24 Haziran 2020

Ömürden Geriye Kalan

Her canlıya verilmiş bir ömür ve her ömürden geriye kalan güzellikler ve çirkinlikler vardır. Bitki dahi dünyadan göçer iken ardında bir şeyler bırakır. Yaprak bırakır, koku bırakır, çiçek bırakır ve tohum bırakır.

Bilirsiniz ki: Huda'yı biten en ince nebat,

Döker de her sene milyonla canlı tohm-ı hayat,

Göçerse öyle göçer hilkatin baharından.

Yabani hardala mümkün mü olmamak hayran?

Üstat Mehmet Akif Ersoy, ne güzel ifade etmiş ki bu hali, bizim kelamımız hayli aciz kalır söylemek için bu beyanı.

Peki ya insan!

Tüm kâinatın en şerefli varlığı olarak ilahi bir imtiyaz verilen insanın ardında kalan nedir?

Yahut ardında bir şey bırakmamış bir ömür gerçekte yaşanmış mıdır?

Kâinatı ve hayatı sadece dünya ve onun maddi hazları için bir ikametgâh olarak gören batı medeniyeti, insanı bir haz makinesine dönüştürmek için, her cephede başka bir silah ile ve dahi günde yüzler adedince kalbimize, aklımıza ve duygularımıza saldırmaktadır. İnsanı tutan ve ona insan kalma gücü veren her ne varsa, misal inanç, değer, ahlak, edep ve kültür gibi bunları almakta yerine daha fazla kazanma ve daha fazla tüketme arzusu vermektedir.

Nitekim bu medeniyetin başkentlerinde henüz yakın geçmişte cereyan eden büyük salgın vakası sonrasında, insanlar huzurevlerinde toplu halde ölüme terk edilmiş bulundular. Zira onlar için değerli olan, güzel, kullanışlı ve cazibedar olan şeylerdir. Bu elim hadise ve daha birçok benzer vaka göstermektedir ki ürettikleri bu batıl ve zail medeniyet sadece başka milletleri değil belki daha fazla kendi cemiyetini vurmakta, helak etmektedir.

Bir yuva kurmayı, hayırlı ve salih evlatlar yetiştirmeyi kariyerin önündeki engel, dost ve arkadaş edinmeyi modası geçmiş bir alışkanlık, hayır ve hasenat yapmayı ise sosyal devletin görevi olarak gören bu modern çağ yaşamı, sadece kendisi için yaşayan, tek başına yaşayan ve hazlarının ardında koşan bir nesil var etme kavgasındadır. Bu yüzdendir ki bin yıldan daha fazla bir süredir bize millet olma, devlet olma ve ümmet olma feraseti veren inancımızla ve kültürümüzle harp halindedir.

Bitkinin dahi ardında tohum bırakarak göç ettiği bu fani alemden, insan olarak göçer iken ardımızda kalanlar neler acaba? Bu suali kendimize sormak mecburiyetindeyiz. Zira biz sadece bu zail dünya için değil baki bir alem için de yaratıldık. Nefsinin doymak bilmeyen arzularına ram olmuş bir insan sonsuzluğa talip olabilir mi?

Şu kısacık ömür sermayesi insana verilmiş bir emanet. Bu emaneti nasıl, nerede ve niçin harcadığımız ise imtihanımız olacak. Rabbimiz, “İnsanların hesaba çekilecekleri gün iyice yaklaştı; halbuki onlar gaflet içinde haktan yüz çevirmektedirler” (Enbiya Suresi- 1. Ayet) ayetinde olduğu gibi bizi uyarmakta ve bu gaflet halinden uyanmamızı istemektedir.

Bizler kısacık ömrüne devletler, hanlar, medreseler, destanlar ve sayısız eserler sığdırmış ölümsüz bir ecdadın varisleriyiz. Materyalist ve modernist batı medeniyetinin insana baktığı nazar ile kendimize bakar ve zatımızı sadece biyolojik bir varlık mertebesine indirgersek, kendi varlık sahamızı da bu fani alem ile sınırlamış oluruz. Oysa bizler ölürken dahi ardında ölümsüzlük nüvesini bırakmış bir inancın ve bir medeniyetin evlatlarıyız. Madem ki ölüm mutlak hakikat, o vakit gelene dek ardımızda güzel sözler, güzel işler, güzel eserler bırakma gayretinde olalım.

Vesselam…