Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 185

“Tarih öğretmeni olacak olan [Selânikli hemşehrîsi] Âfet Hanım'ın durumu, büsbütün başkaydı. Gazi, kendisini himayesine aldığı zaman küçük bir çocuk değil, olgunluğunun eşiğinde bir genç kızdı. Bu tarihten sonra, yavaş yavaş evin yönetimiyle de uğraşmaya başladı. […] Âfet Hanım, özellikle, Gazi'ye huzur veren bir arkadaş oldu. Böylece, Latife Hanım'ın ayrılışından beri Çankaya'da hüküm süren boşluk doldurulmuştu. Gazi, elli yaş sularında ve hâlâ bekârdı; ama özel bir yaşamdan büsbütün yoksun olmayan bir bekâr.” (1981: 710-711)

1966 baskısındaki metinle –“Öztürkçeleştirilen” bir iki kelime hâric- tıpatıp aynı olan bu pasaj, yeni baskılarda bir hayli sansüre uğramıştır: Yukarıdaki altı çizili beş cümle, yeni baskılarda yoktur. Neden?

Kinross'da Kemalist Propagandanın gocunmadığı bâzı pasajlar

Kemalist Propaganda, bunlardan rahatsız olmuştur da meselâ şu gibi ifâdelere nîçin müdâhale etmemiştir:

“[Latife Hanım'la evliyken] bir takım hafif kadınları evlilik yuvasına sokacak kadar da incelikten yoksun değildi.” (2011: 493)

“[Latife Hanım'la karı-koca gittikleri Erzurum'da] şerefine verilen bir öğle yemeğine subay ve memurların eşleriyle birlikte gelmelerini istemişti. Bu tutucu şehirde, kadınlarla erkekler ilk olarak, bir sofrada bir arada oturuyorlardı. Bu yüzden yemeğin, sembolik ve resmî bir havası vardı. Davetlilerin çoğunun huzursuz olduğu görülüyordu. Gazi, soğukluğu gidermek için, mevki komutanının ev sahibesi durumunda olan güzel eşine kur yapmaya başladı. Karşısında oturan kadına iltifat ediyor, övgülü bakışlarla bakıyordu. Latife Hanım önce bundan hoşlanmadığını belli etti, sonra kendine hâkim olamayarak bağırdı: ‘- Kemal, ayaklarına dikkat et; bana kadar uzanıyor!' ” (2011: 494)

 “Gerçekten de Atatürk, yabancıların ölçülerine göre ‘mazbut' bir hayat sürüyor sayılmazdı. Birçok subay gibi o da, kadınlarla zaman zaman ve önemsemeden birtakım ilişkiler kurmuş, bir kadını canı istediği vakit almış, istemeyince bırakmıştı. […] Delikanlılığında ve olgunluk çağının başlangıcında fırsat çıktıkça kadınlardan alacağını almıştı. Ama, kırkından sonra istekleri ve gücü azalmaya başlamış; şimdi ise bu güç azaldıkça, aksine çokmuş gibi bir söylenti yayılmasından hoşlanır olmuştu. […] …Ara sıra, bir diplomat karısının, Atatürk'e aşırı derecede tutularak bir skandala yol açtığı olurdu. Bir keresinde de Atatürk, Amerikalı bir kadının, çiftliğine giderken geçtiği yolun üzerine boylu boyunca uzandığını görünce epey eğlenmiş, bu kadını Çankaya'da birkaç gün misafir etmişti.” (2011: 552)

Bütün bu ifâdeler Kemalist Propagandanın sansürüne takılmadığına göre, Kemalist Propaganda, sâdece daha yukarıda naklettiğimiz pasajlardaki iddiâları tahammül edilmez bulmuş olsa gerek! Onlardaki birkaç cümleyi çıkarınca, akıllarınca, ortada böyle bir vak'a kalmıyor! Zâten “resmî târih” hep böyle yazılmıyor mu?

Kinross'daki “mânevî kızlar”la alâkalı pasajı Murat Belge de tahrîf etmişti

Yukarıda, Kinross'un kitabının Türkçe tercümesinin kitap olarak ilk baskısının 1966'da Sander Yayınevi tarafından yapıldığını kaydetmiştik. Mâmâfih, bu baskı, kitabın ilk tercümesi değildir…

İlk tercüme, Murat Belge'ye âiddir. Şu var ki Belge'nin tercümesi, 10 Kasım 1965'den îtibâren aylarca Milliyet gazetesinde tefrika edilmiş, lâkin kitap hâlinde basılmamıştır.

Têlîfleri, tercümeleri, gazete makaleleri ve nâşirliği ile büyük şöhret sâhibi, hattâ Sol Cenâhın –Hükûmetin, kendi “Âkiller” hey'etine dâhil edecek kadar- nüfûzlu akademisyenlerinden biri olan Murat Belge (d. 1943), Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi isimli kitabımızda (Osmanlı İmparatorluğundan… Türkiye Cümhuriyetine. Nasıldı? Nasıl Oldu? isimli resmî propaganda kitabının -Maârif Vekâleti neşri, 1933- Vedat Nedim Tör'le ortak müellifi olması hasebiyle) kendisinden uzunca bahsettiğimiz Burhan Asaf Belge'nin oğludur.

 

(Milliyet, 9 Kasım 1965, s. 5)
Lord Kinross'un kitabını Türkiye'de ona büyük îtibâr kazandırarak ilk def'a lanse eden, o zaman Abdi İpekçi'nin başında bulunduğu Milliyet gazetesi ve aylarca tefrika edilen tercüme de, Murat Belge'nin eseri idi…
***  

 

 

Biraz yukarıda, Kinross'un kitabındaki “mânevî evlâdlar” ile alâkalı pasajın Necdet Sander tarafından yapılmış sansürsüz metnini takdîm ettik. Murat Belge'nin aşağıdaki tercümesini Sander'in metnini akılda tutarak okumak, Belge'nin, “tabu”nun resmî imajına halel getirmemek için metinde nasıl mahâretle tahrîfât yaptığını anlamaya kâfîdir:

“Kadın haklarında yaptığı ıslahatın kişisel sembolü Latife'ydi. Kültürel ıslahatı için yeni bir kişisel sembol buldu. Bu sırada öğretmenler memleket için her şeyden daha gerekliydi. Yurt gezilerinde Gazi bütün ikna etme gücünü öğretmen toplamak ve yetiştirmek için kullanıyordu. İzmire yaptığı böyle bir ziyarette okulunu yeni bitirmiş olan ve öğretmen olmak isteyen Afet adında genç bir kıza rasgeldi. Kimsesiz bir kız olduğu için Gazi onu evlât edinmeyi teklif etti ve hem okumayı bitirmesi hem de sonradan gireceği meslek için maddî sorumluluğu üzerine aldı. Teklif minnetle kabul edildi.

“Manevi Evlatları

“Gazi için bu hareket görülmemiş bir şey değildi. Bundan önce de evlât edindiği çocuklar olmuştu – çoğunlukla yaptığı seferlerde rasladığı savaş yetimlerini almış, yetiştirip okutması için annesine vermişti. Latife'yle çocuksuz evlilik hayatı zamanında biri bir çocuk yuvasından, öbürü de fakir düşmüş bir aileden alınıp evlât edinilen Zehra ve Rukiye adında iki küçük kız Çankaya'daki evde kalıyorlardı. Bir üçüncüsü de bundan önce sözü edilen güzel, canlı ve zeki bir çocuk olan Sabiha'ydı. Bu üç kıza şimdi Afet katılıyordu. Az sonra da bir beşincisi, bir zamanlar evinde çalışan incecik, esmer, yeşile çalan mavi gözlü Nebile gelecekti. Birçok kereler erkek çocukları da evlât edindi. Okuma masraflarını görür ve işe yerleştirirdi. Ama bunlar kızlar gibi Çankaya'daki evde kalmazlardı. Rukiye bir subay, Nebile de bir diplomatla evlendi. Zehra, dışarıda tahsildeyken, Paris'te trenden düşerek öldü.

“Tarih Profesörü olacak olan Afet'in durumu öbür kızlardan ayrıydı. Gazi onu evlât edindiği zaman artık çocuk değil, yetişmiş bir genç kızdı. Yavaş yavaş Gazi için bir eşin alabileceği yeri aldı. Sade, iyi huylu, ciddiydi. Gazi'nin eviyle meşgul oluyordu. Masasının başında oturuyordu. Gazi'yle birlikte geziyor, yabancı elçilerin başına protokol meseleleri açıyordu. Gazi'nin fikirlerini gayretle benimsiyor, Türk Tarih Kurumu ve çeşitli toplumsal reform kurumlarının görüşmelerinde bunları yorumlamak için çabalıyordu. Hepsinden önemlisi onun için dinlendirici bir arkadaş olmasıydı. Latife hanım gittikten sonra Çankayadaki evde açılan boşluk böylece dolmuştu. Gazi ölünceye kadar Âfet yanından ayrılmadı. Ancak onun ölümünden sonra evlendi.” (Milliyet, 13 Nisan 1966, s. 5)