12 Ocak 2018

Oğuz’dan umrana

İnsan için evren, bilkuvve imkânlar mekânıdır. Zuhurata göre zamanla maddesindeki imkân mümkün oldukça bilfiiline ulaşıp belki de kemale vasıl olur.

Vuslatın yeter şartı yol, gerek şartı ise gayrettir. Gaye ise yol ile gayreti birleştiren, maddenin suretine gidiş liyakatini ve istikametini belirleyen, köken ile nihayet arasında bağı kuran knesisi/hareketi sağlayan bir hareket vesilesidir.

İnsanı tabii seyrinde izleyen İbn Haldun, bu cümleden onun varlığı sonrasında doğal olarak bir nesep çerçevesinde, el ve düşünce gücüyle ortaya eser bıraktığı, asabiyesi ile mülke vardığı bir çerçeveyi umran çerçevesinde ele alarak medineyi tahkik için bir yol açar.

Asabiye toplumun gayeli/anlamlı bir bütün olmasını sağlarken, liyakat emaresi olarak fedakârlık, hayır değerleriyle gerektiğinde kendini yok saymayı göze alacak bir değer seviyesine ulaştırarak, bilkuvvesinde var olanı/varsa eğer bilfiile ahenk içine ulaştırır.

İbn Haldun'da asabiyenin gayesi mülktür. İşte burada mülkü mümkün kılan asabiyenin kendi içinde yaşadığı dönüşüm, o topluluğu mülk için ehil hale getirmesi ile söz konusu olur. Kan asabiyesi devresinde onun nazari çerçevesinde bedavet(göçebe/kırlı) halindeki bu teşekkülün gayesi hadarettir(şehirli). İşte hadarete yol açan tavırlarda/aşamalarda beklenen liyakati göstermek noktasında toplumun bazı hususiyetlere haiz olması gereklidir ki dönüşüm sağlıklı bir şekilde kemale doğru gelişebilsin. İşte nesep veya intisap asabiyesi denilen tavra giren asabiye hadaret suretinde bir liyakate imkân kesp eder. Her suret bir dönüşüm ve liyakat hareketinin neticesidir. Nesebini idrak mensubiyetini tespiti sağlar. Böylece asabiyenin bilkuvvesinde barındırdığı ama bazı dönüşümlere bağlı olan ister diyalektik deyin, ister senteze dayalı tez antitez dönüşümü olarak değerlendirin, bir değişim yaşanarak bilfiil hadaret yani şehirdeki umran/suret teşekkül ederken asabiyede gayesi olan mülke doğru o toplumu geliştirerek devletin teşekkülü ile kendi bilfiiline ulaşır. Bu süreçleri yaşamadan şehirde olmak mensubiyetsiz mevcudiyet oluyor ne yazık ki!

Buradaki önemli kavram şudur bir toplum devlet ve medeniyet için bilkuvve bir potansiyeli taşıyor olsa da, buna dair tarihi bir tecrübesi de olsa hatta coğrafi ve aktüel imkânları önünde büyük fırsatlar açsa da birey ve toplum bazında İbn Halduncu kavramla bazı tavırları ve nitelikleri gösteremediği sürece dönüşüm ve değişimin yaşanması muhal olur. Burada bir kavim kendini değiştirmedikçe biz o kavimdekini değiştirmeyiz hakikatini hatırlıyoruz.

Burada afaki tümel bir bakış yoktur. Vakıaya sâri ahval için tecrübenin öğrettiği düzenin hallerinin tefekkürü söz konusudur. Selçuklu-Osmanlı Türkmenlerinin devlet ve medeniyet kurucu düzeye yükselmesinin arka planındaki süreç bahsedilen asabiye odaklı dönüşümlerle yakından ilgilidir. Oğuz asabiyesi, Selçuk ve Osmanlı Devletleri çerçevesindeki büyük umranı var ederek İslam medeniyeti içinde Türk tarihinin en muazzam devirlerini teşekkül ettirdi. Enkazda bugün o izler hala duruyor görene tabi ki.

İnsan bu cümleden değişimin anahtarı, gayreti ve gayesi ile yolun esasıdır. Hülasa varlığın gayesi insandır. Yani evren bilkuvvesini insan için var olanlarıyla bilfiile insan ve onun içine dair kılar. İşte burada asıl soru gelir insanın gayesi nedir?  Bilkuvvemizi ahenkle ve liyakatla harekete geçiriyor muyuz? Eğitim sistemimiz bireyde bunu aramanın yollarını araştırıyor mu? Üniversitemiz buna dair mi?

Sazlıktaki ferahfezayı duyabilenlerin yoludur umran… Fatih'i anlamak için de bu umranın yolunda olmak gerekir…