Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 176

175

 

“…Mimar Külük, Mescidle medresenin ana kubbesi arasından çok uzun ve iki şerefeli bir minare yükseltmiştir. Bu minârenin heybetine, âbidenin umumî âhengile fevkalâde kaynaşmasına, ihtişâmına hayret etmiyen hiçbir ecnebi âlim ve mimar yoktur. […]

“Külük; taşla sırlı tuğla ve kâşilerin inşa malzemesi olarak alınmasından doğan Selçuk mimarîsine şaheser bir örnek vermek için minârenin küpüne kadar kısmını muntazam kesme taşla, üstünü sırlı ve sırsız tuğla ile yapmıştır. Minârenin cepheden kaidesi 3,20 metredir. Yerden biraz yükseldikten sonra kaideye yanyana 2,20 boy ve 0,55 metre eninde iki taş panu yapmıştır. İçleri yapraklarla süslenen panuların dışarıya doğru zarif bir şekilde kıvrılan birer akand yaprağı vardır. Yaprakların uçları kırılmıştır. Panuları ikişer kaytan halinde kabaran, yanlarında ve beyzî tepeleri üzerinde zarif birer şekilde birbirini kesen çerçeveler süslemektedir. […]

“Minârenin çinilerinde de hâkim renk mavidir. Bundan sonra birinci şerefe gelir. Şerefe altının zengin istalaktitleri daha evvelce döküldüğü için harçla sıvanmıştır. Şerefeyi muhtelif hendesî şekillerden şebekeleştiren, ortalarında yıldızlar bulunan bir korkuluk sarar. Sülün endâmlı minârenin bugün ayakda yalnız buraya kadar olan kısmı kalmıştır.” (Konyalı 1997: 803-804, 810-811)

Millî Kültürümüzün paha biçilmez hazînelerinden biri olan İnce Minâreli Medrese, 20. asra yekpâre hâlde ulaşmıştı. Fakat, 1870'li senelerde çekilmiş aşağıdaki fotoğrafından da anlaşılacağı vechiyle, maâlesef bir hayli bakımsız, bir hayli ihmâl edilmiş vazıyette… Bu ihmâllerden birisi de, minâresine bir paratoner takılmamış olmasıdır ve bunun bedeli çok ağır olmuştur. 1901 senesinde Minâreye isâbet eden iki yıldırım onu ilk şerefesine kadar yıkmış, bu meyânda Mescidin kubbesi de zarâr görmüştür. Mâmâfih, Kubbe, tâmîr edilebilecek vazıyetteydi. Resmî makamlardan bu müstesnâ âbidenin yaralarının sarılması, Minârenin restore, Mescidin de tâmîr edilmesi beklenirken, “Mel'ûn El”, 1929'da ona da tecâvüz etmiş, Mescid'i tamâmen yıkıp ortadan kaldırmış, Minâreyi mazlûm, Medrese'yi öksüz bırakmıştır. Konyalı, bu şenâatin de şâhididir:

 

İsveçli fotoğrafçı Guillaume Berggren (Stokholm, 1835 – İstanbul, 1920) tarafından 1870'li senelerde çekilmiş bu resimde, İnce Minâreli Medrese'nin yekpâre, lâkin bir hayli ihmâle uğramış hâlde olduğu görülüyor… Millî hazînelerine sâhib çıkamıyan, daha beteri, Millî Kültürünü târümâr edenlerden hesâb sormak bir tarafa, hattâ onlara perestiş eden bir cem'iyet Millet olabilir mi?
***  
 

 

 

“55 metre kadar tahmin edilen minârenin üst kısmı ve ikinci şerefesi, 1901 yılı teşrini sanisinin 27 inci çarşamba günü üst üste düşen iki yıldırımla yıkılmıştır. […]

“Yıldırımda arkasındaki mescidin tek sağır kubbesi de sakatlanmıştı. Tamir edilmesi mümkün olan mescid, 1929 da bir tecavüze uğrayarak tamamen yıkılmıştır.

“Mescidin kıble dıvarındaki mihrab yeri hâlâ görülür. Minârenin sağ tarafından doğuya açılan bir kapıdan mescidin yazlığına ve buradan da başka bir kapı ile mescide girilirdi. Mescidin dıvarlarını, yarısına kadar kıymetli çiniler süslerdi. Kıble dıvarına güzel sülüs ile yazılan levhaların izleri yer yer göze çarpar…” (Konyalı 1997: 811)

 

Yukarıdaki resimde, İnce Minâreli Mescid külliyesinin Minâreden sonra yer alan Mescidi artık görülmüyor; çünki 1929'da mârûz kaldığı tecâvüz, bu hazînemizi de yok etmiştir! Arka planda görülen konak, 1924 ilâ 1933 senelerinde, Konya'da, hâmîsinin kanatları altında, bir diktatör edâsıyle hüküm süren mütecâvize âiddir…
***  
 

 

Bu zâlimlerin şahâdetlerinin kıymeti

Bırakınız Müslümanlığı, İnsanlıktan dahi nasîblenmemiş bu gibi şahısların, hâmîlerinin Müslümanlığı hakkındaki şâhidliklerinin ne kıymeti olabilir? Üstelik, iddiâlarını, hâmîleri hayâttayken değil de, ancak 1950'li, 60'lı, 70'li senelerde otaya atmışlardır. Yâni zamân ve zemînin öyle îcâb ettirdiği bir devirde… Kemalizmi yaşatmak ve onu bütün Anadolu Milletine yeni bir dîn olarak benimsetebilmek için, İslâmın ona payanda yapılmasına şiddetle ihtiyâc duyulması üzerine…

Zâten, bu makyavelist şahsıyetler, iddiâlarına kendi şâhidlikleri hâricinde hiçbir delîl gösteremiyorlar…

Bir tarafta yüksek ahlâkî değerlerden mahrûm bu şahsıyetlerin mesnedsiz sözleri, dîğer tarafta bahis mevzûu şahsın kendi ağzından, kendi kaleminden ve bilfiil İlhâd, İnkâr beyânları…

Hakîkat arayıcısının bunlardan hangisine îtibâr etmesi lâzım geldiğini tasrîh etmeye lüzûm var mı?

Bu tıynette şahsıyetlerin şâhidlikleri, hattâ iddiâlarının aksine delîl olmaz mı?