13 Ağustos 2021

​Peygamber Efendimiz'le hicret edenlerdeniz biz

Müslümanların şerefli ve hür olmak, darülislâm’ı inşa etmek ve Allah’ın buyruklarını yaşatmak üzere Medine’ye yürüdükleri Hicrî 1443 yılındayız.

Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm Peygamberliğinin on üçüncü yılının ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret eder. Bu ulvî kararın peşinden dîni için evini, malını, ailesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke'de bırakan ilk Müslümanlar hicret etmeye başlarlar. îmanın en yüksek derecesinde bir hicrettir ki, Mekkeli kâfirler bile şaşırırlar. Hazret-i Ömer kılıcını kuşanır ve bütün müşriklere meydan okur. “İşte ben dînimi korumak için Allah yolunda Hicret ediyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler önüme çıksın…” diyerek Hicret edenlere şevk verir.

O KUTLU ZAMANDA YAŞASAYDIK BAHTİYAR OLURDUK

Peygamber Efendimiz’in yola çıktığı Medine'de duyulunca, Medineliler, karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp beklerler. Ümitlerini kesmek üzere iken bir Medineli beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğu ve “İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor” diye seslenir. Medineliler bayram sevinci içinde yollara dökülürler ve Kubâ köyünde karşılarlar. Resulûllah bir mescid yaptırır ve burada namaz kılar. Sonra Medine’yi teşrif eder. Yer gök, çocuk, kadın, bütün Medine halkı “Allah’ın elçisi geldi” diye sevinç nâraları atarlar. Hazret-i Peygamberimizi karşılayanların içinde olmak nasıl bir hâldir? Ah, O kutlu zamanda yaşamış olsaydık!

HİCRET YOLCULUĞUNDA PEYGAMBERİMİZİN ÇADIRINA KOMŞU OLMAK

Peygamber Efendimiz’in nûrundan kalpleri kamaşarak sevinç çığlıkları atanlardan biri olmak ve sonra cezbeye kapılmak nasıl bir aşk hâlidir? O’nu (s.a.v.) karşılayan kutlu çocukların arasında olsaydık, ah! Çöl semasının altına kurulan çadırına komşu olanlardan, çadırında kalpten kalbe neler konuşulduğunu dinleyenlerden olsaydık, bahtiyar olurduk. Hicret yolculuğunun sonunda ve çöl sıcağının altında serinlik veren çadırların sakinlerinden biri olmak ve kalp kulağını bütün âlemlerin Efendisi Hazret-i Peygamberimizin bulunduğu çadıra tutmak, Ömründe bir kez dahi kahkaha ile gülmemiş mahzun Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâmın çadırına yakın durup mübarek sohbetlerinden bir kelime duymak nasıl bir ulvî cezbedir?

Âyet üzere çıktığı Hicrete dâhil olabilmenin rüyasını görmek bile bahtiyarlıktır. Hicretin en hüzünlü ânı ve son durağı olan bir çöl akşamında iki cihanın güneşi Hazret-i Peygamberimizin yanında olmak nasıl bir ulvî hâldir, yaşasaydık, ah!

“Adı güzel kendi güzel”  Peygamber Efendimiz’in hicretine katılmak, sonra aşktan ve îmandan yanmak… Hicretinde bir yolcu olmanın bahtiyarlığını yaşayanların kalpleri ve gönülleri nasıl bir aşkla yanmıştır? Meleklerin, hayâsına gıpta ettiği, mazlumların ve sâdıkların peygamberi Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâmın hicretinde bir yolcu olmanın idrak ve îmanını yaşayanlardan olsaydık, ah!                                                                                                                                                                           

HİCRET TAGÛTÎ OLANDAN ULVÎ OLANA İLTİCADIR

İçimizde her an hicret aşkı olmalı. Kalp ve gönül yoluyla da yapılır, bedenle de... Müslüman, kalbini ve dimağını yanlış fikir ve inançlardan hicret ettirdiği gibi, bedenini de bâtıldan lâdinî olandan, kötülükten, haramdan hicret ettirir. Dünyevî bilgilerden Allah bilgisine, modern bilim cehaletinden İslâm ilmine geçiş de hicrettir. Hicret nefsimizden, mâsivadan, denî olandan kaçıp arınmak ve takva sahibi olmaktır. Dîn-i mübine uymayan amellerden, fikirlerden, günahlardan sıyrılarak yalnızca Allah’a sığınıp kalbi ve aklı dünya kirlerinden temizlemek, îmana ve âhirete yaramayan ne varsa atmaktır. Dînimizi korumak için tagûtî bir devlet düzeninden Hakk’ın yürürlükte olduğu bir düzene, zulümden ve kötülüklerden Allah’ın buyruklarının yaşanacağı bir beldeye ilticadır. Kalbin safiyetini öldüren, insan fıtratını bozan “Tanrısız” modernizmden kaçıp, mânevî bir yola düşmek, mâsiva kokan yeri terk etmek, bütün umutların bittiği yerde sırat-ı müstakim üzere yeni bir yolculuğa çıkmaktır. Bu yolculukla nefsanî ve dünyevî zincirleri kırarak hürriyete kavuşmaktır.

HİCRET BEDEVÎYETTEN MEDENİYETE, YÂNİ MEDİNE’TÜN NEBÎ’YE YÜRÜYÜŞTÜR 

Hicret kötülükle, günahla ve düşman olanla imtihandır. Korku ile umut arasında harekettir. Mürşid-i kâmillerin söylediği gibi, Hicret’in Mekke’si korku, Medine’si umuttur. Umudun olduğu yerde hicret, hicretin olduğu yerde umut vardır. Hicret Bedevîyetten Medine'tün-Nebî’ye, Peygamberimizin şehrine, yâni medeniyete yürüyüştür. Medine, medeniyetin ana rahmidir. Küfürden îmana, şirkten Tevhide, şeytandan Allah’a, zâlim olandan Râhim olana, günahtan sevaba, benlikten Sen’liğe, hasetten muhabbete geçiştir. Hicretin bir başka mânası da Allah’a doğru bir seyr u sülûktur.

PEYGAMBERİMİZLE HİCRET EDENLERE “MUHACİR” PÂYESİ

Efendimiz Âleyhisselatüvesselâm ile hicret edenlerin aldığı “muhacir” pâyesi o şartlarda derece bakımından mücahitten üstün kılınmıştı. Kâfirin hâkim olduğu bir diyarda bütün nimetleri bırakıp îman ateşiyle Peygamber Efendimiz’le hicret edenler “Muhacir” sıfatını almış ve dînini muhafaza için hicret ettikleri için cennetle müjdelenmişlerdir. Nahl sûresi 41. âyeti “Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri, dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleşti­receğiz” buyuruyor. Canlarını ve mallarını korumak için hicret etmeyenler îman ve hürriyetlerini satanlardır. (ilbeyali@hotmail.com)