05 Haziran 2017

Pişmiş olanı ham etmek

Hacı Bektaş-ı Veli, “Hamı pişiremezsen bari pişmişi ham etme” diyerek anlam kaybına uğrayan, yerini kaybeden, sebepsiz kalan zihinleri, güncel üzerinden konuşacak olursak modernite-zedeleri ikaz eder. Hacı Bektaş gibi büyük düşünce aydınlıkları, her düşünce dünyasında zaman üstüleşen, Nietzsche'nin tabiri ile zaman üstü çağdaş olunan halleriyle, o düşüncenin/inancın yorulduğu yerde ona kendini hatırlatacak bir miras bırakırlar. Mirasçılar ya bunu hoyratça yer bitirir sonuçta nasipsiz kalırlar ya da o mirası uygun ve yerinde kullanıp nasipleri de varsa ileri götürürler. Hamı pişiremeyen bu mirasyediler ne yazık ki ellerine ulaşan kadimin engin güzelliğini “ham” ederek işe yaramaz hale koyarlar. Modern zamanlarda İslam tefekkürünün yaşadığı en büyük meselelerden birisi bu olmuştur: Pişmiş olanı ham etmek.

İnsanın var olduğu zeminde her daim muhatap olduğu gerçekler vardır. Bunlar maddi veya manevi olarak var oluşun realitesi olarak onu sarmalar. Tabii bir düzen kendi vücudundan başlayarak onu kuşatır. Lakin insan düşünür, anlar ve anlamlandırır. İşte burada o “şey”lerin bir ”şey” olması söz konusu olur. Değer yükleyerek veya yüklemlerle değerlendirerek insan zihni “şey”e ad ve mana katar. Örneğin “elma” varoluşu ile küremizde tekdir ama ona verilen adlar farklı ve manalar ise türlü türlüdür.

Hakikatin çerçevesinden varlığa bakmak, hakikatin diliyle ona yüklenen ve yüklemlenen manaları aramak ve anlamak çabası ve çilesi kadim bir uğraştır. İnsan ruhundaki ışık kadar içindeki başka bir karanlıkla da devri daim eden bir ikileme de muhataptır. Değişik kültür ve medeniyetler buna dair idrakine sahip çıkmaya ve idrak yollarının tıkanmamasına gayret ederler. Dinler de elçiler vasıtasıyla Allah'ın adeta tarihe müdahalesi ile idrakleri ikazı ederler. Yabancılaşana kendini hatırlatmaya çalışır, teklifi düşündürür, yüklemleri ve sıfatları yerli yerine koyarak yerini kaybedene yerini hatırlatır. Sıfatları doğru bağlamından koparıp(ilmi yabancılaşma) hakikatle mesafeyi açmak(ahlaki yabancılaşma); hakikatin referanslarını perspektife kurban, ideolojik kafeslere hapis edip, modernitenin kavram çerçevesini mutlaklaştırarak varlığa onun sıfatlarıyla nihai hal gözüyle bakmak(mankurtlaşma) mütemadi vaki bir hatadır. Referansını yitiren yerini yitiriyor ve edindiği referanslarla yerini tarife yeltendikçe yersizleşiyor. Her şey bir erdemle(ana referansı ne olursa olsun) hakikate dairleşir veya batıla istinat eder hale gelir. Kadimle gerçekten kurulacak irtibat işte hakikatle bağı sağlayan o esası, kimi zaman fersudeleştiği tarihi bağlarından temizleyerek, eleyerek günümüze taşımakla mümkündür. İşte burada Hacı Bektaş'ın buradaki mısraı bize özenin doğru yüklemle var oluş gayesine ve hakikate dairleşeceğini bize anlatır: Madde karanlığı, akıl nuru; Cehalet karanlığı, ilim nuru; Nefis karanlığı, marifet nuru; Gönül karanlığı, aşk nuru ile aydınlanır. Allah'ın geceden gündüzü çıkarması hikmetinin bir açılımı sanki bu satırlarda meknuzdur. Muhtelif karanlıkları aydınlatan kavramlar verilerek ölçü ortaya konulmuştur. İnsanın muhtelif hallerdeki menfi durumlarının müspete çevrilmesine dair erenler dilinden sonsuz bir güzellik sunulmuş. Bu bakımdan yol haritasını doğru kavramlarla çizenlerin aklı ve ruhu doğru istikamette olacaktır. Bu bakımdan kadimi okumak, belki okuma kavramımızı yeniden okumak zarureti vardır. Aşk olsun o vakit!

Ana meseleden sonra tali bir konu olarak modernite amaçları araçların altında bıraktığı görülür, bu belki sadece modernitenin değil kendini dayatan, hakikatle arasındaki bağı perspektifin zaviyesine hapseden her yaklaşımın çıkmazıdır. Hakikati kendinde değil onun zamansal görünümlerinde aramak, vehmetmek, hakikatin aslı yerine bunları koymak, yasak elmanın peşinde kızıl elmasını unutmaktır bu. Amaçların, hedeflerin esasını unutan için kadimle bağın arasına tortular girer, ayine tozlanmaya ve suret görünmez olmaya başlar. İşte burada yine Hacı Bektaş sözünden, erenler deminden bir güzellik bize ölçü verir: Hararet nârdadır, sacda değildir, Keramet sendedir, tâcda değildir. Her ne arar isen, kendinde ara, Kudüs'te, Mekke'de, Hâc'da değildir. Tarihsel şekilleri kutsayıp esasları gözden kaçırmak, modernin kavramlarıyla kadimi okumak veya okuduğunu moderniteyle doldurarak güncellediğini sanmak yanılgısına karşı bu mısralarda ikaz vardır. Dine dair görünen bu mısralarda modern dertlerimize dair bir tefekkür kapısını görmek zorundayız. Zarfı din mazrufu hakikat olan erenler sözünden bir çıkış aramalıyız. Kendinde aramayan ve dolayısıyla bulamayan, pişmişi ham edenlerin bir kültür ve medeniyeti çarçur edeceği, tefekkürsüz, verimsiz bir dünyaya dönen fikir sahasının çoraklaşacağı aşikârdır. Ramazan günlerinden her şeyimizi gözden geçirirken özümüzdekilerle sözümüzdekileri tartmak faydalı olacaktır. Yunus Emre de bu meyanda Dervişlik dedikleri Hırka ile taç değil Gönlün derviş eyleyen Hırkaya muhtaç değil derken aynı manaya dokunarak modernitenin araçlarına meftun amaçsız akıllara bir mesaj verir.  Maddeyi akılla nasıl aydınlatırız işte bu 21. asır Müslümanının temel meselelerindendir. Maddenin üstüne düşen “modern aklın karanlığı” nasıl bir akılla aydınlanacak? Hırka ve taç bu manada hangi akılla aydınlanır? Ham ettiğimiz pişmişler ne zaman maksadına ve maksuduna kavuşacak? Arayalım o vakit!

Hacı Bektaş-ı Veli özünde ve sözünde temiz olmayanların, îmanı tam değildir der. Cümle gerçeklerin demine Hü. Gülü gül ile tartmak hikmettir gül ile tezek tartmak ise müptezelliktir.

Vesselam…