26 Ocak 2016

Öz Yönetim, Üz-Yönetim oldu

Hendekler kaderi olmamalıydı, güzel coğrafyamızın, lakin ne olduysa bir gün hendekler içinde bulduk kendimizi…

Sahi nereden çıkmıştı bu hendekler… Kürt sorununda çözüm süreci bildiğimiz en janjanlı günlerine başladığından beri devlette ciddi bir rehavet oluştu. Herkes “aman ha çözüm sürecine bir şey olmasın” modundaydı. Binlerce silah on binlerce mühimmat yavaş yavaş Sur'a, Cizre'ye, Silopi'ye istiflenirken kimseden çıt çıkmıyordu. Adeta herkes kör, sağır ve dilsizleri oynuyordu, ama çözüm sürecine de bir şey olmuyordu, ya da biz öyle biliyorduk.

Bir sabah 13 ilçede insanlar önce “Öz Yönetim” ucubesiyle tanıştılar, sonra ortaya “PKK'nin iyi çocukları” ortaya çıktılar. Kendilerine de alfabeden yeni bir isim uydurmuşlardı “YDG-H”, ardından hendekler başladı, “Öz Yönetim” hediyesi olarak sunuldu. Herkese Komünal hayat hediye edilecek, “Öz Yönetim gelecek, dertler bitecekti” Kendimizi yönetecektik, hatta Rize, Trabzon, İstanbul “Öz Yönetim” ilan edip kurtuluşa ermeliydiler.

Sur'da, Cizre'de, Derik'te; Silopi'de… Hendekler kazıldı, silahlar çıktı, Mertlik bozuldu. Hendeklere bombalar tuzaklandı. Evlere mevziler yapıldı, karşı çıkanlar sindirildi. Sadece Sur'da 260 hendek kazıldı. Hazırlıklar tamamlandı. Artık devlete kardeşim ben artık seninle yokum, hazırlığım tamam, savaşabiliriz dendi. Devlet eyvallah dedi, hem de ilk defa şehirde savaşılacaktı, Hayatı yıkmaya ant içilmişçesine…

Devlet aygıtı meseleyi nasıl okuyor bilemem, ya da devlet aklı hangi planın peşinde onu da bilme şansım yok. PKK aklı ne yapmaya çalışıyor, zaten anlayan yok. Şehirlerde gezen bilgiye göre 80 bin silah sokuldu ülkeye, 1 milyonun üzerinde mermi, yüzlerce roketatar, onlarca kanas, hatta doçkalar ve en önemlisi el yapımı patlayıcı yapmak üzere onlarca ton patlayıcı hammaddesi… Eh nede olsa “Çözüm süreci vardı” zaten devlet herkesin ayakkabı numarasını dahi biliyordu. Devletten hiçbir şey kaçmazdı. Nasıl olduysa bunca mühimmat kaçmıştı ama…

Bir sabah kimse uyanmadan, sokağa çıkma yasağı başladı, kalan kaldı, önce kaçanlar dışarıdaydı. Sadece Sur'da 20 bin insan çatışmalardan kaçtı, bölgeden ise 200 bin insan yer değiştirdi. Küçük bir Suriye'yi andırıyor bölge, kimsenin umurunda değil, örgüt halkı tehdit ediyor, devlet höst diyor. Birçok evde insanlar balık istifi bir arada yaşamaya çalışıyor. Adına yaşamak denen bir tiyatronun oyuncuları olarak kendilerine uzanacak bir yardım eli beklerken bu günlerden de kötü olur muyuz endişesi var tüm yüzlerde… Birçok dilde,”Devletin gözünde biz Suriyeliler kadar olamadık; HDP/BDP'li belediyelerin gözünde de Êzdîler kadar olamadık. Yani bize verilen 3 kilo şeker, 5 kilo bulgurla nasıl geçineceğiz. Her bir evde 20-30 kişi kalıyoruz. Varın gerisini siz düşünün. Bizi kimsesiz bıraktılar.” İfadeleri var.

Örgüt hiç şüphesi başına gelenin farkındadır. Kazdığı çukurlar, Kürtlerin geleceğini çaldı. Tüm dillere pelesek olan şu cümleler aslında olayı özetliyor gibi, “Bu ne ekmek davası, ne de namus davası, bizi perişan ettiler. Boşuna hendek kazdılar, olmaması lazımdı. Sur'umuzu geri istiyoruz. Yani biz koli istemiyoruz, para da istemiyoruz, biz sadece evimizi geri istiyoruz.” 

Çatışmalar, Hendekler mutluluk getirmedi, getirmeyecekti de… Hendekler Kürtlere sözde “Öz Yönetim” getirecekti, bir sabah sadece “Üz- Yönetim” getirdiği anlaşılınca iş işten geçti. Binlerce kişi evinden, ekmeğinde, belki de en önemlisi de tarihinde ve coğrafyasından oldu. Ve kimse bu hezimetten dolayı müsebbipleri affetmeyecek.