01 Ekim 2020

OSMANLILARDA DURAKLAMA ve YOZLAŞMANIN BAŞLAMASI

Bir önceki  yazımda bugünlerde Sultan 3.Murat'tan itibaren Osmanlı Tarihini (1591-1605 Yılları) anlatan Naima Tarihi*ni okuduğumdan bahsetmiştim. Kitapta dönemin hatalarını  ve sevaplarını anlatan çok sayıda ayrıntı yer alıyor.

Kanaatimce bunlardan en önemlisi, Osmanlı Ordusunun askeri gücünü  temsil eden yeniçerilerin bozulma düzeyini gösteriyor  olması. 1600 yılındaki Kanije kuşatması sırasında  yeniçeriler resmen savaşı bırakıp düşmanın önünden kaçıyorlar.

Bir başka ayrıntı da şu: Büyük gayret ve fedakarlıklarla alınan kaleler kendilerine teslim edilen yeniçeriler, bu kalelerde savunma düzeni  kurmak yerine evlenerek ve içki alemlerine dalarak kaleyi savunmasız bırakıyorlar. Şimdi kitaptan bu manidar tarihi tesbit ve anları sizlerle paylaşayım.

 

Küffârın Hile ile Yanık Kalesini İstilâ Etmesi

Yanık kalesinde yeniçeri ağası  olan fâcir, beylerbeyisi Mahmud Paşanın zıdd-ı kâmili  (tamamen zıddı) olup, küffâr tarafından bir habbe zahire gelmez iken, bunları iğfal ve idlâl için (doğru yoldan çıkarmak için) gemiler ve arabalarla yük yük hamur gelür idi. Muhafaza erbabı (yâni kale muhafızları) şaraba düşüp ve bunları (kale bedenlerini) boş koyup, kapıcılar kapıyı beklemez oldu.

Bu hususta Paşanın ve başkasının sözünü dinlemeyip, yalnız hisarın sağlamlığına güvenip gaflet ettiler. Peçuy sancağı, beylerbeyisine arpalık olmakla zahiresi ekseriya arabalar ile Peçuy'dan gidip, her sene ikişer üçer yüz araba zahire gider ve dönüşte küffâr yollarını bekleyip cümle (bütün) öküzlerini alırdı. Bu suretle Peçuy'dan beş altı bin öküz dâr-ı harbe gitti. Bazı nahiyede asla öküzler kalmayıp reâya (avratı ile sapan çekip çift sürer oldu) Ramazan başlarında küffâr arabalara çok taaddî edip (saldırıp)Yanık ve Eğri'ye giden birkaç yüz zahire arabaları üzerine geldi.

Evvelce Yanık kalesine iki bin kadar cebeci ve ikibin kul-oğlu yazılmıştı. Bunların çoğu Peçuy'da, ve Koban'da, İstûııi-i BeJgrad'da evlenip, bu yüzden Yanık kalesini bırakmakla, hisar nerede ise bomboş kalmıştı. Bir sene evvel Tata kalesi ağaç top ile alınıp bir tek kimse kurtulmamışken aslâ kimse mütenehbih olmayıp (uslanmayıp) ihtiyata riâyet etmediler. Düşmanın keyd ve mekri (hilesi) görünüp dururken «kaza gelince göz kör olur» anlammca basiretleri bağlandı.

Bir gece Palgı dedikleri hınzır ki Komran kaptanı idi, birkaç bin piyade küffâr hazırlayıp kendi dahi bir iki hin süvari ile gelip peyda ettiği ağaç topu örtüp kendi askerine bile göstermedi ve Yanık kalesine götürüp beri tarafta (yâni kaledeki muhafızlar) gaflet içinde olup bir kat çam tahtası ile yapılmış kapısını kapayıp çekme köprüsünü bile çekmemişlerdi.

Birkaç mürted kâfir gece yarısı kapıya gelip «Nöbetçi!» diye taşradan çağırdılar. Bekçi uyanıp «kimlersiz?» dedikte, kâfirler «Peçuy'dan zahire getirdik, yolda düşman ulaştı, arabalar ile kaçarak güçlükle kurtulduk. Şimdi ardımızdan gelip bizi basarlar, kapıyı açıp zahireyi kaleye alın!» deyûp, sual ve cevab sırasında ağaç topu kale kapısına nezaketle yanaştırdılar. Nöbetçi oğlan dahi «varayım, kapıcıya haber vereyim» deyûp gitti.

Bu kadar güftü gû (dedikodu) olunca topu istedikleri gibi yanaştırıp ateş ettiler. Kapı pâre pâre oldu. Güruh güruh (kalabalık) mel'unlar girip içeride kimi sarhoş, kimi bengi (keyif veren bir otun tiryakisi) olup, gafiller tehlikeyi görünce can başlarına sıçrayıp iki taraftan düşmana hücum edip, hattâ dışarıya çıkaracak hale getirmişken, düşmanın çokluğu bunların mukavemetini kırıp döğüşü döğüşü (dövüşe dövüşe) cümlesi şehit oldular. Yanık kalesi bu hile ile küffâr eline geçti.

Rivayet edilir ki: Yeniçeri Ağası olan mest-i fâciri Palgı dedikleri kâfire canlı olarak götürdüler. On beş yirmi bin kadar altın, yanında bulundu.«Bu altını neye sakladın? Kale muhafazasına sarf etsen olmaz mı idi? Böyle kale mi beklenur?» deyûp başını kestirip bir göndere diktirdi ve «kale muhafazasında ihmal edenin hâli budur!» deyû nida ettirip gezdirdiler. Müslümanlardan ancak beş altı kimse kurtulup Budin'e geldiler. Bunlardan başkası diyâr-ı âdeme gittiler (öldüler). (Naima,1967:192-193).

 

Tarihçi Naima, Yeniçerilerin düşman önünden kaçışlarını ise şöyle anlatıyor:

Kanije önündeki Asker-i mansur ol mahalden tabur üzerine varıp muharebeye meşgul olduklarında keminde olan (pusuda) müşrikin hâlâ ordu askerden hâlidir, deyû zahire ve barut getirip kaleye girmek fikriyle yürüdüklerinde serdâr-ı namdar, orduda bulunan müteferrika vesair asker ile süvar olup yeniçeri zümresini önüne katıp küffâra karşı çıkmıştı.

Küffâr-ı hâksâr yeniçeri alayına hücum, ettikte, koyun sürüsü kurttan ürker gibi yeniçeriler firar ederken (kaçarken) serdârın önünden güruh güruh geçtiler. Serdâr-ı ekrem bunlara:«Behey yoldaşlar! Niçin böyle edersiz?» Diye görüp cenge tergip ve tahriş eyledi müfid olmadı (fayda vermedi). Serdâr anları koyup bizzat küffâr alaylarına karşı gittikte melâin (mel'unlar tüfenk-endazları önüne katıp çadırlara duhul (girmek) mertebesine yakın olmuş ve arada bir batak kalmıştı. Yanında olan üç dört yüz sipahi ve silâhtar ile eriştiği gibi tüfenk serpip, iç-oğlanlarından ve sipahilerden nicesini şehit ettiler. Serdâr bir püşte ardına geçip durdu. (Naima,1967:192-193).

Yaşaşan bu gelişmeler üzerine Osmanlı tarihinin abide şahsiyetlerinden biri olan, büyük alim tarihçi ve devlet adamı, padişah hocası, Hoca Saadettin Efendi dönemin sadrazamına tarihi bir mektup yazıyor. Osmanlıdaki yozlaşmalara ilk dikkat çeken metinlerden biri olan bu mektup tarihi bir değer taşıyor. Dönemi anlatması bakımdan bu mektubu da burada paylaşalım:

 

Hoca Sadeddin Efendi'nin Serdâr Saturcu-Mehmed Paşaya Mektubu (1598)

(…..) Din düşmanları kalelerimizi yer yurt edindiler. Yaz ve kış etrafımızda hazır ve bizi mahvetmek için kötü tedbirlerimizi gözetler oldular. Harp âletleri hazır, metris (siper) levâzımı bu kalelerde konulmuş, şaykaları fevkalâde olup bizim sığınağımız olan kaleler, sinmiş düşmana kuvvet oldu. Kulak isterken gözden çıkıldı. Askerin zayıfları hâlâ dökülüp gelmekte... Serhadlerden gelen kâğıtlarda “Şer'i Muhammedi yerine getirilmiyor, zulüm ve bid'atlar arttı. Zapt-ü rapt kalmadı. Allaha ve Resûlünün emri tutulmamakla hakkâm (hâkimler) emri dahi tutulmaz oldu. Zulüm uğursuzluğu şuna sebep olur ki, serdâr olan akrabasını ve kendi adamlarını mevki ve tımar ve pek çok mal sahibi etmekle, birbirinden bunu görüp kanun şekline girmiştir.” Denilmekte…

Meselâ: Ferhad Paşa ağaları birkaç yılda, ikişer, üçer yüz binakçelik zeamet sahipleri olmadılar mı? Mahsulleri fevkalâde olmakla efendilerine dahi ziyade hizmet ve sadâkat etmek lâzım iken, ihtiyaçları kalmayınca, vaktinde hiçbirisinin acıyıp efendileri olan Ferhad Paşaya ağlayanını görmedim. Kimi nefer ve çavuş iken, bir yılda efsane ile kâhdefterdar, kâh kapıcıbaşı kâh nüzul emini olup altı bin kızıl altın elde etti. Daha bunun gibi niceleri... Ve düşen mahlûlleri mahalline ve serhad ehline vermeyip, nefsini hıfzetmekle vakitlerini zâyi' eden devlet vükelâsına şer'an ne lâzım gelür?

Fetvasını sizden isteriz. Ümittir ki (ümit edilir ki) bu yıl dahi hafakaan-ı kâlbile geçinmeyüz, mübalâğa değildir. Bütün esrara vâkıf olan Allaha şahittir ki yüreğimiz oynar oldu. Korku ve dehşet her tarafımızı sardı.

«İşlerinizde müşavere ediniz!» emrine uyulmayıp hodreylik (kendi kafasına gitmek, inatçılık) ve hod-pesendlik (kendini beğenmek) hırdemend işi (akıllı işi) ve akıllı gidişi değildir.

Peygamberimiz dahi vahy ile mugayyebâta vâkıf iken, istişare ile memur olup, ümmetinde de sünneti üzere hareket edilirken, terk olunup bir kaç maiyet adamlarınız ve hademeleriniz sözleriyle büyük işler yürütülmesine çalışmanız, kimse tarafından doğru görülmemiştir. Siz, fukaralıktan ağlarsınız, adamlarınızın hazine sahibi oldukları söylenir. Etrafınızdakilere aldanmak büyüklere düşer mi?

Bir kale ki, kıral bir târihte kırk beş gün dövüp almağa kadir olmayıp dönmüş... Ol târihten berü dahi ziyade sağlamlaştırılmasına himmet edilmiş iken, üç top ile almak istemek ve ol bahane ile pâdişâh emri olan mühim işlerden geri kalmak akıldan uzak idi. Ve Budin'i bu şekle komak revâ mı? Bu kadar ümmet-i Muhammed'in diyârına ve İslâm ve devlete zaaf irgürenin cevabını kim verir? Hüküm, büyük ve müteal olan Allah'ındır (Naima,1967:212-213).

Yaşananlarla ilgili o gün tedbirler alınsa belki bu günler daha farklı olabilirdi…

 

*Naima,(1967), Naima Tarihi, Cilt:1, İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi