Orman

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

Şehir hayatı köyü unutturuyor şehirlilere. Ne zaman ki yol köye düşüyor, yeşilin ve doğanın farkına varılıyor. Betonun yeşile olan zıtlığı ancak geniş yeşil manzaralarla, ormanla karşı karşıya kalındığında anlaşılıyor, insan kaybettiklerinin ve mahrum olduklarının o zaman farkına varıyor. Ancak her hâlükârda bu yaklaşım, meselenin en romantik bölümü. 

Küresel çapta kıtlığın, kuraklığın, su savaşlarının konuşulduğu, her geçen gün sebebi temel ihtiyaçlara dayalı savaşlar hakkında teorilerin çoğaldığı bir devredeyken doğaya, doğal olana ve orman hayatına yaklaşımımızın daha hassas olması kaçınılmaz. 

Yitirmeye en elverişli olan satıhlar ormanlar. Çünkü dünyanın dengesinde bu vardır; zararlı olan faydalı olana galip gelir. Bu durum, konutların ve bilumum inşaat faaliyetinin artışıyla yalnızca bizde böyleymiş gibi görünüyorsa da söz konusu tedirginlik dünya çapında bir mesele. 

Yağmur ormanlarına verilen zararlar, Amerika’nın yeşil örtüsünün ahşap konut ve eşya uğruna nasıl tarumar edildiği, Uzak Doğu’nun mutfak ve diğer hayat alışkanlıkları yüzünden çevre dengesine yönelik tehdidi sık sık gündeme geliyor. 

Gelin görün ki ekolojik dengeyi en çok tehdit eden süper güçler Amerika, Çin ve Rusya, çevre politikalarındaki acımasızlıklarına bir sınırlama getirmezken; özellikle Amerika’nın geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin doğal hayata yönelik tutumlarını çeteleyle tutması ve ilerlemeyi durduracak çevre politikaları dayatma gayreti soğuk savaş dönemi sonrasında ve bilhassa Çernobil’in ardından dünyaya pazarladığı bir yönetim taktiği olarak öne çıktı. 

Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler ne Çernobil’den, ne geniş çaplı orman kıyımlarından ne de uzay çalışmaları için körlenen vahalardan sorumluydu (!). 

Batı’nın; radyoaktif içeren her türlü çalışmadan, nükleer santrallerin sızıntılarından, her türlü nükleer denemeyle alt üst ettikleri okyanus hayatından ve yerküre dengesizliklerinden, dünyayı yaşanmaz hâle getirecek teknoloji sebepli distopyanın türlü hikâyelerini ortaya atarak yeni nesillere karanlık bir gelecek dayatmaktan sorumlu olmasına rağmen, bu felaketlerde rol oynamamış, kendini idameye çabalayan topluluklara çevre dersi vermesini hayra yoramıyoruz. Aç canavarlığının başka bir ayağı olarak görüyoruz. 

Bırakın çevreyi ve ekolojik dengeyi, Allah, insanın kendine zarar vermesini bile haram kılmıştır. Ancak Müslümanlar asıldan şekle ve görüntüye evrilen bir inanç kısırlığına, üstünkörü amel derdine, Batılılar gibi yaşama ve hayatı algılama sevdasına düştüğünden, maddi hayatı manevi hayattan daha önemli gördüğünden bu yana, kişiden topluma uzanan zincirde doğaya yönelik hassasiyet yitimi yaşanmaya başladı. Batı’nın doğa düşmanlığı İslam coğrafyasına da sıçradı. Dengesiz nüfus dağılımı, rızık amacını aşan dünyalık hevesler, bencil ve vandal yaklaşımlar dünyaya haddinden daha fazla zarar vermeye başladı. 

Kişi kendi sorumluluğunu kendi başına üstlenmek yerine sorumluluğunu topluma mal ettiğinde, kirlenmiş bir piknik alanını daha fazla kirletmek, tedbirsiz yanan ateşlerin yanında kendine de yer ayırmak sorun olmadı!

Bütün bu tedbirsizlik, sorumsuzluk ve yıkıcı tavırların temelinde sevgisizlik, manevi eksiklik ve Allah’ın emrine karşı gelmek var. 

Şunu sık sık dile getirmekten bıkmayacağım; insan ancak sevdiğine hürmet eder ve ona iyi davranır, sevmediğini ise mahvetmek sorun olmaz. 

Dünyaya bin bir sebeple kötü davrananlar, tek umudunu dünyaya bağladığı hâlde onu sevmediği için bu kadar kötü davranıyor. Aynı zamanda atasını da sevmiyor ki onun bıraktığı yadigârlara saygı göstermiyor, diğer taraftan çocuklarını ve torunlarını sevmiyor ki onlara güzel bir gelecek bırakmıyor. 

Günümüzün bencil insanı, Yaradan’la, yaratılanla ve aynı zamanda eşyayla geçinemiyor. Ürkütücü…

Fakat son günlerde yaşadığımız orman kaybı bencilliğin, zalimliğin, hakkı olmayanı elde etmek uğruna ne kadar ileri gidilebileceğinin en önemli delili oldu. 

Hakkı olmayan bir şeyi gasp etmek uğruna dünya hazinesini yok edenlerin sevgi sözcüklerinden, barış safsatalarından, özgürlük adına çıkardıkları gürültülerden iyi ve hayırlı hiçbir şey beklenmediği gibi, görünen o ki sahiplendikleri gayya kuyusunu işaret eder hâldeler. 

Bencilce mangalını yakarak bir ormanı mahvına sebep olandan en önemli farkları, bir vatanı küllendirerek kendilerininmiş gibi göstermek için, iddiasını sürdükleri her türlü değer yargısının aksine hareket etmeleridir. 

Terörü insanilikten ayıran da budur zaten. Kendi ideolojisinin yürümesi, açgözlülüğü ve yetinemezliği için dünyayı yok etmeyi göze almasıdır. Son zamanlarda yaşanan orman yangınlarıysa bu aşağılık tabiatın yalnızca üstten görünen kısmıdır. Masumların, mazlumların canına kast ederek kendilerine özgürlük arayanların ne niyetinden ne de eyleminden iyilik ve fayda beklenemez.

Okuyanların malumudur; bu köşede siyasete yer verilmez, mecbur kalınmadıkça parti adı geçmez. Ancak son devrede orman yitiminde, acı çığlıklarda büyük rol oynadığına işaret edilen tek terör oluşumu HDPKK’yı bunun dışında tutuyoruz. 

Yok edenlere hayat hakkı tanınmaz. Bu dünyanın her yerinde ve ilâhî kanunda böyledir. Yok etme makinesine dönüşen HDPKK’nın varlığının süregelmesine imkân verenleri, destek çıkanları, masum gösterenleri, maddi manevi destekleyenleri, arka çıkanları, gizli-açık reklamını yapanları esefle kınıyorum. Bu da yetmez biliyorum. Tek umudum ferdî gayretlerin toplu olanlara galip gelmesi, bunun için Allah’ın yardımının yakın oluşudur. 

***

Künye: Orman; ağaçlarla kaplı geniş alan, büyük koru; bir alandaki ağaçların bütünü anlamlarına gelir (Kubbealtı Lügatı).