19 Şubat 2018

Polisi akort etmek 2

1990'lı Yıllar bitmek üzereydi. Bükreş Hava alanında işlemlerinin yapılması için sıra bekleyen bir arkadaşım Romen Polislerinin  Türk pasaportu taşıyan yolculara sıra geldiğinde tavırlarını birden değiştirip bâriz şekilde kabalaştıklarını, ses tonlarının sertleştiğini ve rica dilinin buyurgan bir komut diline döndüğünü fark ederek bu polislere itiraz eder. Onlara, herkese karşı takındıkları asgari nezaketi Türklere göstermediklerini ve kendilerine karşı böyle davranamayacaklarını söyler. Polislerin başında bulunan rütbeli, alaylı bir gülüşle cevap verir; Kendi ülkenizde polisiniz size nasıl davranıyor ki bizden daha fazlasını bekliyorsunuz? Ülkene dönünce nezaketi git önce kendi polisinden iste, sonra bize gel! Sustum ve başımı öne eğdim demişti anlatan...

Bir yabancının başka bir ülkenin sınırlarında ve  kurumlarında göreceği saygıyı aslında kendi ülkesinde gördüğü düşünülen ortalama saygı belirler. Bu sanıldığı gibi yalnızca ülkelerin gücü ile değil oluşturdukları imge ile alâkalı bir durum. Bu yüzden dünyanın her yerinde polisler, Lüksemburg pasaportu taşıyan herhangi bir turiste karşı, örneğin Hindistan pasaportu taşıyan diğer turistlerden çok daha özenli ve dikkatli davranırlar. Çünkü turistlerin geldikleri ülkede görmeye alışkın oldukları saygının farklı olduğunu ve bu farkın onların gerçek değerlerini/ederlerini yansıttığını var sayarlar.  İstemsizce zihinlerinde oluşan kategorilere ve taksim ettikleri o ölçülere göre davranmak zorunda kalırlar.  Batı uygarlığı  imge oluşturmanın ve oluşan imgelerle kodlanmış davranış kalıpları üreterek milletleri yönetebilmenin gücünü gerçekten çok iyi bilir, bildiğini de sonuna kadar kullanır.

Bekledikleri ilgiyi göremediklerini bahane ederek Karaman'da yemek yedikleri restoranın sahibini yumruklayıp garsonu ve müşterileri tokatlayan polisler diyelim ki Fethiye'de herhangi bir İngiliz'in işlettiği alabildiğine tenha ve kuytudaki küçücük bir lokantada dahi aynı tavrı sergileyemezlerdi. Hatta bırakın “beklenen özel ilgiyi” hiç içeri alınmadan kapıdan kovulsalar bile böyle bir reaksiyon gösteremezlerdi.  Yani Karaman'daki esnaf, garson ve müşteriler İngiliz olsalardı dövülemezlerdi; Türk olduğu ve sıradan T.C. vatandaşı kimliği taşıdıkları için polisler tarafından dövülebildiler. İmgelerle zihin kodlamanın gücü budur işte; Türk'se  dövebilirsin, İngiliz'se  dövemezsin! Çünkü dünya, sürekli olarak kendi soydaşları ya da başkaları tarafından dövülen, tokatlanan, tartaklanan pek çok Türk, Arap, Hindu, Pâki, Afrikalı görmüştür ve bu insanlığın ortak zihninde kendi imgesini anıtlaştırmıştır.  Ama hafızalarda asla dövülen, tartaklanan, aşağılanan batılılara ilişkin bir görüntü bulamazsınız. Batılı, herhangi bir sorun çıktığında  kendisine  “bayım”  diye başlanan cümlelerle izahat verilen adamdır. Yer ister Londra, ister Yeni Delhi ister Karaman olsun, fark etmez...

Amerika'yı rüya ülkesi yapan ve Anglosakson mihverin dışında kalan ülkelerin halklarını bile kendi muhibbânı ve yandaşları kılan, Hollywood sinemasıdır. Bütün bu ülkelerdeki insanları can evlerinden vuran ve en çok etkileyen sahnelerin ne olduğu araştırılsa, vatandaşların başkana bile ön adıyla hitap edebilecek kadar özgüvene sahip olduğunu gördükleri “enstantanelerden” daha ziyade, tüm polislerin ve ajanların sıradan yurttaşların öfkeli tepkileri karşısında dahi sinirleri alınmış gibi sâkin, ciddiyetle harmanlanmış nezaketlerini muhafaza etme görüntüleri olduğu anlaşılacaktır. Kendi ülkesinde insanlara bu şekilde davranılmasını kriterleştiren Amerika, istihbarat örgütleriyle Türk ve Mısır polisine Türklere ya da Mısırlılara nasıl işkence yapacaklarını öğretiyor, adına da ileri sorgulama teknikleri diyordu.

Karaman'da dört polis tarafından estirilen terör, hem kendimizin hem de başkalarının şuur altındaki Türk imgesini, bir kere daha değersizlik, hiçlik, başıbozukluk kanılarıyla yaftalayarak  kodladı. Ayrıca valiliğin yaptığı açıklamada nâhak yere saldırıya uğrayanlarla saldırganları eşitleyen kirli dilin,  “taraflar” ve “tartışma” gibi üleştirici sözcüklerin altında sorumluluğu suçlu ve mâsum arasında örtülü bir imâyla bölüştürmesi bu kanaati pekiştiren kör bir iradenin varlığına delalet etti. Olmamalıydı!

Görevinin ağırlığını ve ciddiyetini taşıma yetkinliği olmayan polisler tarafından vatandaşlarımıza karşı işlenen şiddet suçları kamuoyuna yansıdığında uygulanan soruşturma ve açığa alma işlemlerinin aslında meseleyi soğutma ve unutturma gayesine matuf olduğu kanaati yaygındır. Gerçekten de bu soruşturma ve açığa almaların neticesinden kamuoyu hiçbir zaman haberdar edilmez. Muhtemelen kamuoyunun ve vicdanının kabul edeceği bir netice çıkarılmadığı içindir.

Ancak yeni ve hür Türkiye, sömürge Türkiye'nin o köhne alışkanlıklarını taşımaya devam edemez. Ne yeni vatandaş tipi ne de Türkiye'nin gözbebeklerinde kendi kurtuluşlarının ışığını arayan dost uluslar artık böyle sığlıkları görmeye tahammül edemez.

Bu sefere köstek olanlarla değil destek olanlarla yürüyebiliriz. Bu iradenin teyidi olarak içişleri bakanının kulağı çekilen ve tokatlanan garson çocuğun haysiyetini kendine dert edinip ziyaretine gitmesini beklerdim.

 Evet! Polis akort edilmeli; Yalnızca ve esas duruşta berrak bir “Allah ve Millet!” sesi verinceye kadar!