Öz-Varoluş yahut Ferdiyet-Toplum Çerçevesinde Varlığımız
Fert ve toplum hayatı ve bunların birbirlerine karşı durumu modern zamanlarda ilim, felsefe ve sanat üzerinden gerek bilgi gerekse de ideolojik argümanlar üzerinden bilim ve algı boyutunda tartışıla geliyor. Umranımızda medeniyetçi milliyetçilik zaviyesi içinde fert ve toplum medeniyetin esas yapı taşları olarak fevkalade önemli bir yerde durur. Bunu kimlik ve şahsiyetin oluşması ve bu iki insani yapının kendi mefhum dünyalarını değerlendirmek izler. Birbirini var eden bu ikili için öz ve varoluş olarak adlandırabileceğimiz iki yapı aşaması vardır. Bunlardan birisi ontolojik olarak ferdi oluşturacak, şahsiyetini ve kendiliğini var edecek zemin iken diğeri ise bunun hayata aksedişi olacaktır. Ama hangisi önceliklidir? İbn Sina’da gördüğümüz üzere nazari olanın pratik olanla buluşması; ahlakın ve adaletin teşekkül zemini bir medeniyet için esasen burasıdır. Peki, soru şu: Bu haller fert ve toplum düzeyinde aynı öncelik ve mantık yahut diyalektik ile mi işler? Bunun cevabını düşünmek Türkistanlıların müstakbeli için kanaatimizce son derece önemlidir. Bu aynı zamanda insanlığa vereceğimiz medeniyet mesajı açısından da önemlidir.
Öz
olarak tanımlanan çerçeve hülasa olarak oluşun ontolojik zemini olması
hasebiyle ister içimizden ister dışımızdan etki etsin sınırları belirleyen esas
yahut var olacağın kodlarını taşıyan bir çekirdektir. Bu bakımdan öz bir oluşun
zeminidir. Kökten başlayan süreç nihayetinde kendi formunun neticesi olacaktır.
Tarihte bu mitolojik yahut efsanevi çağdan mevcut olan makuliyet ile kavranan
zamana kadar ki bir süreci kapsar. Peki, bu süreç fert ve toplum için aynı mı
işler yahut işlemelidir? Kanaatimizce ferdiyetin teşekkülünde varoluşun/şahsiyetinin
sorumluluğunu üstlenmiş, bu konuda bilgisini yahut nazari öz çerçevesini tatbik
alanına geçirmiş ferdiyet için varoluş özden önce gelmelidir. Neden?
Sorumluluğunu üstelenmiş bir idrakin oluşması, bunun özün kaynaklarına
yönelmesi, bunları özümsemesi, kendi özüyle hemhal olarak iradi bir bütünlük
içinde olması fevkalade önemlidir. Nazari bilginin tatbiksiz bir hamalı
durumundaki bireylerin oluşturacağı toplum değer sisteminden uzak, insiyaki bir
takım kavramların peşinde Farabî’nin cahil şehir ahalisi olarak nitelediği hali
gösteren bir güruh olacaktır. Hikmet ve bilgelik burada ferdiyetin esasında
kendisini haslete çeviremeyecektir. Kut için zemin oluşamayacaktır. Bu bakımdan
varoluş olarak modern zamana akseden kendini tatbikat ile iradi olarak kendi
elleriyle inşa etmek eylemi ferdiyet bakımından önemlidir. Bu aile, okul ve
toplumun değişik katmanlarındaki iştiraklerle de zaman içinde kendi zemininde bir
surete dönüşerek ferdiyetten şahsiyet oluşturacaktır. Bu bakımdan öz, birey ve
toplum için, genel olarak merkezi bir yerde dururken fert için varoluş
merkezinde bir hal olarak nazari özden
öncelikli olarak düşünülmelidir. Bu manada pratik
öz diyebileceğimiz varoluş hali kuvveden fiile çıkış durumu olacaktır.
Adaletin bilgisine sahip ama fiilinden uzak bir ferdiyet için şahsiyet demek
kabil midir? Bal bal demekle ağız tatlanmıyormuş…
Toplum,
medeniyetin/umranın temel taşı, devlet ve şehir gayelerinin de temel
maddesidir. Toplum açısından öz-varoluş dengesini düşündüğümüzde bir
müştereklik, dayanışma, işbirliği olarak toplum artık öz üzerinden var olmuş
ferdiyetlerin şahsiyet alanı olarak öz öncelikli bir yapıyı sergiler. Semboller,
törenler ve bayramlar şeklinde o toplumun belirli bir tarihi zemindeki halini
canlı kılar ve kültürünü canlandırır. Bu bakımdan toplumda öze dair semboller
müşterekler olarak da zuhur eder. Toplum varoluşun neticesidir. Bu bakımdan
kültürel olarak özü bir dönem içinde ortaya çıktığı, zaman ruhu içinde
göründüğü ve ete kemiğe büründüğü haliyle temsil ettiğinden bir milletin
hasılası olarak toplum öz temelli yahut o çatı altında bir alandır. Bu bakımdan
toplum zaman zaman baskıcı görünmüş ve ferdiyet kendine özgürlük aradığı haller
yaşanmıştır. Zira düzenin ana temsili devlete giden yolda toplumun ilke ve
ölçülerinde görünür olur. Bu bakımdan bireyleri ahlak ve adalet zemininde var olmamış
bir toplumda kadercilik ve determinizm dayatması şeklinde görülen bir kaçış ve
sapma toplumun üstünde kara bulutlar olarak dolaşabilir. Zira törenin beklediği
bilgelik ile teşekkül edemeyen ferdiyet şahsiyet olamaz ve kendi hevesini
havaslık zannedip avama dayattığı cahil şehir halleri ile kendi düzeninin
zorbaca kabule yeltenir. Birey için sürekli bir temeddün yani oluş toplum
içinse medeniyet kavram olarak söz konusudur demek yanlış olmayacaktır. Bu
bakımdan toplum için müşterekler alanı olması, bir düzen gerektirmesi ve mantık
icap ettirmesi bakımından önemsenmelidir. Toplumun üst teşkilatlanması olan
devlet ise bu dengenin muhafızı ve ferdiyetin şahsiyet olması ile bilgece bir
akla sahip bireyler manzumesi olmanın ahlak ve adalet çerçevesinde İbn Sinacı
bakış üzerinden ahlak-ı fazılanın murakıbı olmalıdır. Lakin bu bir zaviye yahut
perspektif olmayıp yada modern tabirle ideolojikleşmiş bir kabuk olmanın
ötesinde gerçeğin, törenin ve insanlığın temelinden bir hayat ilkesi olmalıdır.
Türk olmak ferdiyet için öz bilinci ile kendini inşa iken Türk toplumu olmakla
millet için bir özün neticesidir.
Bu
bakımdan öz ve varoluş yahut töre ve bilgelik hallerinin medeniyetçi
milliyetçilik zaviyesinde düşünülmesi gerektiğini ifade etmek isteriz. Toplum
hayatımız farazi bir birey mecmuasının fantastik bir bileşimi olmadığından
organik ve canlı ferdiyetlerin ne idüğü toplumu görmek bakımından önemli olduğu
gibi, toplumun muayyen bir özü müşterekler haline getirerek sürekliliğini
sağlaması da kültür ve medeniyet açısından hayatidir. Şehir ise bunun teşekkül
sahası olarak fevkalade önemlidir. Özünü özümsemiş fertler ve özünü
müşterekleştirmiş toplumlar aynı özün tezahürleri olarak müşterek bir alanı söz
konusu kılabilirler. Mevlana tabirince aynı duyguyu paylaşanların anlaştığı bir
dili oluşturmak gayesi önemlidir. Lakin bu dayatma ve çerçeveleme olmayıp
varoluşunun sorumluluğunu üstelenmiş bilinçlerin hasılası ve hasleti olabilecek
bir durumdur. Öz dediğimiz ezoterik bir alan olmayıp ne hayatın dışında ne de
içinde hapsolmuş bir değer çekirdeği değildir; insan ile çiçek açan ve onunla solan bir
imkanlar manzumesi olarak hayatın bazen dışında bazen tam ortasında var olmaya
ve varoluşa imkan sağlamaya devam edecek öznel ferdiyeti nesnel cemiyete,
şahsiyeti bir medeniyete dönüştürecek olan zemindir. Toplumun müstakbeli özün
zaman üstü değerlerinin hayatı varoluşa taşıyabildiğince o kültür ve medeniyet
nefes alma imkanına sahip olacaktır. Değerlerin kalıplara dönüşüp birer kabuk
mesabesinde kaldıkları yerde şekillerin tahakkümü özün ise mazlumiyeti
başlayacaktır.
Vesselam