Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 94

“Ankara Biracıları” ile “Bomonticiler” karşı karşıya

Yine o senelerde, sâdece Ankara'da, Mustafa Kemâl'in Orman Çiftliği'ndeki Ankara Birası ile İstanbul'daki ecnebî sermâyeli Bomonti bira îmâl etmektedir. Bomonti'de İnönü'nün bir akrabâsı ile İnönü yârânından İstanbul Meb'ûsu Ahmet İhsan Tokgöz ve Antalya Meb'ûsu Rasih Kaplan da ortaktırlar ve bunlar, İnönü'ne telkînde bulunarak rakîblerinin büyümesine mânî olmaya çalışmaktadır. Bu mes'ele, Soyak ve (bütün etrâfı gibi “Efendimiz” şeklinde hitâb ettiği) Efendi'sinin şahsında “Ankara Biracıları” ile İnönü yârânının şahsında “Bomonticileri” karşı karşıya getirmiş, aralarında bir çekişme başlamış; mes'ele, 18 Eylûl 1937 günü, “Tek Adam”, Soyak ve Şükrü Kaya arasında da bahis mevzûu olmuştur…

Azle tekaddüm eden şiddetli münâkaşa

Bu havada, aynı akşam, “Tek Adam”, “İkinci Adam” ile Vekîller Hey'etini Köşk'e dâvet ediyor. Sofrada, mûtâd hilâfına, “herkes alkollü içkiler içerken, […] kendisi çay içiyor”; zîrâ “ciddî meseleler konuşulacağı zaman içkiye el sürmez” imiş… Bira mes'elesi yüzünden öfkeli olan “İkinci Adam” ise, “Anadolu Klübü'nde bir miktar viski içtikten sonra” Köşk'e intikal etmiş…

“Tek Adam” hışımla sofrayı terkediyor

“Sofrada bir müddet öteden beriden konuşuluyor”. Derken, “bir ara, Başvekîl birdenbire alevleniyor ve Atatürk'e: ‘- Sen benim söylediklerimi başkalarından tahkike kalkışıyorsun… Etrafında bulunanlar benim aleyhimde tezviratta bulunuyorlar… Sofradan emirler alıyoruz ve bunlar yüzünden büyük sıkıntılara düşüyoruz…' yolunda konuşmaya başlamış…”

“Tek Adam”,  bu sözlerden ve ifade tarzından ilk anda hayrete düşmüş ama vazıyeti kavramakta da gecikmemiş… Bir yandan sofradakilere: “- Birdenbire buna ne oldu” suali ile hayretini belirtmiş, bir yandan da İnönü'ne: “- Evet; senin hakkında bana çok şeyler söyleniyor, hattâ aleyhinde birçok yazılar da alıyorum; fakat sana itimadım olduğu için bunların hiçbirine aldırış etmiyorum” cevabını vermiş…

Arkasından “yarı ciddî yarı şaka, Şükrü Kaya'ya çatarak, ‘Aramızdaki muhâvereyi kendisine sen mi hikâye ettin?' demiş.” Onun cevâb vermesine fırsat kalmadan İnönü atılmış: “- Benim Vekillerim bütün gördüklerini ve duyduklarını bana bildirmeye mecburdurlar!”

“Tek Adam”, hâlâ sükûnetini muhâfaza ediyor, vazıyeti idâre etmeye çalışıyormuş. Mevzûu değiştirmek için, Zirâat Vekîli Şakir Kesebir'e dönüp (daha evvel Hazîne'ye bağışlamış bulunduğu) Çiftliğin bakımında yer yer müşâhede ettiği aksaklıklardan şikâyet edecek olmuş, cevâbı yine İnönü'den almış: “- Bunları Hasan Rıza ve Tahsin beylere söylersin!”

Bu söz üzerine, bardak taşmış, “Tek Adam” ayağa kalkmış: “- Anlaşıldı! Bu gece doğru dürüst konuşamıyacağız!” diyerek sofrayı terketmiş… (Soyak 1973: II/707-708)

İnönü'nü têdîben azil

Ertesi gün (19 Eylûl 1937), Soyak'a hâdiseden bahsederek, “İkinci Adam”ı (bizim yorumumuzla) “têdîben azletme” karârını açıklamış:

“- Bilmiyordum, meğer arkadaşımız bizim ikazlarımızdan muzdarip oluyormuş; kendisini bu ızdıraptan kurtarmak lâzımdır. Bunun tek yolu da mesai arkadaşlığımıza bir müddet için olsun nihayet vermektir.” (Soyak 1973: II/708)

Başvekîli “Beyaz Tren”de azil

O akşam (19 Eylûl 1937), Dolmabahçe Sarayı'nda 20-25 Eylûl 1937 târihlerinde akdedilecek Târih Kongresi için İstanbul'a gitmek üzere “Beyaz Tren”e biniyor. Yanında sâir Devlet ricâli, Atay gibi gazeteciler, Soyak, v.s. ile berâber İnönü de vardır.

Tren hareket edince, kendisine tahsîs edilmiş salonda bulunan herkese İnönü ile yalnız bırakılmalarını emrediyor ve sonradan Soyak'a hikâye ettiği vechiyle, ona: “- Ee… Şimdi ne yapacağız?” diyor.

İnönü “heyecanlanıyor, iki eliyle yüzünü kapıyor”.

O, devâm ediyor: “- Sâkin ol da meseleyi sükûnetle halledelim! Görüyorum ki sen çok yorgun ve hattâ hastasın, uzun zaman istirahate ihtiyacın var; bu itibarla mesai arkadaşlığımıza  bir müddet ara vermemiz muvafık olacaktır… Şimdi karar verelim, yerine kimi tavsıye edersin?”

“İkinci Adam”ın cevâbı: “- Sen kime emreder ve zahîr [müzâhir] olursan o muvaffak olur!” “- Celâl Bey muvâfık mıdır?” Cevâb aynı… (Soyak 1973: II/709)

Ertesi gün (20 Eylûl 1937), İnönü'nün “şiddetli sürmenaj neticesi olarak mutlak istirahate” ihtiyâcı olduğu için, kendi ricâsı üzerine, bir buçuk ay müddetle izne ayrıldığı ve Başvekâlete Celâl Bayar'ın vekâlet edeceği teblîğ ediliyor; 25 Ekim 1937 târihinde neşredilen ikinci bir teblîğde ise, İnönü'nün Başvekâletten istîfâ ettiği, yerine Celâl Bayar'ın tâyîn edildiği, “Hükûmet ve Parti teşkilâtımızın birleştirilmesi dolayısiyle, Parti Umumî Reis Vekilliği vazîfesinin de Celâl Bayar'a tevdî edildiği” îlân olunuyor… (Soyak 1973: II/ 698-711)

Taşkın tekebbür

“İstanbul'da ertesi gün [20 Eylûl 1937] eski arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'u yemeğe çağırmıştı. Öfkesi dinmemişti: ‘- Efendim hangi işi verdik de biz yardım etmeden başarmıştır? Kütahya muharebelerinde böyle olmamış mıdır? Lausanne'da böyle olmamış mıdır?' diyordu.” (Atay 1980: 498)

Çatışmanın asıl sebebi, “Tek Adam”ın nefsâniyeti

Kanâatimizce, azlin asıl sebebi, M. Kemâl'in, hastalığının da ortaya çıkardığı zaafla, “İkinci Adam”ın, “Tek Adam” olmaya başladığı gibi bir zanna kapılmasıdır. Bir beşerî zaaf tezâhürü olarak kaide odur ki hiçbir mutlak iktidâr sâhibi, bir başkasının kendi yerini almasını veyâ kendisine denk bir mevkıe yükselmesini hazmedemez.

Kılıç Ali'nin rivâyetine nazaran, Boğaz'da Acar motoruyla gezdikleri ve Fuad Köprülü, Yunus Nadi, Recep Peker gibi şahsıyetlerin kendisine refâkat ettikleri bir yaz gecesinde, sünnet düğünü yapılan bir yalı görüp yanaşmış, ev sâhibine misâfir olmuşlar.

“O günlerde İsmet Paşaya fena hâlde kızıyorlarmış”. Dâvetlilerle berâber bir müddet eğlendikten sonra, herkesin içinde, “bir aralık Recep Peker'e hitaben (İnönü'nü kasdederek): ‘- Recep! Ben bir adamı alır yükseltirim. Fakat o, hazmedemez, vaziyeti takdir edemezse ve bilhassa kerameti de kendinde bilirse, bir gün kaldırır atarım ve benim attığım paçavra olur!' deyip ellerini masaya vurmaya başladı…” (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, Sel Yl., İstanbul, 1955, ss. 71-72)

 

İnönü'nün alenî ve gizli Hâtırât'ları

İnönü'nden bize intikal eden iki Hâtırât var. Bunlardan birincisi, Sabahattin Selek'e anlattıklarının bu muharrir tarafından zaptedilip 1969'da Ulus gazetesinde neşredilmesiyle efkârıumûmiyeye mâl olan alenî Hâtırât'tır. Dîğeri ise, birkaç sayfalık, kısa notlar hâlinde, el yazısıyle bizzât kaleme aldığı gizli Hâtırât'tır. Cumhuriyet gazetesi tarafından 1998'de neşredilen Cumhuriyetin İlk Yılları II isimli kitabın sonuna ilâve edilen bu ikincisi, kendisinin ölümünden sonra neşredilmiş olsa gerektir.

Selef ile Halef arasındaki ihtilâf mevzûlarına, hem ilkinde, hem de ikincisinde temâs ediliyor. Birincisinde hâdiseler ve mes'eleler âdetâ “ne şiş yansın, ne kebab” tavrıyle îzâh edilirken, ikincisinde, İnönü'nün hakîkî düşünce ve hissiyâtına nüfûz edilebiliyor.

 1_43

İnönü'nün, kendi el yazısıyle, kısa notlar hâlindeki birkaç sayfalık Hâtırât'ının ilk sayfası (Cumhuriyetin İlk Yılları II, Cumhuriyet Yl., 1998, s. 112)…  

 “Son seneleri, Atatürk'ün, çok zor olmuştu. Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri, ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi. Son senelerde bu âdet kalkmaya başladı. Hele nihayete doğru (1936-37 vuzuh ile hatırladığım seneler) gece arzu veya teşebbüs ettiği bir işi ertesi gün tamamen sakin ve tamam iken de iltizam ve takip etmeye başladı. Sıhhatinde ve alkolün tesiratında bu tebeddülü fark ettiğim andan itibaren korkum çok arttı.”

***