Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 98

İnönü'nün istîfâsı ve yeni Hükûmet teşkîli

Efkârıumûmiyeye karşı tâkîb edilen mürâî siyâset, Meclis'in 5. Devre, 3. Teşriî Senesinin 1 Kasım 1937 târihindeki açılışına altı gün kala, 25 Ekim 1937'de, İnönü'nün resmen Başvekîllikden ve CHP Umûm Reîs Vekîlliğinden istîfâ edip yeni Celâl Bayar Hükûmetinin teşkîl ve tasdîk edilmesiyle nihâyete erdi. Yeni Hükûmet teşkîli hakkındaki resmî teblîğ, Anadolu Ajansı mahrecli bir haber olarak gazetelerde yer aldı:

“Ankara 25 (A.A.) – (Resmî tebliğ) Malatya mebusu İsmet İnönü, bu ayın 25 inci günü Başvekâletten istifasını vermiştir.

“Reisicumhur Atatürk, İzmir mebusu Celâl Bayarı Başvekâlete tayin ve kabineyi teşkile memur etmiştir. Reisicumhur Atatürk, ayni günde, arzolunan İcra vekilleri heyetini tasdik buyurmuşlardır. Keyfiyet, Büyük Millet Meclisi reisliğine yazılmıştır.

“Reisicumhur Atatürk, Vekâletler siyasî müsteşarlıklarına intihab edilen zatların tayinlerini de tasdik buyurmuşlardır.

“Hükûmet ve Parti teşkilâtımızın birleştirilmesi dolayısile, Malatya mebusu İsmet İnönü, Parti umum reis vekilliğinden istifa etmiş ve bu vazife, Başvekil Celâl Bayara tevdi olunmuştur.

“Bugün saat 17 de içtima eden İcra vekilleri heyetine Reisicumhur Atatürk riyaset buyurmuşlar ve yeni heyetin mesaisi üzerinde görüşmüşlerdir. İçtima, iki buçuk saat devam etmiştir.” (Akşam, 26 Teşrînievvel / Ekim 1937, ss. 1 ve 13)

25 Kasım 1937'de teşkîl edilen İcrâ Vekîlleri Hey'eti, sâdece, İnönü'nün azlinden doğan boşluğu doldurmaya mâtûf bir Hükûmet mâhiyetindeydi. Bir evvelkine nazaran -Başvekîl tebeddülü hâricinde- fazla bir farklılık yoktu: Dr. Saydam'ın yerine Aydın Meb'ûsu Dr. Hulusî Alataş tâyîn edilmiş, Zirâat Vekîli Şakir Kesebir'in uhdesine, fazladan, daha evvel Bayar'ın deruhde ettiği İktisâd Vekâleti tevdî edilmişti… Hükûmet Programı ise, zâten, her dâim “Tek Adam” ne istiyor ise, oydu…
Akşam gazetesinin bu nüshasındaki “İsmet İnönü'nün çekilmesi, Celâl Bayar kabinesi” başlıklı başmakale, “Necmeddin Sadak” imzâsıyle, bizzât Mustafa Kemâl tarafından kaleme alınmıştır. Ondan biraz aşağıda bahsedeceğiz…
***   

 

 

 

“Kemalist Rejim”, “Cumhûriyet” mi, “Totalitarizm” mi?

Bayar, Hükûmet Programını Meclis'de 8 Kasım 1937'de okudu ve Meb'ûslardan îtimâd reyi taleb etti. Mufassal Programın hülâsası şuydu:

“Velhasıl, kabine programında, Büyük Önderin son nutuklarında yeni kalkınma hamlesi için verdikleri mühim ve kıymetli direktiflerin hükûmetçe ne suretle yerine getirileceği hakkında mufassal izahat vardır.” (Akşam, 8 Teşrînisânî 1937, s. 1)

 

Yine Necmeddin Sadak'ın gazetesinin, “Büyük Şef”in Meclis'de Nutkunu îrâd edeceği 1 Kasım 1937 târihli nüshasında, bu nutukla alâkalı manşet yorumu:

“Büyük Önderin nutukları, hükûmete ve millete yeni direktifler mahiyetinde olacaktır.”

şeklindeydi…

“Büyük Şef”, Hükûmete tâlîmâtlar verir, bunlar Hükûmet Programı olur… “Büyük Şef”, Millete tâlîmâtlar verir ve Millet, uygun adım onun peşine takılır…

Farklı düşünmek, îtirâz etmek kimin ne haddine!

 

1 Kasım 1937 Nutku'nda, “Hükûmete direktifler… Millete direktifler…”
Yine aynı Nutukta:
“Elimizdeki programın ruhu, bizi yalnız bir kısım vatandaşlarla alâkalı kalmaktan menğ eder. Biz, bütün Türk milletinin hâdimiyiz. Geçen yıl içinde, Parti ile hükûmet teşkilâtını birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiğlen göstermiş olduk. Bu hâdisenin, bizim, devlet idaresinde kabul ettiğimiz ‘kuvvet birdir ve o milletindir' hakikatine uygun olduğu meydandadır. Kuvvetin yegâne kaynağı olan Türk milletinin güzide Vekillerini, büyük bahtiyarlıkla, eğilerek selâmlarım.” (Akşam, 2 Teşrînisânî 1937, s. 8)
Bütün totaliter rejimlerde, realiteyi olduğundan farklı göstermek, onu kendi emellerine, kendi tasavvurlarına uygun sûrette takdîm etmek, en büyük mârifettir!
***   
 

 

 

 

Hükûmet Programının okunmasının ve birkaç Meb'ûsun yeni Hükûmetin muvaffak olacağına dâir teşvîkkâr konuşmasının ardından, Başvekîlin îtimâd talebi, reye konuldu ve elbette şaşırtıcı bir netîceyle karşılaşılmadı:

“Müteakiben itimad talebi reye konarak tayini esami sûretile reye iştirak eden 358 reyle ve müttefikan itimad beyan edilmiştir.” (Akşam, 9 Teşrînisânî 1937, s. 4)

Yukarıdaki haberde geçtiği vechiyle “tâyîn-i esâmî” usûlü ile rey kullanma, Meb'ûsun, kabûl veyâ red mânâsına gelen farklı renklerdeki iki pusuladan biri üzerine ismini yazarak kanâatini izhâr etmesidir. Bu sûretle, tek tek her rey sâhibinin tercîhi, herkesin mâlûmu olur. Hattâ kullanılan reyler celse zabıtlarına bir “tâyîn-i esâmî cetveli” hâlinde eklenmektedir.

Demek ki 8 Kasım 1937'de, Kemalist Meclis'de, bu usûlle rey kullanılmış ve tek rey fire vermeden, bilittifâk, Bayar Hükûmeti ve Programı îtimâda şâyân görülmüştür…

Nasıl başka türlü olabilirdi ki? 

Başta, mutlak otorite sâhibi bir Şef vardır. Bütün Meb'ûsları şu veyâ bu sûretle o tâyîn eder. Hepsi tek siyâsî fırkanın mensûbudur. O fırka, Devletle aynîleşmiştir. Yukarıdaki resmî teblîğde tasrîh edildiği gibi: “Hükûmet ve Parti teşkîlâtı birleşmiştir”… O derecede ki bütün Devlet mêmurları dahi, Fırka âzâları arasından tâyîn edilir. Fırka; hem siyâsî, idârî, tedrîsî, kazâî, askerî, inzibâtî, iktisâdî, v.s. müesseseleriyle bütün Devlet teşkîlâtı, hem Halkevleri, hem emrindeki matbûât ve sâir vâsıtalarla memleketin fikrî, mânevî, ictimâî, iktisâdî hayâtının tamâmını murâkabe eder. Hattâ o, câmilerdeki ibâdete kadar müdâhildir. Sistemin bütün çarkları, vatandaşları Kemalist İdeolojiye göre şekillendirme ve davrandırma esâsına göre döner. Mektebler, birer ilim yuvası değil, beyin yıkama merkezleridir. Resmî İdeoloji, hiçbir rakîbe hayât hakkı tanımaz. Serbest Fırka tecrübesinde olduğu gibi, gûyâ bir rakîb fırkaya müsâade ettiğinde dahi, bu, ancak, yine ipleri “Tek Adam”ın elinde bir muvâzaa fırkası olabilir. Bütün cem'iyet, her ân, Resmî İdeolojinin tâkîbi ve nezâreti altında ve onun emrine âmâdedir. Fırkanın başı, aynı zamânda Devletin başıdır. Başvekîl, “Büyük Şef” nâmına ve vekâleten Fırkayı ve Hükûmeti idâre eden bir Fırka mensûbudur. Velhâsıl, bütün iktidâr, “Milletin Babası” olduğu iddiâ edilen “Tek Adam”ın elinde temerküz etmiştir….

O, yarı-ilâhdır, ilâhdır, mâbûddur, yaratıcıdır, “Ebedî Şef”dir… Tebcîle, tekbîre, tesbîhe, takdîse lâyık olan, ancak odur. Nitekim bizzât “Büyük Şef” böyle buyurmuyor mu? Bir Alman gazetecisine bunu açıkça beyân etmemiş miydi? Ve 30 Kasım 1929 târihli Vossische Zeitung gazetesinde münderic olan bu beyânı o gazeteden tercüme edilip Kemalist gazetelerde de neşredilmemiş miydi?

“[Alman gazeteciye:] ‘- …Çobanlar, güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler de ancak bunu bilirler. Çünkü mahsûlât havaya tâbidir. Türk, yalnız tabîati takdîs eder.'

“Gazi'ye dedim ki: ‘- Kendisinin bu kanâati, en büyük akılların kanâatlerine tevâfuk eder. Goethe de bu tabîate ‘Allâhlar' nâmını vermiştir.'