​'Oku' -9

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

“Oku”manın basitten karmaşığa uzanan, doğru rehberlerle beslenmesi gereken bir yolculuk olduğunu söylemiştik.

Serinin dokuzuncu yazısını, “oku” bahsi adına en azından bir duraksama yazısı olarak görüyorum. İlmin okyanuslara sığmadığına dair teşbihi hatırlayacak olursak yalnızca okuma yüzünün bile genişliğini havsalamıza sığdırmak zor. Üstelik incelikli ve nazik bir konu… Onun için nokta koymak imkânsız, bir virgül sadece.

Bu seride bilhassa bir liste dayatmaktan çekindim. Bunun sebeplerini de listenin aslında her kişiye özel bir okuma yolculuğu olduğu vurgusuyla sık sık dile getirdim. Kendimizde özü yakalamayı, hakikati kavramayı mümkün kılacak cevherin keşfine dair yol açıcı, fakat zor bir gayrete giriştim. Zira temelsiz ve açıklamasız her tavsiye, çabuk unutulan, aslını ve sebeplerini kavramaya imkân bırakmayan beyhude bir çabadan ibaret.

“İkra: Oku” emrinden yola çıktım ve merkezden ayrılmamaya çalıştım. Çünkü bu emrinde, kalbe değen bir silkeleyiş vardı. Değersiz işlere yönelimi azaltan bir söyleyiş, zamanı öldürme hastalığına şifaydı. Bu emri dile getirmek ve sese dönüştürmek dahi manasına erişmeye bir imkân veriyordu. Hiza arayışına cevap veren bir hiza göstergesi, âdeta pusulaydı. Üstüne tefekkür edince dünya dolusu okunacaklara bakış açımızı ehlileştiren bir zaviye kazandırıyordu. Hakk’ın sözüne yöneltiyor, kalbi mutmain eyliyordu. Herhangi bir eserle muhatap olmadan dahi okumanın değerini algılamanızı sağlıyordu.

Oku bahsinde eser tavsiyesi başat konulardandır. Ancak vicdanidir de… Eser listesi isteyen gençlerle her karşılaşmamıza vicdanî bir muhasebe de eşlik ediyordu. Okuma bahsini ilgilendiren kelimeleri bir kenara koyarsak bu yazıların yazılış sürecinde aklıma en çok gelen kelime vicdan oldu. Satıra sığmayan okumalardan dem vururken vicdanın da bir tür okuyuş olduğunda karar kıldım. İnsan önce kendi duygu, düşünce ve ifasından mesul olduğundan okumaya önce kendinden başlamalıydı. Elbette her okuma gibi, bu okuyuş da rehbersiz olmamalıydı. Rehberler ise irfani yürüyüşü maneviyatla, mevcudatın sebepleriyle ilişkilendirmişler olabilirdi ancak. Yaradan’a dost, yaradılışı ile barışık, özüne vâkıf olanlardı. Bu tür satırlarla olgunlaşan insanda vicdanın keşfi ve onun mihenginin idraki mümkündü. Zaten “oku”manın bütün amacı da bu değil miydi? Keşif, idrak ve tekâmül…

Maddi dünyanın elverdiği birikimden manevi dünyaya giden köprüler kurabilmek, fikir etmek, tefekkür etmek, aklın sorularına makul cevaplar bulmak, görünenden ötesini keşfetmek, sırf kendi hayatımızla sınırlanmamak, tecrübeyi zenginleştirmek, her gün her an daha insan olmak için okuyoruz. Ya da bize tavsiye edilen şekli böyle… Her gün daha insan olabildiğimiz, hâller ve olaylar karşısında daha incelikli düşünebildiğimiz, sağduyulu olabildiğimiz, görünene aldanma çiğliğini giderebildiğimiz sürece okumaktaki maksat hâsıl olmuştur. Bu ise susuzluğu gidermek bir nevi… bünyenin bir ihtiyacı, yaşamanın bir lüzumu.

Okumanın hakkını veren, yaradılışının da hakkını vermek için gerekli donanımı kazanmış demektir. Dünyalık ömürden ibaret olmayan, sonsuzluğa uzanan, o sonsuzluk içinde yaptığı, ettiği, söylediği her şeyi hatırlayacak olan bilinci benimsemekle başlıyor her şey. Durmak bilmeyen tekâmül içinde bir âna sığdırılmış sonsuzluğun ve sonsuz ihtimallerin idraki ile tanışmayı mümkün kılan ise okuma-bilme-olma yolcuğu. Yani derinleşme, değerlileşme, hayatı anlamlandırma…

İşte böyle bir serüvene talip olunca yollar bitmek bilmiyor. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, okumaya doyulmuyor, okunacakların ardı arkası kesilmiyor.

Bir vakitler, bazı kitapları tahlil ederek söyleşirken okumada epey yol almış bir büyüğüm, “Okumada bu kadar ileri gidersen, duvarların arkasını görmeye başlarsın” demişti. Yıllar geçtikçe fark ettim ki bu cümleyi her geçen gün daha fazla, hayretle ve minnetle anıyorum. Tekâmülü tecrübe etmişlerin sohbeti de bir tür okumadır işte… Önemli, değerli, unutulmaz cümleleri mıhlıyor zihninize. O cümleler de tıpkı okuma metinleri gibi, yol aldıkça farklı anlamlar kazanıyor. İnsanı zihnen ve kalben olduğundan daha iyi hissettiren, iç huzurunu tamamlayan ve sabitleyen işte böylesi serüvenler. Zaten ömür sergüzeştine çiğ kaldığımızı fark ettikçe pişmeye yol almıyor muyuz?

Ve bugünün cinnetleri içinde okumaya dair birkaç cümle:

Okumak, aklın ermediği işlerle yüzleşme imkânı verir.

Okumak, kandırmacalı hak ve özgürlük manifestolarının ırk din dil bağlamında çifte standartlarına ve binyıllara dayalı çelişkilerine dair bizi uyanık tutar.

Okumak, masum bir insanın bile şartlar zorladığında, kural kaide tanımaz bir ortamda nasıl da zalim olabildiğini gösterir.

Okumak, güzelliğin çirkinle yer değiştirmesi, erdemlerin alaşağı edilip yerine kötücüllerin yüceltilişiyle her gün nasıl burun buruna kaldığımızı gösterir.

Okumak, sınanışlarımızı görmekle sınırlandırmaz, “daha neler göreceğiz” serzenişine ihtiyaç bırakmaz.

Bunca ahkâm kesmek şimdilik yeter…

Rabbim cüretimizi bağışlasın, sadır şifasına vesile eylesin. Amin.