Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 174

“Konya'da, yıkma ve yok etme cellâdı pervâsızca kol geziyordu”

“Bu yıkılıp yok edilen eserlerin başında, Büyük Selçuk Mîmârı Abdullahoğlu Külük'ün pırlanta yapısı olan ve şimdiki Belediye binâsının hemen kısmen yerine rastlıyan yerde bulunan Nâlinci Baba Medresesi ve Türbesi gelir. Devri mîmârisinin şâheser bir yâdigârı bulunan bu medresenin tâk kapısı vardı. Burada mîmârının adı da ya­zılı idi. Tâk kapı ve kubbeler yerlere serilmişti. Benim o vakit bir Konya gazetesindeki neşriyâtım üzerine, tâk kapının parçaları ile mîmârının adını taşıyan kitâbe kurtarılmıştır. Şimdi bunlar, müze hâ­line getirilen Selçuk Vezîri Sâhib Atâ'nın İnce Minâre Dârülhadîsinde 905 ve 906 numaralarda saklanmaktadır.

“Sâhib Atâ'nın İnce Minâre Dârülhadîsini, Mescidini ve Mek­tebini, Lârende Kapısındaki Hankâhını, Câmiini ve Türbesini de bu Mîmâr Külük yapmıştır. Külük, Türkçe bir addır. Bu saydığımız eserler de, Selçuklu devri pâyitahtı Konya'nın şâheser bergüzârlarıdır. Nâlinci Baba Medrese ve Türbesini yok etmek korkunç bir cinâyetti. Bun­dan daha büyüğü de, Konya Hükûmet Konağının meydan aşırı kuzeyindeki Şerefeddîn Câmii'nin kıble tarafı mihrâb çıkıntısına bitişik olan Şerefeddîn Türbesinin de kör kazmaya havâle edilmiş olmasıdır!

“Anadolu'yu Müslüman yapan Selçukluların pâyitahtı Konya'da, yıkma ve yok etme cellâdı pervâsızca kol geziyordu…

Kültür jenosidcisi Orgeneral, birer san'at hârikası olan mezâr taşlarını yol inşââtında kullandı

“Yazıları, nakışları, süsleri, tâcları, serpuşları ve şekilleri bakımından eşsiz mezâr taşları ve kabristanlar yok ediliyor, taşları kırılarak şose yapımında kullanılıyordu!... Selçukluların, Karamanoğullarının ve Osmanlıların çok kıymetli mezâr taşlarından hemen hemen hiç kalmamıştır. Konya'nın en büyük mezârlığı, Garîbler'e ve demiryoluna kadar uzanan Saâdeddîn-i Konevî ve Garîbler Mezirlığının bütün taşları, Fahrettin Altay'ın emriyle kütür kütür kırılmış, yol yapımında ve başka yapılarda kullanılmıştır!... Şimdi Konya'da kıymetli Selçuk mezâr taşlarının sayısı birkaç düzineyi geçmez! Bunların bir kısmı müzelerde yer almışdır.

Şerefeddîn Câmii'nin Türbesine uzanan mel'ûn el

 “Bir gün, Şerefeddîn Câmii'nin bitişiğindeki Şerefeddîn Tür­besinin yıkımına başlanmıştı. Fahrettin Paşa'nın emir ve kumandasıyle, kazmalar ve kürekler faâliyete geçmişti. Bu Selçuklu devrinin mahrûtî künbedli türbesi, sanki yekpâreleşmiş ve kayalaşmıştı…

“Ben, eski eser cellâdının gölgesi olmuştum; onu tâkîb edi­yordum .

 

Konyalı'nın 1944'te têlîf ettiği Konya Tarihi'nde (ve Fotoğraflarla Geçmişte Konya kitabında), Şerefeddîn Câmii'nin, Orgeneral Fahrettin Altay'ın barbarca tecâvüzüne mârûz kalmadan evvelki (1880 civârı) ve sonraki hâli… [Soldaki resimde] “(Câmiin,) Kıble tarafında, yıktırılan ve şimdi yok olan [Selçuklu üslûbunda, okla işâretli] türbesi görülmektedir. Türbenin önünde mezarlık ve mâbedin solunda medrese vardı. Şimdi [Câmi türbesiz ve] buralar park halindedir [sağdaki resim].” (Konyalı 1944 / 1964 / 1997: 544, resim altı yazısı)
Kemalist Rejim, birçok beldede, mezârlıkları park, v.s.'ye tahvîl edip bize ecdâdımızın kabirlerini çiğnetti…
***  
 
 

“Selçuklu devrinin birçok künbedleri, Türklerce muhterem tutulan çadır biçiminde (mahrûtî) idi. Bu türbelerin iç içe iki kub­besi vardı. Alt katlarında, cenâzelik denilen kısım bulunuyordu. Bu bodrumun kapısı, ayrı yerden başka semte açılırdı. Cenâzeler, bu­radaki ızgaralar üzerine konurdu. Bunun üstündeki kata, başka kapıdan girilirdi. Buraya aşağıdakilerin sayısınca sanduka yapılırdı. Bu san­dukaların çoğu, kitâbeli çinilerle süslüydü. Buraya, alt kattan bir kapı açılırdı. Bu katlar, aynı zamânda bir mescid gibiydi. Hepsinin mihrâbları vardı. Bu mihrâblar da, alçı şekillerle süslenmekte idi. İşte bu türbe de öyleydi. Sonradan yenilenen Şerefeddîn Câmii'nden buraya bir de kapı vardı. Bir ara kütüphâne gibi kullanılmış olacak ki dış yüzünde ‘Fiha kütübün hayyimeh' Âyeti okunurdu.

Selçuklu Emîri Çeşnigir Şerefeddîn Osman'ın naaşını da çöp arabasıyle attırdı

“Korkunç yıkım işi devâm ediyordu… Mahrûtî kubbe erimiş, ikinci ve mescid kısmı yok olmuştu. Yıkım devâm ederken, Selçuk türbe mîmârîsinin o vakte kadar bilinmiyen bir husûsiyeti ortaya çıkmıştır: Cenâzeliğe konan cesedlerin neşredecekleri kötü kokuları dışarıya atmak için, mîmâr, tâ bodrum kattan îtibâren hamam tüfekleri tarzında hava delikleri yapmıştı. Bu delikler, bütün duvar içinden künbedin üstüne kadar devâm ediyordu. Bunları gördüm ve Paşa'ya da gösterdim. Dinamitle devam eden yıkma işi, bodrum kata gelmişti. Şerefeddîn'in tâbutu göründü… İçinde naaşı vardı… Belediyeciler, çöp arabasıyle, bu büyük Selçuklunun naaşını alarak bir çukura götürüp attılar!

“Milletimiz, ebedlere kadar, Millî Kültürümüzün cellâdlarına lânet edecektir!”

“Ben, yıkım işi başlarken, Paşa'dan ricâ etmiştim: ‘- Paşam, bu türbe, Konya'nın en eski Selçuk eserlerindendir; Câmiin ilk bâ­nîsidir; Câmi yıkılmıyacağına göre, bu türbe de yıkılmasın!'

“Fakat ona kimse mânî olamazdı. Bu türbe, câmiinden koparı­larak yıkıldı, yok edildi. Bu ameliye devâm ederken, Câmiin dışarıya çıkık olan mihrâb kısmının doğu tarafı da kısmen yıkılmıştı. Burası sonradan yapıldı. Bir gözeme gibi her göze batar. Şimdi burası geniş bir meydan hâlindedir. Şerefeddîn Câmiine bakanlar, bu cinâyeti, Câ­mîin yenilenen duvar parçasında açıkça görürler… Bu parça, bu ci­nâyeti, ebedlere kadar haykıracaktır; yapanlara lânet ettirecektir!” (İbrahim Hakkı Konyalı'nın Sebil mecmûasının 13 Ağustos ilâ 17 Eylûl 1976 târihli altı sayısında -33 ilâ 38. sayılar- tefrika edilen “İnkılâb Mezâlimi; Türk Milletinden Geleceğin Târihçisine Raporlar” başlıklı makalesinden iktibâslarımız burada bitti.)

Altay'ın dinamitle taarruz ettiği Şerefeddîn Câmii

İbrahim Hakkı Konyalı'nın araştırmalarına nazaran, Şerefeddîn Câmii'nin ilk bânîsi, II. Kılıç Arslan'ın oğullarından, Ereğli hâkimi Sancar Şâh'in emîrlerinden Çeşnigir Şerefeddîn Osman'dır. İnşâ târihi, 1214'ten evveldir:

“Devlet Hâtun'un 1214 M. tarihli vakfiyesinde bu mescid gösterildiğine göre, mâbedin yapıldığı tarihi aşağı yukarı tesbit ediyoruz demektir.” (Konyalı 1997: 547)

Bilâhare, Câmi, iki def'a harâb olmuş ve günümüze ulaşan sonuncusu 1590 ilâ 1615 senelerinde Eymür oğlu Mehmed Çavuş tarafından Osmanlı üslûbuyla olmak üzere, tekrâr inşâ ettirilmiştir:

“Câmi'in eski hatibi Merhum Kafalı Zade Mustafa efendinin anlattığına göre mâbedin ilk bânisi Selçuk emîrlerinden Şeref-ed-din'di. Bunun yaptırdığı câmi yıkıldığı ve yerine Karamanoğlu İbrahim bey ve sonra da Konyalı Memi Çavuş yenisini yaptırdıkları halde iki şerefeli ve ince minâre gibi çinili minâresi 1264 H. 1847 M. yılına kadar ayakta kalmıştır. […]

“III. Murad'ın tahrir hey'eti, câmiin İbrahim bey tarafından tamir ettirildiğine dair olan 845 H. 1441 M. tarihli vakfiyesini görmüşler ve tesbit etmişler. Büyük ve enerjik bir hükümdar olan Karamanoğlu İbrahim bey (1424 – 1463), dedesinin adını taşıyan il'in bir çok yerlerinde hayır ve irfan müesseseleri kurarken hükûmet merkezindeki Şeref-ed-din câmii'ni de imar etmek istemiştir. Konya Vakıflar müdürlüğünde bulunan bir vakfiyesinden bu işe muvaffak olduğunu da öğreniyoruz. […]

“İbrahim bey'in yaptığı câmi de harap olmuştu. Konya'nın (Yediler Sultan) mahallesinde oturan ve Arik Zade şöhretini taşıyan Eymür oğlu Mehmed çavuş isminde hayır seven bir zengin bu câmi'i yeniden yaptırmış ve neması ile câmi müstahdemlerinin maaşlarını ve mâbedin masraflarını karşılamak üzere 270 bin akça ayırmıştır. […]

“III. Murad zamanında 992 H. 1587 M. yılında Karamanoğlu'nun yaptırdığı câmi ibadete açıktı. Şu halde bu günkü câmi bu tarihten sonra yapılmıştır. Câmiin mîmarisinde Sinan mektebinin tesiri pek açık görülmektedir. Bilhassa mahfilleri Sinan'ın eserlerinden bulunan İstanbul'daki Tophane Câmii'nin mahfillerinden kopya edilmiş gibidir. Mâbedin 1590 la 1615 yılları arasında yapıldığını tahmin ediyorum. Elimize güvenilir bir vesika geçmediği için Konya'nın bu kıymetli eserinin mimarını tanıyamayacağız.” (Konyalı 1997: 548-551)