstiklâl Harbi zarfında ve 1923 senesinde iktidârı zaptedinceye kadarki tavrı böyledir. Bundan sonrasında (daha doğrusu 1923'ten îtibâren), “İrticâ” yaftası altında ve her fırsatta İslâma hücûm etmekten hâlî kalmamış, husûsen ömrünün son senelerinde, muhtelif vesîlerle, İnkârını ve Müslümanlığa karşı duyduğu derin nefreti bütün dünyâya îlân etmekten çekinmemiştir…

Hakîkat-i hâl böyleyken, Kemalist Propaganda, Kemalizmi ayakta tutabilmek ve onu bütün halka benimsetebilmek için, husûsen 1940'lı senelerin ortalarından îtibâren, “Müslüman”, hattâ “Dîndâr Şef” efsânesini ve Kemalizmle İslâm arasında tezâd olmadığı fikrini işlemeye başlamıştır. Böylece bir “Kemalist Müslümanlık” cereyânı doğmuş ve Kemalist Rejimin muazzam imkânlarıyle desteklenen bu dalâlet, günümüzde, İlâhiyât ve Diyânet câmiasında dahi kök salacak dercede neşvünemâ bulmuştur.

Garîbdir ki bu “Kemalist Müslümanlık” stratejisine katkıda bulunanlar arasındaki iki sîmâ da, Müslümanlıkla ancak hasmâne münâsebetleri bahis mevzûu edilebilecek Orgeneral Fahrettin Altay ile Tümgeneral İsmail Hakkı Tekçe'dir… Yâni bunlar, aslında, “bozacının şâhidi şıracı” kabîlinden şâhidlerdir… Bununla berâber, Kemalist İhtilâlin öncü kadrolarına mensûb bu iki şahsıyet üzerinde durmak, Kemalizmin yaldızlı zarfla gizlenmiş hakîkî mazrûfuna nüfûz etmek bakımından faydadan hâlî değildir. Bâhusûs Fahrettin Altay üzerinde… Çünki Mustafa Kemâl'in ölümüne kadar hep onun en yakınları arasında yer almış ve ölümünden sonra da bu yakınlığı sebebiyle Cenâze Merâsimi Kumandanı tâyîn edilmiş olan Altay, bir taraftan “Büyük Şef”inin “Dîndârlığından” dem vururken, dîğer taraftan, ona misâfir olduğu on gün zarfında onun çok yakından müşâhede ettiği günlük hayâtına dâir, kendi kendini tekzîb eden bilgiler veriyor… Dahası, İslâma ve Türklüğe karşı affedilmez cinâyetler işlemiş bu şahıs, hayâ hissinden pek bînasîb olmalı ki, bir de Türklere Müslümanlık dersi vermeye kalkışıyor! Vâkıa, bu maksadla têlîf ettiği İslâm Dini (Aydın Gençler İçin) isimli kitabı, ancak Münâfıklığının bir şâhididir…

Tekçe'ye göre “Ata'sı, îmân ve insanlık âbidesi” imiş

Belgelerle Türk Tarihi Dergisi tarafından hazırlanan Atatürk, Din ve Laiklik isimli derleme kitapta (1968, 155 s.), 1920'li, 30'lu senelerin Muhâfız Alayı Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe'nin de bir makalesi bulunuyor (ss. 141-143). Makalenin sâdece başlığı dahi, onun hakkında bir kanâat edinmeye kâfîdir: “Benim Atam, İman ve İnsanlık Abidesiydi”… Mâmâfih şu birkaç cümlesi de, ilk intibâı têyîd ediyor:

“…Şunu evvelâ belirtmek isterim ki, Atatürk, tam manasıyla iman ve itikat sahibi bir insandı. Yanında, Kurtuluş savaşından itibaren ölümüne kadar beraber bulunmuş, hizmetinden bir an mahrum edilmemiş bir insanım. Ne zaman yemin etse “Vallâhülazîm, Billâhülazîm” derdi.

“Atatürk mutekit bir insandı. (Büyük Taarruz sabahı, 26 Ağustos 1922'de,  Kocatepe'de, Ordunun zaferi için, tıpkı Alparslan'ın Malazgirt'te duâsı gibi duâ etmişti…) […]

“İslâmlığı hakiki mânâsı ile bilirdi. Kur'an okunmasından haz duyardı. Fakat okuyanın, mânâ ve derinliğini mutlaka bilmesini isterdi. Onun için ezanı Türkçe yapmış, Kur'ân'ı tercüme ettirmek istemişti.” (Emekli Albay İzzettin Çopur'dan naklen, http://www.izzettincopur.com/index.php?option=com_content&view=article&id=92:atatuerk-dn-ve-laklk-&catid=44:tarh-olaylar&Itemid=49; 11.7.2017)

Hakîkaten, hep müşâhede ettiğimiz vechiyle, Kemalist Propaganda, “herkesi kör, âlemi sersem” zannediyor…

Müslüman selâmına dahi buğzeden bir “Dîndârlık şâhidi”

Tümgenerallikten emekli olan “Atatürk'ün muhâfızı Tekçe Paşa” (İstanbul, Üsküdar, 1892 - İstanbul, Şişli, 15 Ekim 1975), Trabzon Meb'ûsu Ali Şükrü Bey'in Topal Osman'a boğdurtulması emsâli birçok kirli işe bulaşmış, pek gaddâr bir fedâî idi. Nasıl bir seciyeye sâhib olduğunu anlamak için Prof. Dr. Cemil Koçak'ın 17 Kasım 2012 târihli Star gazetesinde neşredilen “Muhafız Alayı Komutanı Yarbay İsmail Hakkı Tekçe Polisi Neden Dövdü?” başlıklı makalesi okunabilir. (http://www.star.com.tr/yazar/muhafiz-alayi-komutani-yarbay-ismail-hakki-tekce-polisi-neden-dovdu-yazi-704911/) (24.8.2017)  Kendisinin Müslümanlıkla alâkası da, hem bu seciyesinden, hem de Milliyet'te neşredilen “Muhafızı Atatürk'ü Anlatıyor” başlıklı Hâtırât'ını kaydeden Hasan Pulur'un onun hakkında verdiği şu bilgiden istidlâl edilebilir:

“Şimdi yılın altı ayını, 15 Mayıs'tan 15 Kasım'a kadar Kandilli'de, 15 Kasım'dan 15 Mayıs'a kadar da Şişli'de ‘Atamın' adını taşıyan apartımanında geçiren İsmail Hakkı Tekçe'nin ‘saat gibi' bir günlük hayatı vardır. Her sabah erken kalkar, yürüyüşe çıkar, yolda rastladıklarını ‘Günaydın' diye selâmlar, ‘Selâmünaleyküm' diye karşılık vereni bir daha selâmlamaz. ‘Allahaısmarladık' yerine ‘esenlikle kalın' der…” (Milliyet,  10.11.1968, s. 5)