Rahmetin Muştusu Seher

Gökgüvercin Hak der uçar seherde 

Balık suda Hakk'ı içer seherde 
Kırmızı gül Hak der açar seherde 
Kokusunu verir verir hû çeker.[1]

Abdurrahim Karakoç 

 

Bir merhaba'yı merhaba yapan, yokluğun, yoksunluğun, sessizliğin, vedaların ve ayak izlerinin silinişinden sonra gelişi değil mi?

Gecenin bütün süsü, yıldızların vakarlı demi son merhaleye erince, yeni bir aydınlık alameti belirince göğün nakışları altında; büzüşür bütün ışıkların aksi.

Ve o anda bir merhaba bütün cazibesiyle çıkagelir.

Allah'ın damlalarca yağdırdığı rahmetin muştusudur seher vakitleri. Gecenin altı parçasından sonuncusu, günün ilk sınanışlarının demidir. Ve duaların geri çevrilmediği vaat edilen, sema kapılarının açıldığı vakitlerdir.

Cahit Sıtkı Tarancı, “Rabbim Nihayet Sana” şiirinde hikmetin bir tecellisi ve müjdeci olarak anar gecenin o demini:

Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var.

Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.

Şair, seherden korkmaz elbet. Çünkü illa ki hasreti kanatan gecenin açtığı yaraları sarar. Çekilen her “Ah!”, “vah”sızdır, bedduasızdır.

Söz dinlemeyen kalbimiz, arza uymayan aklımız, o vakitlerde uyanabilmişse kendini sigaya çeker, arınmaya durur. Değilse de, rahmetle buluşacak bir yakarış daha heba edilir gider. 

Sanki dünyanın eli bize değmezden öncesinin tazeliği. Sanki hâlâ sabiymişiz, kötülükle hiç kirlenmemişiz, çirkine bakmaktan yorulmamış gözlerimiz. Katmerleşmiş huzurun, kalbe sığmayan seyridir bu.

Ve göğüs kafesinde beliren bir ağrı, bir ağırlık...

Kaç seherden kaçtık kim bilir? Kaç seher dilsiz, resimsiz kaldı hayallerde? Emanetin gölgesine, dinmeyen titremelerle sığınma vaktidir şimdi.

Geceleyin koparız âlemden. Yarı ölü yüzümüz yastığımızda… Hayata yeniden kavuşma anı belirir işte o an ve yeni zamandır avuçlara dolan.

Seherler yârensiz olmaz. Birkaç dünyalık, birkaç ahiretlik tasası. İki sancılı soluktan sonra gelen ferahlık. Belki gözyaşı, belki dua mırıltısı…

Seherler yârensiz olmaz. Bir bülbül, bir de gül ilişir mısra arasına. Yahya Kemal “Rindlerin Ölümü”ne yakıştırır seheri:

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter  

Doğu'ya boydan boya nurdan bir çizgi çekilmiş, bir şimşek donmuş, bekler. Haddine sığmayan aydınlığın kavisi, sabırsız… Geceyi uyandıran yeni yeni burçlar dirilir saf saf.

Bir dünya çizer o şafak, genişleyen haleden. Yeni âlemler kopar semadan, yeryüzüne serpilir. Nice âlemler toprağa göçer. Buza kesmiş mahlûkat gökten yağan damlalarla çözülür, silkinir.

Derme çatma zihnimin temaşasından akan şu birkaç kelime ne kadar da kıt, sükûnetin titreştiği, semanın gürleştiği o demlerin şavkında.

Muhayyilem, aciz kalıyor anlamaya ve anlatmaya.

Dolanırken âlemlere doğacak yeni gün, âlemler ki nurla donanır. Yıldızları söndüren kızıl ufuk hızla uyanır.

Vakit ezan vaktidir…

Sırlar doğar ufuktan, hiç yoktan. Ancak aşikâr edilenin bildiği sırlar… Ezan ki, siler, temizler, cilalar tüm göğü. Davetin çağrısı milyon kere yankılanır. Ayaklanır kalp, kan dirilir damarlarda.

Martılar çığlık çığlığa bacalara üşüşmüş. Serin göğün yankıları alabildiğine donanmış kubbelerin üstüne. Şerefelerin aydınlığı tükenmemecesine, sönmemecesine pırıl pırıl. Aniden ortalık ezana bulanmış, donanmış yerlerin ve göklerin kubbeleri ‘Allah u ekber'le!

Arif Nihat Asya'nın şiirinde seher ezanla seslenir bize:

Uyan ey Ârif, uyan; uyar uyuklayanı,

Ki yerle gök -şimdi- Ezanların vatanı;

Vakit seher vakti, ezan sabâh ezanı!

 

 

 

 

 

[1] “Zikrullah” isimli şiirinden…