'Nadide Eserlerle Muhatap Olmanız Yasaklanmıştır!'

Bu yazıyı yazmanın on farklı yolundan birini, onlarca başlıktan bir tanesini ve mukayese etme yordamını seçmem gerekti. O yüzden bu yazı merkezî yönetime açık bir mektup değildir. Memleketin geleceğe bırakacağı eserler/bilgiler/belgeler ve bugüne ne söyleyebildikleri konusunda bir endişe betimlemesi ve çare bulma çağrısıdır.

Dünyanın en meşhur sanat eseri nedir, diye sorsak Mona Lisa tablosu; en ünlü sanatçısı kimdir, diye sorsak Da Vinci cevabını almamız, küreselleşmeden nasibini almış her yerde neredeyse kesindir. Neredeyse öyledir, çünkü sanat ve sanatçı gündelik eğlenceliklere kurban gittiğinden beri fenomen ressam Da Vinci ile resimlerin primadonnası Mona Lisa'nın pabucuda nispeten dama atılmıştır. Başrol popülerliği dahi işe yaramamıştır.

Türkiye sırları içinde en meşhur sanatçımızı ve en meşhur sanat eserini sorsak alınacak cevap ne olabilir, sorusu daha büyük handikaplar taşır. Ki bu da bir yazıdan ziyade başlıbaşına bir külliyat konusudur. Ama neden handikaplarla boğuştuğumuz meselesine, kimi problemler üzerinden tahmin yürütebiliriz.

Süleymaniye Camii'ne bir sanat eseri olması yüzünden atfettiğiniz değer dolayısıyla gidip onunla selfie çekebilirsiniz çünkü onun camekânlar içine kilitlenemez, raflarda tozlandırılamaz bir büyüklüğü vardır. Tarihin izlerini taşıyan, binlerce irili ufaklı cami, mescit, türbe, hazire, köşk, yalı, sokak, çeşme vb eser ve koltuk altına sığamayacak ne kadar şaheser varsa temaşaya ve fotoğraflanmaya açıktır. Mikro düzeyde yaklaşıp incelemenizde de mani yoktur. Varsa bir sorun, görmeniz engellenemez…

Mona Lisa da öyledir… Koltuk altına sığamaz belki ama Paris'teki Louvre Müzesi'nde yüzlerce kişinin aynı anda seyredebileceği bir noktaya konumlandırılmış hâlde sergilenmekte olup en gelişmiş merceklerle görüntülenmiş, hem basılı yayınlar üzerinden hem de internet âleminde fotoğrafları ilgililerine, sanatseverlere, sanat araştırmacılarına ve sanatçılara bütün detaylarıyla sunulmuştur. Üstelik canınız isterse müzede Mona Lisa'yla bir selfie bile çekebilirsiniz.

Mona Lisa, artık hepimizi hem sanat eleştirilerinin başlıca konusu olmasıyla hem de bitmek tükenmek bilmeyen komplo teorileriyle bıktırmış olsa da dünya sanat otoritelerinin “yüksek sanat öznesi” olmaya devam eder.

Peki bizim 500 yıl öncesinden kalma, Mona Lisa'nın çağdaşı “yüksek sanat öznelerimiz” nelerdir? Buna sorulduğu anda cevap verebilecek Türkiye'de çok az kişi yaşar. Bunun için önce yüzünüzü, Osmanlı'nın 500 yıllık birikimini taşıyan Topkapı Sarayı'na döndürmeniz gerekir. Orada Kutsal Emanetleri ya da Hazine Koleksiyonu'ndaki nadide eşyaları, gidip görmüş veya bir vesile duymuş olanlar iyi bilirler. Ancak dünyanın en zengin minyatür koleksiyonuna ve 20 bin civarında nadide yazma esere sahip, Saray'daki 14 ayrı elyazmasından müteşekkil kütüphanenin birleşiminden oluşan, hem İslam hem de Batı coğrafyasının nadir elyazmalarını elinde tutan, Padişahların biricik kütüphanelerinde özenle tutulup dünya üzerinde tek nüsha eserleri birleştiren, cilt sanatı adına dünya çapında bin yıldan fazla süre zarfında hayat bulmuş sanat ekollerinin en yüksek ürünlerini barındıran kütüphanesinden çok az kişinin haberi vardır.

Ziyaretlerinizde, kütüphanenin en nadide parçalarını temaşa etme imkânınız yoktur. Teşhirdekiler onlar değildir. Sıradan bir vatandaş olarak, bir yazar ya da araştırmacı olarak, kitap sanatlarını icra eden bir sanatkâr olarak, sanat tarihi araştırmalarının rotasını klasik sanatlarımıza çevirmiş bir akademisyen olarak ve elbette ki lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencisi olarak da temaşa etmenize imkân bulunmadığı gibi incelemenize yarayacak yüksek çözünürlüklü görsellerine de erişme ihtimaliniz zayıftır. Bu eğer mümkünse ücret mukabili gerçekleştiğinden incelediğiniz eser miktarına sınırlama getirmeniz gerekebilir. Kimi zaman da düşük çözünürlüklü fotoğraflara bakakalırsınız.

Öğrenci, sanatkâr ve üst düzey akademisyenlerin bulunduğu bir ortamda dile gelmiş, inanılması zor bir esirgenmişlikti yukarıda anlattığım. Sanatın ilgilisi, üstelik resmî kimlik kartıyla bunu ispatlamış ilgilisi, bu nadide eserleri görmeden, yalnızca bir şehir efsanesi gibi 50-60 yıllık kaynaklarda tasvir edildiği ve fotoğraflandığı halinden ilham almaya çalışıyordu. Bu eserlerin kataloglarındaki künye bilgilerinin eserin aslıyla alakası olamaması ise başka bir sorundu.

Bütün bunlar, son 15 yılda harabe anıt eserleri ayağa kaldıran, yazma eserlerin incelenmesi ve tasnifi ile ilgili önemli aşamalar kaydeden, önemli bütçeler ayıran ve bununla ilgili yeni birimler oluşturan, IRCICA gibi dünyaya örnek bir kütüphanenin ulaşılabilir ve ziyaret edilebilir olmasını sağlayan merkezî yönetimin varlığını sürdürdüğü bir zamanda yaşanıyor.Hükümetin Topkapı Sarayı'ndaki bu sancılı durumun ayrıntılarına vâkıf olmadığına inanıyorum. Zira bu tutum, Osmanlı eserlerine gösterilen hassasiyetli yaklaşımlarla son derece çelişiyor.

Probleme yakından tanık olanlar sayesinde, Topkapı Sarayı bünyesindeki elyazma eserlerin, bu ülkenin araştırmacılarından ve ilim insanlarından bile esirgendiğini öğrenebildik. Ama diğer eserlerin ne kadar esirgendiğini bilemiyoruz. Üstelik depolardaki akıbetleri de bilinmiyor. Kitap üzerine araştırma yapan sanat tarihçilerinin birçoğu, Saray'daki kütüphanenin tamamı incelenmeden kitap sanatlarındaki bazı gölgede kalmış bilinmezlerin açığa kavuşamayacağını söylüyor. Bu bilinmezliğin ve engellemelerin muhatabı, kuşkusuz Müze yönetimi. Kurumdaki bürokratların bu tutumu değiştirmeleri konusunda bir çalışma yapılması şartı var. Zira bu yeni bir problem değil.

New York'taki Metropolitan Müzesi, Osmanlı'ya ait elyazması eserlerin kaliteli fotoğraflarını internet üzerinden, “ücretsiz” olarak araştırmacılara açabilmişken; “kendi” Saray'ımızda, “kendi” Müze'mizde, “kendi” Kütüphane'mizde, bu yüzyılda halen dünyada eşi olmayan eserlere ulaşmak mümkün olamıyor. Sıradan bir ziyaretçi Mona Lisa'yı canının istediği gibi fotoğraflayabilirken, kıymetli bir araştırmacı Topkapı Sarayı kütüphanesinde araştırma konusu olan bir kitaba uzaktan bile bakamıyor.

Saray'daki “yüksek sanat öznesi” nadide kitaplarının en azından camekân içinde ve belli bir mesafeden olmak kaydıyla görülebilmesinin önünü açmak, kütüphanedeki künye bilgilerinin düzeltilmesi için yeni bir tasnif çalışması başlatmak, nadide eserlerin ve elyazmalarının tamamının en azından dış ve iç kapaklarını (tarih ve imza bölümlerini) dijital ortamda, hiçbir süzgece maruz bırakmadan herkese ulaşılabilir duruma getirmek; böylesi imkânlara, şartlara ve en önemlisi yapıcı yaklaşımlara sahip olunan bir dönemde Topkapı Sarayı yöneticilerinin, bağımlı oldukları kurum ve bakanlıkların boynunun borcudur.

Başlıktaki cümleye tekabül eden öne sürülmüş her türlü bahane ihtimalini düşünsek bile; hiçbir koşulda, ona gerçekten değer veren hiç kimseyle paylaşılmayan nadide eserlerin, memlekette kime, nasıl faydası olacağı da tarafımdan cevaplanamamış, akla ziyan bir soru olarak yazıya noktayı koysun.