Nurettin Topçu üzerinden doğurucu irade, mektep, medeniyet üzerine bir hasbihal
Ayaz bir kış gecesiydi. Fersude zamanlarda aklını hakikate bağlamak için işe çuvaldızla başlayalım, dedi. Aklımızın tezenesi kırık, makamı bozuk, telleri ayarsız olunca türkünün kime faydası olur? Türkü lafzı ile zihninizi dondurmayın, özündeki asla sizi taşıyacak aklı arayın diyerek: “Taklit, doğurucu iradeye sahip olmayanların işidir. Kuvvetli iradeliler doğurur, zayıf iradeliler taklit eder. Medresede sonsuz “dedi”lerin paslı zincirini teşbih gibi çektiren zihniyet ortadan kalkmadan, sadece şekil değiştirerek mektebe aktarma edildi. Batı dünyasında ortaya konan her türlü fikirler, tercüme ve nakil yoluyla, tekrarlanıp ezberlenmek üzere mektebe devredildi. Bir asırdır mektepte bu ders yükünün ağırlığını çekmekteyiz. Zekâlarımızın beli büküldü. Doğuruculuk ihtiyacımızın tatminini, mektep dışında arıyoruz ve mektebe ilim ve fikir dışı çalışmalar dolduruyoruz.”, diyen Nurettin Topçu’ya atıfla mukallid zekadan ileri geçerek doğurucu yani sorunları çözen ve yeni yollar açan aklı ve bunun yol, yordamını aramamız gerektiğini söyleyerek sazının tezenesini aldı eline. Klasikler neden zamanda iz bırakır? İnsanı onlara her devir bağlayan nedir? Hakikat! Yahut insanın müşterek değerlerinin teline vurdun mu tezeneyi seyreyle devranı evlat!
Büyük lafızlar var, küçük papağanların ezberinde. Medeniyet,
kültür, kimi garptan kimi şarktan heybesine doldurmuş caka satıyor işte hakikat
budur diye. Hayat ve zamana dokunamadan pas geçen enteleketüel münevverlikler
laklakiyat oluyormuş. Sonra dedi medeniyet, kültür ve mektep imtizaç ederse
hayat beklide beklediği insana sahip olacak: “Bütün büyük medeniyetler, insanlığın manevi kudretlerinin hayata hâkim olmasıyla meydana çıkmıştır.”
“Medeniyet, insanlığın muayyen tarihî devirlerinde, bir zümre cemiyetin
benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayışların bütününe
denir. Teknik eserlerin ve âdetlerin bütününden ibarettir ve maddî hayatı
ilgilendirir. Kültür ise, bir cemiyetin
kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bu
değerler, ilim, sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir” “Medeniyet kervanına yol
gösteren maarifdir, kültürdür.” “Bir milletin kültürü, onun bütün fertlerinin
sahip olduğu hadiseleri karşılayan duyuş şekilleriyle, bütün tarihi içinde
meydana getirdiği değer hükümleridir.” “Mektep;
millet kültürünün, millet ruhunun bayrağıdır. Vatan topraklarında yalnız o
bayrak dalgalanır. Yabancı mekteplerin yayacağı kültürler, bir memlekete
medeniyet ve irfan getirmez, belki o milletin kültürünü yara bere içinde,
perişan bırakır, milli şahsiyetin millet kültürü ile vücut kazanmasını imkânsız
kılar.” “Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler
vermek değildir. O, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık
sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin
cihazlanmasıdır.”, diyen Topçu’nun fikirleri üzerinden modern zamanda
milli kudretler hayata teknik eserler ve değer hükümleri olarak aksetti mi?
Yoksa biz etiket yarıştırıp, milli/manevi esaslarımızı çarpıştırıp millet
hayatını yorduk mu derken sazından dökülen türküler adeta göz yaşı gibiydi.
Milletin esas varoluş unsurlarını öne çıkarıp, bunları kavga ettirmek buna
karşın yüksek teknoloji üretemeyen, derin sosyal bilim teori ve yöntemleri geliştiremeyen
büyük iddialar milleti ve memleketi nereye ulaştırır? İhanet kazandıkça millet
kaybediyor. Peki dedim, yol nedir, nasıl olacak? Kimsede sihirli değnek yok,
hayat bir Kafdağı masalı da değil. Gayret ve tevekkül, dedi. Yol ve yordam
meselesini fikr ettin mi diye sorunca başım önüme düştü: “Düşünüş tarzı metod
demektir. Maarif bir milletin gençliğine ilimlerde olduğu gibi din hayatı
içinde, memleket ve dünya hadiseleri karşısında metodlu düşünmeyi öğretir.
Mekteplerde okutulan derslerin her biri metod binasının duvarlarından birinin
yapıcısıdır.” “Düşüncenin hürriyete kavuşması, dıştan gelen otoritelerden sıyrılmak ve içten gelen ihtiraslardan
korunmak sayesinde kabil olduğunu da biliyoruz. Her çeşit otoritelerle his
ve menfaat zincirlerinden kurtuluş, hakikatlerin
kutsal kapısını bize açacaktır ki, bu ulvi açılışa “Rönesans” diyebileceğiz. Kültür
ise, bir Rönesans ile elde edilen metodun tatbik edildiği ilim ve felsefe ile
bunların vasiliğinden hiçbir zaman ayrılmayacak olan din, ahlak ve sanat
çalışmalarıdır.” “Madde, hayat ve ruh dünyasına ait mektepte edindiğimiz
bilgilerin sentezi, iç gözlem kanalından geçerek, bizi bir ahlak kültürüne
yükseltmeliydi. Ruh ve insanlık sevgimiz, hayat anlayışımız, din idealimiz ve
sanat sezgimiz, bizim kendi meydana getirdiğimiz kültürün bölümleri olacaktı.
İşte böyle millileşecek ve şahsiyet sahibi olacaktır.” “Metodlu düşünüş, ilimle
felsefeler doğurur. Aklımızı doğru kullanmak demek olan felsefe ise din, ahlak
ve sanatın ilerleyeceği istikameti gösterir. Bu sahalarda kültürün doğurucusu olur. Ancak doğurucu zekâya
ilk hamleyi verecek olan, asırlar içinde bir millet ruhunun bir vatan toprağına
sızdırdığı suların çağlayanı olan romantizm
hareketidir. Anadolu romantizminin,
dinî temel ve ruhu tasavvufta barınan İslâm; ahlâkı aşk ve fedakârlık;
sanatının temeli Anadolu’nun destanları, masalları ve halk türküleridir.
Felsefesi ise, sonsuzluğu hedef yapan, ölüme inanmayan bir irade ve hareket
felsefesi olacaktır. Nurettin Topçu o gece sazın telinden dökülen söz oldu.
Aklını hakikate verecek yol aramak, dedi insanın
en zorlu, en çetin, en sancılı lakin en hayati meselesidir. Yunus dili ile
söyleyip, aklı ile düşünüp, gönlü ile aleme açılacak feraset işte nazariyat
krizimize dair yolda olmanın yolbaşcısı. Hakikatin kutsal kapısında tezene
oynatmak da bu olsa gerektir. Yol odur ki hakka vara söz odur ki hakkı ana.
Vesselam