Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 85

Yanından hiç ayırmadığı hemşehrîsi Âfet hanım, “Ebedî Şef”in en gözde talebesi ve fikirlerinin tercümânı idi…
Yukarıdaki resim, II. Târih kongresi'nin yıldızı Âfet Hanım'ın, Kongre sonrası, 26 Eylûl 1937'de, Beylerbeyi Sarayı'nda, Kongre'ye iştirâk eden târih muallimleri şerefine verdiği çay ziyâfeti esnâsında çekilmiştir.
“Atatürkün yüksek huzurlarile şeref verdikleri bu ziyafette Maarif Vekili B. Saffet Arıkanla Nafia Vekili B. Ali Çetinkaya, mebuslar ve Bükreş sefiri B. Hamdullah Suphi de bulunmuşlardır. Muallimler, Beylerbeyi sarayını şereflendirdikleri zaman Atatürkü candan tezahürat ile selâmlamışlardır. Büyük Önder de kendilerine iltifatta bulunmuşlardır. Geç vakte kadar samimî bir hava içinde geçen ziyafette Atatürk tarih muallimlerile hasbihallerde bulunmuşlardır.” (Akşam, 27 Eylûl 1937, s. 1)
***   

 

 

 

 

 

 

 “Avanproje”de Kemalist Dil Tezi

Çambel ve Âfet Hanım'a “Büyük Üstâd” tarafından dikte edilen “Türk Tarihi Araştırma Kurumu Programının Avanprojesi”nin 10. Maddesinde, (Kemalist Târih Teziyle iç içe olarak) Kemalist Dil Tezi (dîğer ismiyle “Güneş-Dil Teorisi”) îzâh edildikten sonra, “Büyük Şef”in tâlîmâtıyle, Târih Kurumu Dil Kolu'nun bu Tezi isbât etmeye mâtûf çalışmalar yapmakla mükellef olduğu beyân ediliyor:

“Türk diliyle Endo-Öropeen diller [Hind-Avrupa dilleri] arasında akrabalık bulunduğunu garp lengüistleri [dilcileri] kabul ediyorsa da, şimdilik bunun daha ötesine geçemiyorlar. Buna mukabil Atatürk'ün derin ilmiğ tetkikleri aradaki münasebetin yalnız bir akrabalıktan ibaret kalmadığını, o, bilakis Türk dilinin Endo-Öropeen dillere ve bütün dünya dillerine ana ve kaynak olduğunu ispat etmektedir. Büyük Türk âlimi, tarihin mütalâasında, Endo-Öropeen dil prensiplerinin değil, bilakis Türk dilinin hâkim kılınması zarurî olduğunu ve ancak bu ilmiğ yoldan gidilmek şartile tarihe sadık bir bina kurulabileceğini göstermiştir. Garp âlimlerinin şimdiye kadar tatbik etmedikleri ve Türk dilini bilmedikleri için tatbik dahi edemiyecekleri bu yeni metodun Türk âlimler ve araştırıcıları tarafından selâhiyetle kullanılması, ilmiğ taharriyi bugüne kadar hiç gidilmedik yeni bir istikamete sokacak ve tarih ilminin zaferini en emin bir yoldan hazırlıyacaktır.

“Atatürk'ün açtığı bu yeni taharri yolunda yürüyen Türk Tarihi Araştırma Kurumu'nun dil kolu, Türk Tarihinin Ana Hatları eserinin dil kısmını yazarken, bu esas prensibi göz önünde tutacak ve başlıca şu tarihiğ hakikatleri müdellel olarak ve bir sentez halinde yazacaktır:

“A- Eskiliğile, asaletile, veludiyetile ve sonsuz yaratma kabiliyetile, Türk dilinin, bütün dünya dilleri arasında işgal ettiği mümtaz mevkii;

“B- Bu dilin başka kavimlere nasıl milliğ dil olduğunu, yahud başka milletlerin dillerine kendi kelime hazinesinden ve nahvinden, kök, kelime ve uzviyet vererek, hepsine umumiğ bir ana kaynak hizmeti gördüğünü;

“C- Türk dilinin bütün dünya dillerinin inkişaf ve tekâmülünde en müessir bir âmil olduğunu;

“D- Türk dilinin, Sümerlerin, Etilerin ve diğer eski Anadolu kavimlerinin, Mısırlıların, Yunan medeniyetini doğuran Giritlilerin ve Egelilerin ve Roma kültürünü doğuran Etrüsklerin ana dilleri olduğunu ispat ederek, bugünkü modern garp medeniyetine ana kaynak olan bu en eski medeniyetlerin, Türk kavimlerinin ırkiğ dehasının mahsulü olduğunu göstermek.” (İğdemir 1973: 30-31)

Hasan Cemil Çambel

  “Ebedî Şef”in, 1935'de, Kemalist Târih ve Dil Tezlerini isbât etmekle mükellef Târih Kurumu'nun başına getirdiği Hasan Cemil Çambel hakkında birkaç husûsa dikkati çekmek, o devrin içyüzünü anlamaya yardımcı olacaktır.

Asker menşêli (Erkânıharb Miralayı) olan Çambel, 1879'da, Çanakkale'de, Mehmet Şükrü Bey ve Behiye Hanım'ın oğulları olarak doğmuştur. “Türkçü” sıfatını kullanarak Türklüğe hizmet etmek iddiâsında olanlardan biriydi. “Büyük Şef”, onu, 1927'de, III. Teşriî Devrede Bolu Meb'ûsu tâyîn etti. Bundan sonra, VIII. Teşriî Devrenin sonuna, yâni 1950 İntihâbâtına kadar TBMM'de hep Bolu Meb'ûsu olarak kaldı. Demek ki “Millî Şef” nezdinde de îtibârlı bir şahsıyetti. 1941'e kadar Târih Kurumu Reîsliğini deruhde etmesi, bu iltifâtın bir başka delîlidir.

Çambel'in târihimizde iz bırakan çok mühim bir başka cephesi, “Dîn İnkılâbcılığı”dır. (Dîğer tâbirle, “Öztürçe İbâdet Vâsıtasıyle Dînde Reformculuk”…) Filhakîka, Kemalist Dîn İnkılâbı için “Büyük Üstâd” tarafından vazîfelendirilen birkaç kişiden biri de oydu. (Daha evvel yazdığımız gibi, bunlardan bir dîğeri, Maârif Vekîli Dr. Reşit Galip idi.) Bu çerçevedeki faâliyetleri ayrıca üzerinde durulmaya şâyândır.

Bugüne kadar pek azı teşhîs edilebilmiş mechûl Sabataîlerden birinin de Çambel olması bizi şaşırtmazdı…

Kemalist öncü kadroların belki kısm-ı âzamı gibi o da Farmasondu. “Meşrutiyetten evvel Bizansio Rizorta Locası'nda tekrîs edilmişti.” (Seyhun Tunaşar, Mimar Sinan, sayı: 126, 2002, s. 20)

Şu kadarcık mâlûmâtla dahi, onun ne yaman bir Komitacı olduğu tahmîn edilebilir…

 

Kemalist Târih ve Dil Tezlerinin ve Kemalist Dîn İnkılâbının sayılı militanlarından biri: Hasan Cemil Çambel (Çanakkale, 1879 – İstanbul, 9.12.1967)
***  
 

 

 

 

Kemalist Târih ve Dil Tezlerinin stratejik hedefi

“Güneş-Dil Sahte-Teorisi” hakkında daha evvel neşrettiğimiz araştırmalarımızda isbât ettiğimiz vechiyle, hakîkat-i hâlde, Kemalist Târih ve Dil Tezleri, yeni de değildir, Mustafa Kemâl'in keşfi veyâ fikri de değildir. Bu fikrin menşêinde Fransızların uçuk târihçisi Joseph de Guignes (1720-1800) vardır. 19. asırda, Mustafa Celâleddîn Paşa (1826-1876) ve Lêon Cahun (1841-1900) onu en fazla işleyen ve yayan fikir adamları (ve startejistler)'dir. 20. asırdaki bir numaralı isim ise, Munis Tekinalp (Moïse Cohen)'dir (1883-1961). Mâmâfih, ona asıl vüs'atini kazandıran, onu bir Devlet siyâseti hâlinde müdhiş bir ideolojik silâh hâline getiren ve netîcede, bu vâsıtadan da istifâde ederek bütün bir cem'iyetin zihniyetini değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye muvaffak olan, Mustafa Kemâl'dir.

Birbirini tamâmlayan bu iki Tezin esâs gayesi, Fransız târihçisi Benoist-Méchin'in tâbiriyle, “Türklüğü islâmî köklerinden koparmak” ve bu ameliyeye muvâzî olarak, onunla iç içe gelişen bir vetîreyle, Anadolu Milletine, Kemalizmin iddiâsınca, “İnsanlığın gelmiş geçmiş en ileri medeniyeti olan Avrupa Medeniyetini”, topyekûn Avrupa Kültürünü benimsetmek, tek kelimeyle, onu, Avrupa'ya temessül ettirmektir. “Avrupalılaşmak”, “Garplılaşmak” ise “Frenkleşme”nin bir başka adıdır…

Bu gayeyledir ki târihleri, elde bir delîl olmadan, günümüzden 6-7 bin sene kadar gerilere götürülen Câhiliyet Türkleri (onların tâbirince “Eski Türkler”) muhayyel tasvîrlerle alabildiğine övülmekte, medeniyetleri ve dilleri Yakın-Şark'ın ve Avrupa'nın kadîm medeniyetlerinin ve dillerinin temeli gibi gösterilmekte, Türklerin İslâm hâricinde ve ona üstün bir şahsıyetleri olduğu, Müslümanlığın onların seciyesini tereddîye uğrattığı iddiâ edilmektedir…