17 Kasım 2022

Öz-Varoluş yahut Ferdiyet-Toplum Çerçevesinde Varlığımız

Fert ve toplum hayatı ve bunların birbirlerine karşı durumu modern zamanlarda ilim, felsefe ve sanat üzerinden gerek bilgi gerekse de ideolojik argümanlar üzerinden bilim ve algı boyutunda tartışıla geliyor. Umranımızda medeniyetçi milliyetçilik zaviyesi içinde fert ve toplum medeniyetin esas yapı taşları olarak fevkalade önemli bir yerde durur. Bunu kimlik ve şahsiyetin oluşması ve bu iki insani yapının kendi mefhum dünyalarını değerlendirmek izler. Birbirini var eden bu ikili için öz ve varoluş olarak adlandırabileceğimiz iki yapı aşaması vardır. Bunlardan birisi ontolojik olarak ferdi oluşturacak, şahsiyetini ve kendiliğini var edecek zemin iken diğeri ise bunun hayata aksedişi olacaktır. Ama hangisi önceliklidir? İbn Sina’da gördüğümüz üzere nazari olanın pratik olanla buluşması; ahlakın ve adaletin teşekkül zemini bir medeniyet için esasen burasıdır. Peki, soru şu: Bu haller fert ve toplum düzeyinde aynı öncelik ve mantık yahut diyalektik ile mi işler? Bunun cevabını düşünmek Türkistanlıların müstakbeli için kanaatimizce son derece önemlidir. Bu aynı zamanda insanlığa vereceğimiz medeniyet mesajı açısından da önemlidir.

Öz olarak tanımlanan çerçeve hülasa olarak oluşun ontolojik zemini olması hasebiyle ister içimizden ister dışımızdan etki etsin sınırları belirleyen esas yahut var olacağın kodlarını taşıyan bir çekirdektir. Bu bakımdan öz bir oluşun zeminidir. Kökten başlayan süreç nihayetinde kendi formunun neticesi olacaktır. Tarihte bu mitolojik yahut efsanevi çağdan mevcut olan makuliyet ile kavranan zamana kadar ki bir süreci kapsar. Peki, bu süreç fert ve toplum için aynı mı işler yahut işlemelidir? Kanaatimizce ferdiyetin teşekkülünde varoluşun/şahsiyetinin sorumluluğunu üstlenmiş, bu konuda bilgisini yahut nazari öz çerçevesini tatbik alanına geçirmiş ferdiyet için varoluş özden önce gelmelidir. Neden? Sorumluluğunu üstelenmiş bir idrakin oluşması, bunun özün kaynaklarına yönelmesi, bunları özümsemesi, kendi özüyle hemhal olarak iradi bir bütünlük içinde olması fevkalade önemlidir. Nazari bilginin tatbiksiz bir hamalı durumundaki bireylerin oluşturacağı toplum değer sisteminden uzak, insiyaki bir takım kavramların peşinde Farabî’nin cahil şehir ahalisi olarak nitelediği hali gösteren bir güruh olacaktır. Hikmet ve bilgelik burada ferdiyetin esasında kendisini haslete çeviremeyecektir. Kut için zemin oluşamayacaktır. Bu bakımdan varoluş olarak modern zamana akseden kendini tatbikat ile iradi olarak kendi elleriyle inşa etmek eylemi ferdiyet bakımından önemlidir. Bu aile, okul ve toplumun değişik katmanlarındaki iştiraklerle de zaman içinde kendi zemininde bir surete dönüşerek ferdiyetten şahsiyet oluşturacaktır. Bu bakımdan öz, birey ve toplum için, genel olarak merkezi bir yerde dururken fert için varoluş merkezinde bir hal olarak nazari özden öncelikli olarak düşünülmelidir. Bu manada pratik öz diyebileceğimiz varoluş hali kuvveden fiile çıkış durumu olacaktır. Adaletin bilgisine sahip ama fiilinden uzak bir ferdiyet için şahsiyet demek kabil midir? Bal bal demekle ağız tatlanmıyormuş…

Toplum, medeniyetin/umranın temel taşı, devlet ve şehir gayelerinin de temel maddesidir. Toplum açısından öz-varoluş dengesini düşündüğümüzde bir müştereklik, dayanışma, işbirliği olarak toplum artık öz üzerinden var olmuş ferdiyetlerin şahsiyet alanı olarak öz öncelikli bir yapıyı sergiler. Semboller, törenler ve bayramlar şeklinde o toplumun belirli bir tarihi zemindeki halini canlı kılar ve kültürünü canlandırır. Bu bakımdan toplumda öze dair semboller müşterekler olarak da zuhur eder. Toplum varoluşun neticesidir. Bu bakımdan kültürel olarak özü bir dönem içinde ortaya çıktığı, zaman ruhu içinde göründüğü ve ete kemiğe büründüğü haliyle temsil ettiğinden bir milletin hasılası olarak toplum öz temelli yahut o çatı altında bir alandır. Bu bakımdan toplum zaman zaman baskıcı görünmüş ve ferdiyet kendine özgürlük aradığı haller yaşanmıştır. Zira düzenin ana temsili devlete giden yolda toplumun ilke ve ölçülerinde görünür olur. Bu bakımdan bireyleri ahlak ve adalet zemininde var olmamış bir toplumda kadercilik ve determinizm dayatması şeklinde görülen bir kaçış ve sapma toplumun üstünde kara bulutlar olarak dolaşabilir. Zira törenin beklediği bilgelik ile teşekkül edemeyen ferdiyet şahsiyet olamaz ve kendi hevesini havaslık zannedip avama dayattığı cahil şehir halleri ile kendi düzeninin zorbaca kabule yeltenir. Birey için sürekli bir temeddün yani oluş toplum içinse medeniyet kavram olarak söz konusudur demek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan toplum için müşterekler alanı olması, bir düzen gerektirmesi ve mantık icap ettirmesi bakımından önemsenmelidir. Toplumun üst teşkilatlanması olan devlet ise bu dengenin muhafızı ve ferdiyetin şahsiyet olması ile bilgece bir akla sahip bireyler manzumesi olmanın ahlak ve adalet çerçevesinde İbn Sinacı bakış üzerinden ahlak-ı fazılanın murakıbı olmalıdır. Lakin bu bir zaviye yahut perspektif olmayıp yada modern tabirle ideolojikleşmiş bir kabuk olmanın ötesinde gerçeğin, törenin ve insanlığın temelinden bir hayat ilkesi olmalıdır. Türk olmak ferdiyet için öz bilinci ile kendini inşa iken Türk toplumu olmakla millet için bir özün neticesidir.

Bu bakımdan öz ve varoluş yahut töre ve bilgelik hallerinin medeniyetçi milliyetçilik zaviyesinde düşünülmesi gerektiğini ifade etmek isteriz. Toplum hayatımız farazi bir birey mecmuasının fantastik bir bileşimi olmadığından organik ve canlı ferdiyetlerin ne idüğü toplumu görmek bakımından önemli olduğu gibi, toplumun muayyen bir özü müşterekler haline getirerek sürekliliğini sağlaması da kültür ve medeniyet açısından hayatidir. Şehir ise bunun teşekkül sahası olarak fevkalade önemlidir. Özünü özümsemiş fertler ve özünü müşterekleştirmiş toplumlar aynı özün tezahürleri olarak müşterek bir alanı söz konusu kılabilirler. Mevlana tabirince aynı duyguyu paylaşanların anlaştığı bir dili oluşturmak gayesi önemlidir. Lakin bu dayatma ve çerçeveleme olmayıp varoluşunun sorumluluğunu üstelenmiş bilinçlerin hasılası ve hasleti olabilecek bir durumdur. Öz dediğimiz ezoterik bir alan olmayıp ne hayatın dışında ne de içinde hapsolmuş bir değer çekirdeği değildir;  insan ile çiçek açan ve onunla solan bir imkanlar manzumesi olarak hayatın bazen dışında bazen tam ortasında var olmaya ve varoluşa imkan sağlamaya devam edecek öznel ferdiyeti nesnel cemiyete, şahsiyeti bir medeniyete dönüştürecek olan zemindir. Toplumun müstakbeli özün zaman üstü değerlerinin hayatı varoluşa taşıyabildiğince o kültür ve medeniyet nefes alma imkanına sahip olacaktır. Değerlerin kalıplara dönüşüp birer kabuk mesabesinde kaldıkları yerde şekillerin tahakkümü özün ise mazlumiyeti başlayacaktır.

 

Vesselam