Rumeli'de Sufiliği Kosova Üzerinden Hatırlamak
Türk medeniyetinin toplum/millet/devlet ve şehir alt yapısı içinde muhteva ve değer sistemi oluşturup bu medeniyete rengini veren en önemli unsurlarından birisi dindir. Dine bağlı gelişen en önemli hususlardan birisi tasavvuf ve bu yola sâlik sufilerdir. Bu sebeple Türkler’in nizam kurduğu her yerde nasıl Türk evi karakterize olarak coğrafyaya mühür gibi vuruluyorsa, sufiler de aynı şekilde ruhlarda ve bıraktıkları maddi izlerle coğrafyada kendisini göstererek oraya vatan damgası vuruyorlar. Rumeli bu bakımdan Türklerin izlerini bıraktıkları en değerli vatan parçalarından ve medeniyetlerinin teşekkül ettiği müstesna mekânlardandır. Türkler tarihte ne yaptılar sorusunun cevaplarından birisinin verildiği yerlerin başında olarak Rumeli çok önemli bir mirası da geleceğe taşıyan hafıza mekândır.
Kosova bölgesi Kavimler Göçü sonrasında bir dönem kısmî olarak Avar Türkleri
tarafından iskân edilmiş ancak VII. yüzyıldan itibaren uzun bir süre Slav
hâkimiyetinde kalmıştır. 1168 yılında Bizans’a karşı önemli bir üstünlük
sağlayan Sırp krallığı ile birlikte bölge, Osmanlı fethine kadar ki süreyi Sırp
hâkimiyetinde geçirecektir. Osmanlı Devleti’nin bölgeye hâkim oluşu genel bir
kabul olarak 1389 Kosova Savaşı ile olurken, bölgeye ilk müdahale Yaralu Doğan Bey tarafından 1388’de
yapılmıştır. Ploşnik bozgunu sonrasında I. Murat’ın Kosova bölgesini fethetmesi
için görevlendirdiği Çandarlı Ali Paşa’nın, teslim talebine ret cevabı veren
Kosova tekfuru üzerine yolladığı Doğan Bey, tekfuru anlaşmaya mecbur etmişse de
sonrasında verilen sözler yerine getirilmeyince, bölge 1 yıl tehir ile
tarihlerde I. Kosova Savaşı olarak bilinen savaş sonunda ele geçirilmiştir. I.
Murat’ın savaş meydanında şehit edilmesi Kosova Ovası’nı olay üzerine inşa
edilen mitler ile birlikte sadece Osmanlı Devleti için değil Sırp tarihçiliği
için de önemli bir yere taşıyacaktır. I. Murat’ın ahşası yani iç organları
şehit edildiği bölgeye defnedilmiş ve burada Meşhed-i Hüdavendigar olarak bilinen türbe inşa edilmiştir.
Osmanlı
Devleti’nin Rumeli(Balkan) ilerleyişi sırasında en başından itibaren askeri
birlikleri destekleyen en önemli güç şüphesiz ki kolonizatör dervişlerdir. Bu kolonizatör kavramı yerine şenlendirici dervişler demek zannımca
naçizane maksadı ve vakayı daha iyi ifade edecektir. Seferler sırasında ordu
ile birlikte hareket eden ve fethedilen bölgelere yerleşerek buraların
İslamlaşmasına katkı sağlayan bu maneviyat erlerinin, Balkanların hemen her
yerine taşıdıkları tekke mimarisi ve sufi anlayış bölge de buraya ait bir
tasavvuf anlayışını da doğurmuştur. Osmanlı Rumeli fetihlerinin en önemli
önderlerinden olan Süleyman Paşa Rumeli’de fethedilen her kavşak ve derbende
bir zaviye kurdurmuştur. Balkanlar’da fethedilen hemen her yere ilk olarak inşa
edilen binalar içerisinde genelde tekkeler de var olurdu. Örneğin Dimetoka
fethedildiğinde (1361) ilk inşa edilen sosyal kurum Abdal Cüneyd Zaviyesi
olmuştu. Yine şu an Yanya’da bulunan şeyh Haşim Tekkesi de buranın fethinde
önemli rol oynayan Evrenos Bey tarafından 1390’da inşa ettirilmişti.
Kosova’da tekkesi bulunan en önemli
tarikatlardan biri Halvetiliktir.
Halvetiler özellikle Makedonya’da birçok tekke kurmuşlar ve ilk dönemlerden
itibaren bölgenin İslamlaşmasına çok önemli katkılar yapmışlardır. Halvetiliğin
Kosova ve Makedonya’da Karabaşilik, Cerrâhîlik, Ramazanîliğin Hayatilik kolu ve
Sinanîlik gibi kolları bulunmaktaydı. Kosova’da Prizren, İpek, Mitroviçe,
Gilan, Yunik, Preşeva, Yakova gibi şehirlerde Halveti tekkesi olduğu
bilinmektedir. Ancak İpek’teki tekkenin kayıtlarda Halvetiye - Kadiriye şeklinde
yazılmasından buranın zamanla Kadirilerin kontrolüne geçtiğini göstermektedir.
Balkanlar’da ve Kosova’da Halvetilik’ten
sonra en etkin tarikat Nakşibendîlik
olmuştur. Balkanlarda 1463 yılında Saraybosna’da İskender Paşa tarafından
kurulan Nakşibendiye buradan birçok Balkan şehrine yayılmıştır. Kosova’da Novi
Pazar, Yakova, Gilan ve Prizren’de
bir Nakşibendiye tekkesi bulunmaktadır.
Rumeli’nde karşımıza çıkan diğer bir
tarikat da Mevleviliktir. Balkanlar’da
ilk olarak Saraybosna’da kurulan Mevlevi tekkeleri zamanla hemen hemen tüm
Balkanlar’a yayılmış ve Mevlevilik bölgenin İslamlaşmasında oldukça etkin bir
rol oynamıştır. Mevleviye tarîkatına mahsus olan ve Mevlevîhâne diye isimlenen
bu dergâhlar Konya’da başlayarak daha çok Osmanlı topraklarında mekân
tutmuştur. Bağdat’tan Bingâzi’ye, Mekke’den Mostar’a uzanan bu beldelerde
faaliyet gösteren 99 mevlevîhânenin dökümü verilebilir. XIX. Yüzyıl sonuna
kadar Kosova’da üç şehirde, Prizren, Yakova ve İpek’te (Peç) Mevlevi
zaviyelerinin mevcudiyeti bilinmektedir. İpek’te 1930 yılına kadar Mevlevî
tekkesi açık kalmış, son şeyhi İsmail Efendi Konya’ya göç ettikten sonra
buradaki tekke de kapanmıştır. Tasavvuf hayatı oldukça canlı olan Prizren’deki
tekke ise Halveti-Karabaşî tarikatı mensuplarına devredilmiştir. Yakova’da
Mevlevilerin faaliyetlerine 1955 yılına kadar özel bir evde devam ettikleri de
kaydedilmektedir. Kosova’da İpek şehrinde bir mevlevihanenin bulunduğu
Ayverdi’nin çalışmasında da kaydedilmiştir.
Kosova’da diğer bir tasavvuf yapısı
olarak yer alan Sâdiyye tarikatı Süleyman Âcizî Baba’nın Prizren’de nehri
kenarında kurduğu söylenen asitanesi ile burada var olmuştur. Âcizî Baba’nın Yakova tekkesinde
şeyhlik eden oğlu Şeyh Danyal ile tarikat Tepedelen, Berat, Avlonya gibi
şehirlerde de yayılmıştır. Bir vakitler gitmek nasip olan Kosova İpek
şehrinde ziyaret ettiğimiz Sadi Rifai tekkesinde tek kelime Türkçe bilmeyen
şeyh efendinin üflediğimiz ney eşliğinde okuduğu Türkçe ilahileri dinlemek bizi
tarihin içinde Rumeli’nde mahzun mütebessim dolaştırmış idi. Bunun yanında 19. yüzyılın sonlarına doğru Yakovalı Şeyh
Mûsâ Muslihuddin er-Rifâî’nin Yakova’da kurduğu Hacı Mûsâ Tekkesi’ndeki
faaliyetleri sonucu Rifâiyye, Arnavutluk’un yanı sıra Kosova ve Makedonya’ya da
yayılmıştır. Yine Melamilik 19. asırda Melâmiyye-i Nûriyye adıyla anılan üçüncü
devresinde İstanbul, Batı Anadolu ve Rumeli’de yayılmış; tarikat adına
Manastır, Üsküp, Prizren, Tikveş, İştip, Köprü, Avrathisar’a bağlı İsnefçe
köyü, Doyran, Selânik gibi şehirlerde tekkeler kurulmuştur. Yine
fetihlerle birlikte Rumeli’ne ayak basan Bektaşiliğin de bölgedeki varlığından
söz etmek mümkündür. Yakova’da bulunan Hacı Adem Baba’nın kurduğu tekke bunun
örneklerinden olarak sayılabilir.
Medeniyet
kendi yapısı içinde toplum-devlet-şehir yapısı ile cihan şümul bir karakter
taşırken içerdikleri ile muayyen bir kültürün kendi muhtevasını göstererek
özünü bulur. Bu haliyle Rumeli Türk medeniyeti içerisinden şüphesiz tasavvuf,
sufilik ve buna dair miras bugün de hala varlığını sürdürmekte eski günlerin
mana dünyası belki de en çok Rumeli’nde soluk alıp vermeye devam etmektedir. Bir
ahlak ve edeb nizamı olan İslam ritüel zannetmenin ötesinde bir öz ve varoluş
olarak anlaşılıp yaşandığı zamanların hoş hatırasını yaşatan ve o devirlerden
serin rüzgarları ruhumuza ulaştırıveren Rumeli sufi mirası şüphesiz zamanın
yıpratıcı etkisi içinden geleceğe kendi halince hakikati merkezli ve adalet
menzilli bir medeniyeti göstermeye devam ediyor.
Vesselam