Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 175

İlk bânîye vefâ
Konyalı'nın târihî kaynaklardan araştırarak ulaştığı bu mâlûmâtta fevkalâde câlib-i dikkat olan husûs şudur: Câmi iki def'a harâb olup tekrâr inşâ edildiği hâlde, sonraki bânîler, eserlerine kendi isimlerini vermemiş, ilk bânîye hürmeten onun ilk bânînin ismiyle anılmasını têmîn etmişlerdir. Âlîcenâblıkları bu kadarla da kalmamış, ilk bânî Emîr Şerefeddîn'in medfûn olduğu ve Selçuklu üslûbuyla inşâ edilmiş Türbeyi aynen ve Câmiin ayrılmaz bir parçası hâlinde muhâfaza etmişlerdir. O Türbe ki ecdâdımızın “müstesnâ” bir san'at eseri idi:
“Çeşnigir Şeref-ed-din Osman'ın ne vakit öldüğünü bilmiyoruz. Câmi'in önündeki türbesi, bugün ayakta kalan Selçuk künbetlerinden bambaşka, müstesna ve eşsiz bir Selçuk tipi idi. Türbenin alt kısmı dört köşe idi. Sonra yüzleri sekizleşiyor ve daha sonra da mahrûtî kısım başlıyordu. Sekiz yüzünden dördünde kitabe denilen beyzî kemerler, dördünde birer pecere vardı. Yüzlerin dörtten sekize geçerken bıraktığı köşeler içten istalaktitlerle süslü idi. Kapısı kıbleye açılıyordu. Altında bir cenazelik bodrum katı vardı. Buradan dört mail menfez bodrumun bozuk havasını dışarıya verirdi.
“Ben yıkılırken bu türbeyi gördüm. Harç; taşı ve tuğlayı yekpare bir kaya haline getirmişti. Müşkilâtla ve dinamitle yıkılabilmişti…” (Konyalı 1997: 547-548)
Tekrârdan iki def'a inşâ edilen Câmiin sonraki bânîleri ve bütün ecdâdımız, büyük bir kadirşinâslıkla ilk bânî Emîr Şerefeddîn'e hürmet ediyor, onun ismini ve medfûn bulunduğu Türbeyi asırlarca muhâfaza ediyor… Onlar gayet iyi biliyorlar ki bir cem'iyet, bir topluluk ancak mâzîsiyle, târihiyle, ecdâdından devraldığı kültürüyle bir millettir; mâzîsini ve millî kültürünü inkâr eden bir millet, hayât hakkını kaybetmiş demektir…
Topuna lânet!
Derken, Müslüman Türkiye, “Kemalist Türkiye” oluyor… Memlekette artık Moiz Kohen / Munis Tekinalp'in tesbît ettiği gibi, Türkün “mâzîsini silip süpürmeye” azmetmiş Kemalist İdeoloji hükümfermâdır… Onun temsîlcisi olan 2. Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay, Millî Kültürün bir incisi mesâbesinde olan Şerefeddîn Türbesi'ne dinamitle saldırıyor, Câmiyle yekpâreleşmiş mukaddes Türbe'yi berhavâ ediyor, bu arada Câmiin bitişik duvarına da zarâr veriyor, hattâ bu kadarla da kalmıyor, daha büyük bir denâetle, ceddimizin naaşını çöp arabasına koydurup attırıyor!
Topuna lânet olsun!
Fahrettin Altay'ın yıktırdığı iki Selçuklu eseri daha: Tâcülvezîr Mescid ve Hankâhı ile İnce Minâreli Mescid
31 Ekim 1924 ilâ 1933, (daha evvel evvelâ 5. Kolordu Kumandanı olan) Altay'ın Konya'da 2. Ordu Müfettişi sıfatıyle, Zirvenin himâyesi altında ve Vâli İzzet Bey'le işbirliği hâlinde, bir diktatör gibi hüküm sürdüğü senelerdir. 1924'te Ferik (“Tümgeneral”) idi; Mustafa Kemâl'in 26 Temmuz 1926 târihli tebrîk telgrafıyle Birinci Ferikliğe (“Orgeneralliğe”) terfî ettiğini öğrendi:
“Konya'da 2. Ordu Müfettişi Birinci Ferik Fahrettin Paşa Hazretlerine,
“26-7-1926
“Büyük Zaferin 4. senesini idrâk ederken Birinci Ferikliğe (Orgeneralliğe) terfîlerini tebrîke fırsatyâb olmakla bahtiyârım. Bu vazîfeyi îfâ eylerken Zât-ı Devletlerinin Türkiye Cumhûriyeti'nin têsîs ve têyîdine ve Vatanın halâsına esâs olan millî mücâdelede ve muhârebe meydanlarında sebkeyleyen fedâkârâne mesâisini takdîrkârâne tahattur ediyorum.
“Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemâl.” (Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim; On Yıl Savaş -1912/1922- ve Sonrası, İstanbul: İnsel Yl., 1970, s. 385)
Konyalı, Fahrettin Altay'ın Şerefeddîn Türbesi'ni yıktırdığı târihi tasrîh etmiyor. Konya Büyükşehir Belediyesi'nin hazırlattığı bir kitaptan bu şenî tecâvüzün 1925'de vukū bulduğunu öğreniyoruz. (Fotoğraflarla Geçmişte Konya, Yayına Haz.: Prof. Dr. Haşim Karpuz, Katkıda Bulunanlar: A. Sefa Odabaşı, Ahmet Köseoğlu ve Bilâl Söğüt, İstanbul, 1998 -4. baskı-, s. 82)
Mumyalanmış altı Selçuklu Sultanının Orgeneral Altay tarafından ebedî istirâhatgâhlarından çıkarttırılıp Tâcülvezîr Türbesi'ne attırılması, orada ecdâdımızın naaşlarına köpeklerin musallat olması ve iki gün sonra çöpçüler tarafından götürülüp mechûl bir yere gömülmeleri hâdisesinin ise, Konyalı'nın bir İnternet Sitesinde rastladığımız makalesinden, 1924 ilâ 1928 senelerinde cereyân ettiğini anlıyoruz. Çünki Tarih Konuşuyor mecmûasının 1965 târihli 3. cild, 17. sayısında intişâr eden “Mumya ve Türklerde Mumyacılık” başlıklı makalesinde: “Ben bu haberi, 23 Teşrînievvel 1928 tarihli, İstanbul'da çıkan (Bugün) gazetesinde neşretmiştim.” diyor. (http://www.turkbilimi.com/turklerde-tahnit-mumya-antik-kulturu-ve-alti-selcuk-hukumdari-mumyalarinin-hazin-akibeti-turkiyedeki-selcuk-mumyalarini-berlin-muzeleri-birer-milyon-liraya-satin-alir/; 30.1.2019)
Kezâ, yukarıda atıfta bulunduğumuz Fotoğraflarla Geçmişte Konya kitabından, Org. Altay'ın ecdâdımızın târihî mîrasını hedef alan cinâyetlerinden birini daha târihiyle tesbît edebiliyoruz. Bu, 1932'de yıktırdığı Tâcülvezîr Mescid ve Hankâhı'dır. Mezkûr kitapta, Türbeyle bir bütün teşkîl eden bu külliyenin resminin altında şu îzâhat bulunuyor:
“Bu küçük Külliye 13. yüzyılda Vezir Tacüddin Ahmet tarafından yaptırılmıştır. 1932 yılında Dede Bahçesi'ni genişletmek bahanesiyle mescid ve hankâh yıktırılmıştır.” (s. 75)



(Fotoğraflarla Geçmişte Konya, İstanbul: Konya Büyükşehir Belediyesi Neşri, 1998 -4. baskı-, s. 75)
Resmin sağında, Vezîr Tâcüddîn Ahmed'in Türbesi, ortasında ve solunda, Org. Altay'ın yıktırdığı Mescid ve Hankâh… Org. Altay, Alâeddîn Türbesi'ndeki mumyalanmış altı Hükümdâr naaşını bu türbenin içine attırmış, burada naaşların başına köpekler üşüşmüş, birkaç gün bu hâl devâm ettikten sonra, Ahmed Tevhid Bey'in Vâli İzzet Bey'den ısrârlı ricâları üzerine, naaşlar oradan kaldırılmıştır. Fakat nasıl? Tekrâr kendi Türbelerindeki medfenlerine iâde edilmemişler, bir def'a daha hakarete mârûz kalarak çöp arabalarıyle mechûl bir yere götürülüp gömülmüşlerdir… “Allâh'ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun!” (Ârâf Sûresi -7-: 44)

 

 

Org. Altay'ın Millî Kültür hazînelerimize barbarca taarruzlarının bir kurbanı da İnce Minâreli Mescid'dir.
Bu mescid, kısaca İnce Minâreli Medrese ismiyle anılan ve İnce Minâre, Mekteb, Dârülhadîs ve Mescidden müteşekkil bir manzûmenin parçasıydı. Eser, 1267'de Selçuklu Vezîri Sâhib Ata tarafından inşâ ettirilmiştir. Mîmârı, Külük bin Abdullâh'dır. Bir bütün hâlinde seyrine doyum olmıyan bir şâheserdir. Bu pırlantanın en ziyâde göz okşıyan parçaları ise, Konyalı'nın tâbiriyle, “sülün endâmlı” İnce Minâre'si ve oya gibi işlenmiş Tâk Kapı'sıdır:
“(Mîmâr) Külük, külliyenin tak kapısında Konya'nın yerli taşını tercih etmiştir. Mâmureye Ruzbe hanı ve yahut Kiçimusna civarındaki yumuşak ve hafif taştan heybetli, ihtişamlı bir tak kapı yaptırmıştır. Bu kapı, planı ve işçiliği itibariyle eşsizdir. Türk san'atkârının elinde taş, ipek bir kordelâ olmuştur. Mimar, içinin en ince duygularını bu tak'a aksettirmiştir. […]
“Planına göre kapının sağında mektep, minâre ve daha sonra da mescid vardır. Mâbedin cephesi muntazaman kesme taşla, diğer kısımları âdi taşla yapılmıştır. Yalnız sonradan bazı gözemelerde tuğla ile karışık taş kullanılmıştır.
“Tak kapının iki yanlarında biri birlerini tanzir eden onar çeşid oyma, kabartma sütuncuk, şerid, yazı, yaprak ve göbek şeklinde süsler görülür. […]
“…Mimar Külük, Mescidle medresenin ana kubbesi arasından çok uzun ve iki şerefeli bir minare yükseltmiştir. Bu minârenin heybetine, âbidenin umumî âhengile fevkalâde kaynaşmasına, ihtişâmına hayret etmiyen hiçbir ecnebi âlim ve mimar yoktur. […]