10 Temmuz 2016

Neden dinimizi anlatamıyoruz?

Bir önceki yazımızda “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” vazifesinin farziyet derecesinde ki öneminden ve bu konuda ki büyük gevşekliğimizden bahsetmiştik.

Şimdi ise, birey ve topluluklar olarak neden bu kutsal vazifeyi ihmal ettiğimizi ve önemini yeterince anlayamadığımızı, tahlil etmeye çalışacağız.

İyiliği emretme be kötülükten men etme olarak Türkçeleşen bu emre, literatürde tebliğ ve irşad denmektedir. Tebliğ yeni İslam'la tanışacaklar için, irşad ise genel olarak günahlardan sakındırmak amaçlı olan faaliyetler için kullanılsa da, ben anlatım kolaylığı açsından iki kavramın manasını birleştirerek sadece tebliğ kelimesini kullanacağım.

Bu kutsal görevinin, öneminin büyüklüğünü, hedef kitlesini düşündüğümüz zaman daha iyi anlarız. Çünkü hedef kitle, bütün insanlıktır. Bu hedefe ulaşabilmek için tebliğ vazifesi çok yönlü düşünmeyi, yoğun bir beyin mesaisi harcamayı gerektirir. Bitmesi, tükenmesi olmayan bir koşudur bu vazife. Üstelik zamanda azdır. Kısa bir ömre, çok büyük başarılar sığdırabilmek zorundayızdır. Bu hedefe ulaşabilmek için, sürekli gelişim göstermek, var olan problemleri iyi analiz edebilmek, çıkması muhtemel problemlere önceden önlem alabilmek; gelişimin yavaşlamasına, zaman kaybedilmesine sebep olabilecek engelleri görmek ve ortadan kaldırabilmek çok büyük önem taşır.

Bunun için, Müslümanların içler acısı bir durumda olduğu dünya coğrafyasında, dirilişin ancak tebliğ vazifesinin hakkıyla yerine getirilebilmesiyle mümkün olacağı kesinken, bu vazifeye gönüllü olan fedakâr Müslümanların aynı hataları tekrarlamaması ve hızını yavaşlatmadan ilerleyebilmesi ancak bu hataların analizinin başarıyla yapılabilmesine ve gerekli önlemelerin alınabilmesine bağlıdır. Bu kutsal vazifede bizler gevşeten, etkisiz kılan, pasifize eden problemlerden başlıcalarını maddeler halinde aşağıdaki gibi sıralayarak açıklamaya çalışacağız.

Modernizmin etkisi

Sünneti terk etme

Taklitçilik

Dünyevileşme

Negatif enformasyon

Aşağılık kompleksine kurban gitme

İmaj ve vizyon sorunu

Plansızlık ve yetersiz istişare

Modernizmin Etkisi:

Tarih boyunca birçok defa, Müslüman diyarlarına seferler düzenleyen küfür orduları, hiçbir zaman kalıcı zaferlere ulaşamamış, İslam yaşandığı memleketlerde silah gücüyle, Müslümanlığı yok edemeyeceğini anlamışlardır. Bunun üzerine küfür medeniyeti, kendi sömürü kültürünü dünyaya hâkim kılabilmek için sinsi bir yöntem geliştirmiştir. Dedelerimizin düşmanları, artık dost kıllığında bize yaklaşmakta, imanları tatlı dille çalma yolunu denemektedir. İslamiyet'in insana hizmeti, mazluma yardımı esas alan medeniyetine alternatif olarak, zengine hizmeti, mazluma köteği esas alan kendi küfür medeniyetlerini, globalleşme adı altında,  süsleye püsleye,  yavaş ve sinsi bir şekilde, bütün dünyada olduğu gibi, İslam coğrafyasında da yerleştirmeye başlamışlardır.

Bu yenidünya düzeninde, kendi yıkıcı kültürlerini, yeni icat ettikleri, süslü kelimelerle pazarlamaktadırlar. Bu süslü kelimelerden biriside “modern” kelimesidir. Yenidünya düzeninde hedef modern insan, modern aile, modern toplum  inşa etmektir. Güçlü medya ağı, bağımlı eğitim sistemi ve batı uydusu aydın(!) zümrenin baskıcı çalışmalarıyla toplumlara, bu “modern” kavramı, ilerlemenin, gelişmenin, mutlu olmanın olmazsa olmazı gibi gösterilmektedir.

Bir kişi, modaya uygun “şık” elbiseler giyiyor, büyük alışveriş merkezlerinde eğleniyor, evini modern mobilyalarla döşüyor, fast food ile besleniyor ve popüler kültür etkinliklerini takip ediyorsa; artık çağını yakalamış, ilerici dünya görüşüne sahip, toplumun elit kesimine girmeyi hak kazanmış ve modern insan olabilmiştir(!) Aslında “modern” olmakla, insan ve toplum üzerinde, hâkimiyet kurmaya çalışan sömürücü güçlerin, etkisi altına girdiğinin, onların istediği yaşam tarzını benimseyerek, sadık bir müşteri haline geldiğinin farkında bile değildir.  Çünkü kazancını, onların sunduğu bol reklamlı ürünleri satın alarak tüketmekte, yine onların planladığı gibi eğlenip yaşarken, kendi inanç ve geleneklerini hiçe saymakta; maneviyata değil, dış görünüşe ve maddiyata önem veren bir zihin yapısına doğru ilerlemektedir. Böylece Müslüman oldukları halde,  zihinlerinde, evlerinde, işlerinde ve de bireysel ilişkilerinde İslam'dan uzak yaşayan insan toplulukları hızla çoğalmaktadır. Bu acıyı yüreğinde yaşayan bir Allah dostu  “Avrupa modasına uymak, bana namazı terk etmekten daha ağır geliyor.” sözleriyle konunun vahametini çok güzel bir şekilde açıklamışlardır.

Dünya toplumlarında olduğu gibi, İslam toplumlarında da hâkimiyetini her geçen gün güçlendiren, gerek gördüğünde demokrasiyi yerleştirebilmek için savaş ve katliam yapmaktan çekinmeden toplumları modernleştirerek, kişileri kendi öz inanç ve geleneklerinden soğutup bireyselleştiren ve savunmasız bir duruma düşüren küfür zihniyeti, kendi etkisi altına girmek istemeyen, direnç gösteren kesimlere karşı, küçük düşürücü, ayıplayıcı tanımlamalar üreterek, üzerlerinde psikolojik baskı kurmaktadır. Bu şekilde, durumu fark eden ve direnç gösteren Müslümanların rahat hareket etmelerini önleyerek, toplumlarını bilinçlendirmelerini engellemeye devam etmektedir.

Müslümanlar üzerinde “gerici”, “yobaz” gibi haksız ifadelerle baskı oluşturulmuş, bu tanımlamalara insanları inandırmak için, 28 Şubat sürecinde birçoklarına şahit olduğumuz toplumsal komplolar kurulmuş, adi senaryolar sergilenmiş ve Müslümanların kendi kabuklarına çekilmeleri büyük ölçüde sağlanmıştır. İşte bu, noktada Müslümanlar ciddi yaralar almış, soğukkanlı düşünememiş ve taktiksel olarak ciddi hatalara girmişlerdir.

Müslümanların önemli bir kısmı, modern kültürün hızlı dönüştürücü gücünden etkilenerek, benzer araç ve yöntemleri kullanırlarsa başarılı olacaklarını sanmışlardır. Böylece karanlık güçlerin oyununa gelinmiş, modern iletişim araçlarının ve yöntemlerinin gücüne kavuşmak adına, İslami yaşam biçiminden ve İslami tebliğ yöntemlerinden büyük tavizler verilmiştir. Küfür medeniyetinin, sinsi planı genel olarak fark edilememiş, neticede Müslümanların önemli bir kısmı, toplumda oluşturulan psikolojik baskıya direnemeyerek “yobaz” yaftası yememek adına “modernleşme” yolunu seçmişlerdir.

Bu uğurda her biri İslami bir “hizmet merkezi” havası verilerek büyük heveslerle kurulan “İslami” televizyonlar, “İslami” giyim mağazaları, “İslami” bankalar modernizmin çarkları arasında sindirilmiş ve aynı paralelde yeni bir sözde İslami yaşam biçimi icat edilerek İslamiyet'in özünden uzaklaştırılan Müslümanlar, modernizmin görünmez zinciri ile pasifize edilmişlerdir.

Bu şekilde, modernizmin etkisinde kalan Müslümanlar, modern tebliğ usulleri icat etmeye başlamış ve nihayetinde acı bir şekilde Peygamber Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),  tebliğ usulü terk edilmiş, sünnetten uzaklaşılmıştır.

Sünneti Terk Etme: Küfür medeniyetinin, insanları dönüştürmede kullandığı en etkili yöntem, kitle iletişim araçlarını kullanmak olmuştur. Hemen hemen her insanın ilgisini çekecek, nefsine hoş gelecek programlar yapılmış, toplumun tamamına yakını önce televizyona, akabinde bilgisayar ekranına ve şimdilerde yanından hiç ayırmadığı telefon ekranlarına hapsedilmiş ve dört köşe içerisinde kendine sunulan hazların bağımlısı bir halde kölelik yolunu seçmişlerdir.

Televizyonların her eve girmesiyle aynı süreçte birçok dini kanallar açılmıştır. Bu kanalların çoğu gerek reyting kaygısı, gerek ekonomik nedenler, gerekte büyük planın bir parçası olarak Müslümanların zihninde ve hayatında diğer kanallardan daha büyük tahribatlara neden olmuş ve olmaktadırlar.

Bahsettiğimiz problemlerin etkisiyle, İslami eserler raflarda kalmış, eğitim kurumlarında ise diploma ve kariyer hevesi galip geldiğinden, tebliğ vazifesini sünnete uygun olarak hakkıyla yerine getirebilecek alim ve gönüllü kadrolar neredeyse hiç yetişmemiştir. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oluşturduğu diploma için değil, Allah'ın dinini yaymak için ilim öğrenen, Müslümanların yetiştiği bir eğitim kurumu olan ashab-ı suffa kalitesinde bir eğitim kurumu için, bazı medrese çalışmaları hariç, neredeyse hiçbir çalışma yapılmamıştır Bu eksiklik bizler için büyük bir kayıptır.  

Taklitçilik: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:

 “Siz sizden öncekileri adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Hatta onlardan birisi kertenkele deliğine girse siz de onların peşinden kertenkele deliğine gireceksiniz.” 
     "Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?"
diye sorulunca, Allah'ın Rasulü: "Başka kim olabilir?" buyurmuşlardır.  (Sahıh-i Buhari, hadis no: 3456)

  Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu hadis-i şerifi bu günleri anlatmak için söylemiştir diyebiliriz. 1400 yıllık İslam tarihinde, hiçbir dönemde, son 100 senede olduğu kadar İslami kültürün özünden uzaklaşılmamıştır. Sosyologların kültür emperyalizmi (köleleştirerek sömüren sistem) olarak tanıdıkları bu değişim, taklit etmek üzerine kurulmuştur. Öyle ki küreselleşen dünyada, modernizm çoğu ülkenin yaşam biçimine bulaşmayı başarmış, farklı milletlerinin nesillerini aynı alışkanlıkların müptelası, aynı şarkıcıların hayranı, aynı filmlerin izleyicisi, aynı parfümlerin müşterisi, aynı colanın içicisi, aynı jeanslerin giyicisi haline getirmiştir.

 “Özgürlük” sloganı ile hâkim olduğu, çoğunluğu gençlerden oluşan kitleleri, özgürleştiklerine inandırırken, yemesiyle, içmesiyle, giymesiyle hatta gülmesine kadar aynı tip insanlara dönüştürmektedir. Yani insanlar modernizmin ürettiği imajlardan birini seçerek, seçtikleri imajı görünüşüyle ve yaşayışıyla taklit etmeye başlamaktadırlar. Aynı davranış dünyanın farklı yerlerinde birbirini tanımayan pek çok insan için söz konusudur.

Çünkü modernizm dünyanın her yerinde aynı türden insanlar üretmek amacındadır; “modern insanlar.” Ve tüketmekten zevk alan ve sadece kendisi için yaşayan, maneviyattan yoksun, modern insanlardan oluşan duygusuz bir kitle. İnsan kişiliğinde oluşturulmak istenen bu çerçeveye ulaşmak için, modernizmin yeniden inşa ettiği bir sevgi vardır; “dünya sevgisi.”

Dünyevileşme: Modern yaşam biçimi ahiretten hiç bahsetmez. Hayatı sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi sunar. İnsanları dünyanın tutkunu haline getirmektir amacı. Böylece modernizm, insanlara dünya zevklerini satarken onların hem parasını alır, hem de ahiret hayatlarını mahveder. Ahiret bilinci sağlam olan Müslümanları, etkisi altına almayacağını bilen modernizm, Müslümanlara da farklı yollardan dünyayı sevdirir.

Nice Allah dostları, dünya saltanatını terk etmiş, ilme irfana talip olmuştur. Bu yolda yoksulluğu kabullenmiş, ilim aşkı onlara yeterli gelmiştir. Saltanatını bırakarak, yolara düşen ve kemale ulaştıktan sonra, insanları irşada başlayan büyük Allah dostu İbrahim Ethem Hazretleri, en çok bilinen örnekler arasındadır.

Modernleşen Müslüman zihniyetinde ise, İslam'a hizmet etmenin yolu, resmi unvanlar almak ve görevinde yükselerek bir koltuk sahibi edinmek veya zenginleşerek güç sahibi olmak sanılır durumdadır. Hal böyle olunca, ahiret ilmine değil dünya ilmine önem verilmekte, ahirette kurtaracak unvan değil, dünyada kurtaracak unvanlar peşinde koşulmaktadır. Nefsin istediği makam sahibi olma duygusu, “ben müdür olacağım, başkan olacağım ve yer kaparak dine hizmet edeceğim” düşüncesi ile gizlenerek kişiler kendini kandırmaktadırlar. Yine, bu yüzden dini ilimler askıya alınmış, yeterli niteliklere sahip insan çok az yetişmiştir. Dinini bilmeyen makam sahibi Müslümanlarda nefislerine kapılarak ahiret yolunda ciddi yaralar almışlardır. Şuan İslam âleminin içinde bulunduğu durum, bu yöntemin işe yaramadığının göstergesidir.

 Hâlbuki Fatih Sultan Mehmet gibi bir cihan padişahı Molla Hüsrev Hz. gibi, Akşemsettin Hazretleri gibi âlimlere teslim olarak, onlara hizmet ederek yetişmiştir. Çağımızın Fatihlerini ortaya çıkarmak ancak Molla Hüsrevlerin yetiştirilmesi ile mümkündür.  Aslında mantık yürüterek ispat aramaya da gerek yoktur. Bize Peygamber Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünneti gerekli rehberliği yapmaktadır. Biz Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müslümanları makam sahibi ve zenginliğe teşvik ederek değil ilmi ve hikmeti öğrenip güçlü bir maneviyatla her insana ulaşarak tebliğ etme metodunu öğrettiğini bilmekteyiz. Ashab-ı Suffa başta olmak üzere O kutlu nebinin çevresinde yetişen her Müslüman iman ateşiyle dünya sevgisini terk ederek yollara düşmüş; ev ev, kabile kabile gezerek kısa ömürlerinde milyonların İslam'la şereflenmesine sebep olmuşlardır.

Modern kültürden bulaşan başka dünyevi hastalıklarda vardır. Müslümanlarda dâhil insanlar arasında tüketim ve israf artmıştır. Markalara çok yüksek paralar harcanmaya başlanmış, gösteriş hastalığı yayılmıştır. Ahiret ve ölüm neredeyse hiç düşünülmez olmuş, dünyada rahat etmek en büyük amaçlardan biri haline gelmiş, kalpler yemek yemek ve uyku uyumaktan hissedemez olmuştur. Böylece, dünyevileşme hastalığına tutulan Müslümanlar, Filistin'de, Suriye'de, Asya'da, Afrika'da ve birçok İslam beldesinde büyük sıkıntılar çeken kardeşlerini aklına getirmez, kendi işledikleri günahlara üzülmez olmuşlardır. Neticede dert olmayınca emr-i bil maruf nehyi anil münker terk edilmiş, Müslümanları modern kültürün alışkanlıkları sarhoş etmiştir. Bu konuda, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahabe-i kirama hitaben

 “Siz şu an çok büyük bir beyyine (hakkı batından ayıracak şey) üzeresiniz. İyilikle emrediyor, kötülükten de nehy ediyorsunuz. Fakat öyle bir zaman gelecek ki siz, iyilikle emretmeyecek, kötülükten de nehy etmeyeceksiniz. O zaman sizin aranızda iki sarhoşluk zuhur edecek. Birincisi cehalet sarhoşluğu, ikincisi dünya sevgisi sarhoşluğu. O zamanda, kitaba ve sünnete göre yaşayanlar için elli sıdık sevabı vardır.” Sahabe-i kiram hemen sordular:“Ya Resulallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! O sıddıklar bizim sıdıklarımızdan mı yoksa onların sıddıklarndan mı? Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Bilakis sizin sıddıklerinizdendir.” buyurmuşlardır. (Bezzar ve Ebu Nuaym Hilye)

Yine de dert sahibi olan Müslümanlar az değildir, fakat modern yaşam tarzının hayatın neredeyse her sahasına nüfuz etmesi ve günümüzde İslami ilimlerin öğrenilmemesi yanlış uygulamaları artırmaktadır. Sözde emr-i bil maruf niyetiyle dini anlatan bazı kişiler, bu yaptıklarından dünyalık kazanç elde eder olmuşlardır. Gidilen konferanslardan, yapılan programlardan küçümsenmeyecek paralar kazananlar vardır. Emr-i bil maruf vazifesi, peygamber vazifesidir. Hiçbir peygamberin davetinden ötürü ücret istemediği gibi; sünnet üzerine tebliğ gayretinde bulunan bir Müslümanın da, temel prensibi asla ücret istememek ve dünya sevgisini gönlünden çıkarıp tamamen Allah'a yönelmek olmalıdır.  Mahmut Efendi Hazretleri'nin “Ey Hocalar; ne yapacaksınız pırlantayı, pırlanta siz olun aydınlatın etrafınızı.” sözleri anlam yüklüdür.

Negatif Enformasyon: Küfür medeniyetinin amacı bütün dünyayı sömürmek, insanlara acılar çektirmektir. Bu karanlık kişilerin şuanda ulaştığı güç ve yöntemlerle sadece İslam medeniyeti başa çıkabilmektedir. Bu sebeple modern kültür ile insanları uyuşturan küfür odakları, İslam'ı ve Müslümanları düşman bellemiştir. İnsanlar, maddi ve manevi, bedensel ve ruhsal olarak sömürüldüklerini fark etmesinler, Müslümanları dinleyip, İslam dinine sarılmasınlar diye, ellerindeki bütün güç ile İslam'a ve Müslümanlara saldırmaktadır. Bir yandan küfür orduları İslam coğrafyasını kana bularken, daha tesirli silahları olan enformasyon araçları ile sosyal hayata sızmaktadırlar.

Sosyal hayat modernleştirilmeye çalışılırken, direnen Müslümanlar ise “çağın gerisinde, faşist, eskimiş, bağnaz fikirli” ilan edilmektedir. Avrupalı olmak, onlar gibi yaşamak alkışlanırken, Allah'ın emirlerini yaşamak, dindar olmak kışkışlanır olmuştur. “Bu çağda namaz mı olur?”, “Bu devirde çarşaf mı olur?”, “Müslümanları İslam geri bıraktı.” gibi propagandalar tartışma programlarıyla, sosyal medya ve dizilerle kademeli bir şekilde, özellikle yeni nesillere aşılanmaktadır. Bu yoğun enformasyon bombardımanı neticesi Müslüman olduğundan dolayı utanan, aşağılık kompleksine sahip ilginç bir Müslüman modeli oluşmuştur. Ve bu toplumda Müslümanları bile Allah'ın emirlerine davet etmek, camilere dahi çağırmak güçleşmiştir.

Aşağılık Kompleksine Kurban Gitme: Küfür odaklarının oluşturduğu bu psikolojik baskıya karşı ilmi bir çalışmayışına, nesillerin ilmi yetersizliği de eklenince, nesiller arasında kitlelere liderlik yapacak seviyede kaliteli Müslüman çok fazla yetişememiştir. Şuan gençler arasında namaz kıldığını arkadaşlarından gizleyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. “Aa sen namaz mı kılıyorsun?” gibi sorulara “Elhamdülillah, yoksa sen kılmıyor musun?” diye cevap verileceğine, aşağılık psikolojisiyle utana sıkıla cevap verilmesi hepimizi derinden üzmektedir.

Müslüman kimliğini gizlemek, çoğu Müslümanın bilinçaltına az çok yerleştirilmiştir. Sokaklara bakıldığında dindar bir Müslüman ile farklı dinden birisi ayırt edilemez hale gelmiştir. Müslümanken, üzerimizde Müslüman olduğumuzu belli eden neredeyse hiçbir belirti kalmamıştır. Hatta dinini öğrenemeyen gençler kişisel ve sosyal problemler karşısında çareyi İslam'da değil de farklı fikir ve ideolojilerde aramaları, İslam'dan daha da uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Benimsedikleri fikir ve ideolojilerin imanın temel unsurlarına saldırmasıyla dininden, imanından olan birçok Ahmet oğlu, Mehmet torunu, dünyasını ve ahretini heba etmişlerdir.

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar…(Maide 54)

“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Ali İmran 139)

Ayetlerinde anlattığı gibi kaya gibi sağlam bir imana sahip, Müslümanlar olmamız hepimiz için birer mecburiyettir.

İmaj ve Vizyon Sorunu: Müslüman imajının, büyük yaralar aldığı bir zamanda yaşıyoruz. Modernleşen Müslümanlar bu sorunu takım elbise giyerek aşacaklarını sanmış ve bu tuzağa düşmüşlerdir.

 Çare, Hz. Mevlanaları, Fatih sultan Mehmetleri, Mimar Sinanları kesip kırpmadan olduğu gibi anlatabilmek ve yaşatabilmek olmalıdır. Küfür medeniyetinin saldırıları karşısında tavizler vererek geri adım atmak, çare olmayacak; aksine saldırganları cesaretlendirerek, saldırılarının dozajını artırmalarına sebep olacaktır. Müslüman, kimliğini, kıyafetini, evini ve alışverişini sünnete uygun bir şekilde muhafaza ederse, üstelik sünnete uygun yaşayarak hal dilini kullanırsa Müslüman'ın imajı düzelecektir. Vizyon sorunu da aynı prensiple bağlantılı olup, çare ümmet içinde âlimler, liderler çıkarmaktır. Bu liderlerin önderliğinde, hayatında ve tebliğinde aktif bir nesil yetiştirmektir.

Bugün çevreci maskesine bürünmüş, sanat ve romantizmi silah olarak kullanarak, polis barikatlarının karşısında “temiz yürekli güçlü çocuk” imajını pompalayan, soylu bir asilzade görünümünde olup gerçekte kan emici bir vampir gibi ölüm kusan, kaos arzulayan şeytani mihraklar, nesilleri esir almak ve dilediği gibi kullanmak için büyük çalışmalar yapmakta, yüklü yatırımlarda bulunmaktadırlar.

Sahne edilen bu sahte imajların tehlikeli çekim gücüne karşı, Hz. Peygamberin (S.A.V.) ve sahabe Efendilerimizin yolunda, ilim irfan yüklü, iman nuruyla çevresini aydınlatacak, cesur ve kararlı, manevi imajı ve karizmasıyla, İslami tebliğ çalışmalarını bir gençlik hareketine çevirecek örnek kadrolara her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır.

Plansızlık ve Yetersiz İstişare: Müslümanların, düşmanları bu kadar organize çalışırlarken, sinsi planlar yürütürlerken, Müslümanların, emr-i bil maruf, nehyi anil münker vazifesinin ihmal etmeleri ya da gelişigüzel çalışmaları kabul edilemez. Müslümanlar bu konuya eğilmeli, yoğun enerji harcamalı, önemli kaynak aktarmalı ve artık daha planlı bir şekilde, daha da gelişerek ve güçlenerek günlük, haftalık, aylık istişarelerle, küçüklü büyüklü ekiplerle ve yılmadan, bıkmadan, ihlâs ile görevin hakkını vermeye çalışmalı, asla sünnet yolunu terk etmemelidirler.

Allah, cümlemizi ilme âşık, dertli ve azimkâr eylesin. Âmin.

Allah nasip ederse, önümüzdeki günlerde, tebliğ konusu üzerinden biraz daha dertleşmeye devam edeceğiz.