Nasip

Kalbî her işin nasipten sebeplenmesi var. Zira kalpteki dile gelmedikçe içinden geçip gidenlerin, açığa çıkmış nasipten başka da ispatı yok. Şüphesiz ki içinden geçenlerin dile gelişi de nasip işi.

Çoğu kere görüş alanımıza girmeyen kişi ve şeylerin seferberliğinden doğan bir tekmildir nasip. Zira payımıza düşen her şeydir. Bazen çok çalışırız olur, bazen beklenmedik biçimde önümüze geliverir. Her halükârda onu bizim eyleyen, takdir-i ilahîdir…  

Âlemde dürülüp bükülüp önümüze serilenler bazen görünüyor, bazen görünmüyor. Bazen bizim payımız bize görünür oluyor ya da olmuyor. Bazen biz onu, görmemiz gerekirken görmüyor ya da göremiyoruz. Bazen başkaları görüyor payımıza düşeni, bazen biz onlara gösteriyoruz onların payına düşeni. Ve anlıyoruz ki görmek de bir nasip işi… o da takdir-i ilahî…

Kimi zaman olayların yönünü değiştiren bir kelebek etkisiyle başlayıp dolduracağı zamanı beklerken, kimi zaman daha büyük neticelere hazırlanan bir geçiş olmakla araya sıkışıyor nasip. Öyleyken de âlemde ya fark ediliyor ya fark edilmiyor. Fark etmemiz ve fark edilmesi de nasip işi… o da takdir-i ilahî…

Hayat boyu payımıza düşenleri hesaplamaya güç yetiremeyiz. Zira her birimize, her an bardaktan boşanırcasına rahmet yağıyor. Nefes, sıhhat, tatlı anlar, kavuşumlar, doymaklar, suya kanmaklar, daha neler… Bir de sadece bize yönelik olmayıp sebeplendirenler sayesinde paylaştığımız rahmetler var.  Diğer yandan anlayıp elimizden kayıp gidişine fark edemediğimiz nasipleri gizleyen gafletler var. Nefesi de saymaya güç yetiremiyoruz ya hani… onun gibi.

Nasiplendiklerimiz her zaman hoşumuza gitmiyor. Dert var, keder var, ayrılık var, hicran var, hüzün var, gurbet var, acı var, acıdan daha kesif kahır var… Bütün bunlara rağmen hayatta kalışımızın ne harika bir şey olduğunu unutturanlar var. Dedik ya gaflet var…

Âlem içinde âlemler düren, düzenler içine düzenler nakşeden, kaderler üzerine kaderler yazan Hazreti Allah'ın her birimiz için, her iki cihandaki varlık durumumuzu sırladığı, hâlimizi sınayan bir kader var. Oralarda bize ayrılan nasiplerin peşine düşmüşüz biz de... Gayretimiz olmasa belki yine de bizimler ama belki de uzanıp almasak bizim değiller. Nasiplerin yüzü, içini doldurduğu kader gibi sırlı…

Gökyüzü biz ona baksak da bakmasak da düzenini sürdürecek… bir ona sözümüz geçmiyor, zira onu tutamıyoruz. Atmosfer tabakasından öteye bir çivi çakmak için var gücüyle direnen insanlığı umursamıyor arşın kaderi. Ama yeryüzü, her türlü muamelemizden payını alıyor. Yaradılışından sonra üzerine kondurulmuş her yapı ve sistemden sorumluyuz. Afetlerle başa çıkamıyoruz belki ama afetleri aşan yıkımlar üretiyoruz. Bütün bu debdebenin ayyuka çıktığı, gözünü kamaştırdığı, gönlünü kahırlandırdığı, dünyadan soğuttuğu ya da aksine dünyaya taptırdığı bir zamanı soluyor olmak da nasiplerimizden biri.

Yaşadığımız günden daha çok nasibimiz oldu hep. Kederlenmeye de, fazla bel bağlanmaya da lüzum yok aslında. Alt tarafı bir doğum ve ölüm arası değil mi yaşamak?

Bir Cuma vaktinin cebimize doldurduklarıydı yukarıdakiler…

Bir Cuma nasibiydi.

Hayırlarınız, hayırlı nasipleriniz çok olsun…

***

Künye: Nasip; Arapça kökenli olup bir kimsenin payına düşen şey, hisse; bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey, behre; Allah'ın bir kimseye tayin ve kısmet ettiği şey, talih, baht; manevi feyiz anlamlarına gelir. (Kubbealtı Lugatı)