06 May 2017

Saadet Partisi üzerine 1

Hüzünlü, âcil bir önlem çağrısı ve uyarı yazısı bu! Emârelerine tek tek şaşırıp, itiraz ettiğimiz ama hükmünü bir türlü veremediğimiz bir mesele tarafından içten içe kuşatılıyoruz. Bütün semptomları, arazları görülen bir hastalığın adıyla yüzleşmemek için teşhisi sürekli erteleyen, erteleten hasta yakınları gibiyiz. Bu adı konulmamışlık, teşhis edilmemişlik hâlinden, gövdemize sızmakla meşgul kemirgen ve sâri hastalık gayet memnun… Çünkü o ilerliyor! Ama artık teşhis edilmeli!

Saadet Partisi'nin kontrol ettiği tabanıyla birlikte yaşadığı korkunç savrulmadan bahsediyorum. Ama bu savrulmanın neyin emaresi ve sonucu olduğunu artık teşhis ve tespit etmeliyiz. En son Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, referandum sürecinde CHP milletvekili Hüsnü Bozkurt'a destek ziyaretinde bulunan Saadet Partisi Kadın Kolları'na tepki göstermiş ve  “Ey benim Saadet Partili kardeşlerim, siz bu hale düşecek miydiniz? Görüyorsunuz nerelerden nerelere… Temenni ederim ki bugün onlar için ayrı bir muhasebe günü olur”  demişti. Biliyorsunuz, referanduma konu olan düzenlemenin 1923 cumhuriyetini (aslında kemalizmi) tasfiye metni olduğunu söyleyen Bozkurt, bu yüzden sandıkta kazansalar bile “evet” oyu verenleri İzmir'den denize dökeceklerini söylemişti. Daha önce de Kur'an ayetlerinden referans ve örnek verilmesinin tehlikeli olduğunu dile getiren bu adam ve CHP camiasıyla, Saadet kadrosunun kalplerinin yakınlaşmasını, gönül ve eylem birliği içine girmiş olmalarını doğru okumalıyız. Aksi takdirde Erbakan'ı anma toplantısının onur konuğu olan CHP genel başkanıyla ilgili kitlesel şaşkınlığımızı işi mizaha vurarak yatıştırmaya çalışırız. Hâlbuki ortada mizah yok, durumun netliğini kabul yerine, etrafını bulanıklaştırarak kasten şaşılaştıran bir perspektif içinde mahpus tutuluyor, oyalanıyoruz.

Türkiye'ye karşı yapılan 17/25 Aralık'taki ilk darbe ve işgal teşebbüsü, muhtevası bomboş yolsuzluk yaygaralarıyla kamufle edilmişti. O zaman da Tayyip Erdoğan, içinde aslında binlerce hayalet tankın yürütüldüğü örgütlü şamataya karşı – üstelik büyük ölçüde işgal altına alınmış yargı ve emniyete rağmen- maklûbeci kumpası derhal gören bir avuç vatansever polis ve yetkiliyle beraber vuruşa vuruşa sırtını milletin ferasetine dayayabilmiş ve devleti küffara teslim etmemişti. Vatansever polislerin teşebbüs başlar başlamaz ânında gördüğü, milletin ise yirmi dört saat içinde ferasetiyle künhüne vakıf olduğu bu girişim karşısında Saadet Partisi'nin takındığı tavır neydi? Kısaca hatırlarsak; "Gezi olaylarında kahraman olan emniyet mensuplarımız, 17 Aralık'ta çete üyesi, kumpas mensubu, haşhaşi, öyle mi?"  dediler. Fetullah Gülen'in çete ve terör örgütü başı olduğu iddialarını şiddetle reddettiler. Gezi terör ve vandalizminin faillerine  “Ne güzel gençlersiniz siz! Allah sizden razı olsun” dediler. Suriye'ye gidip Beşşar Esad'a destek ziyaretinde bulundular ve Mit tırlarına yönelik operasyonda oluşturulmak istenen kanaatle paralel şekilde Türkiye'yi suçladılar. Kısaca Fettoşii kültünce oluşturulan tüm propaganda, operasyonel söylem ve yalanların en iştahlı taşıyıcısı, yayıcısı ve destekleyicisi oldular. Apaçık ve ortada olan şimdiki zamana, yaşanılan âna ilişkin eylem ve söylemlerinin neden hep FETÖ ile eş güdümlü ve paralel olduğuna dair suallere karşı hiçbir açıklama yapamadılar. Bu sorgulamalara karşı hep “hiç aldatmadık, aldanmadık” gibi sübjektif iddialarla başlayan “ne istediniz de vermedik diyen biz miydik sanki” gibi bağlamsız ve abes sorularla devam eden bir mugalâta çukuru kazdılar ve o çukurun içine sinerek görünmez oldular. Sonuçta kendilerinin fetö operasyon ve söylemlerini sürekli destekleyen, yaşanılan ana ilişkin tutumlarını ve paralel duruşlarını açıklayan hiçbir şey söylemediler… FETÖ kültünün ihaneti iyice ifşâ olduktan sonra, Mustafa Destici'yle birlikte  Ekrem Dumanlı'nın yanı başında bitişik nizamda ve esas duruşta bekleyerek poz veren bir Saadet Partisi Genel Başkanı fotoğrafı kalakaldı  öylece, silinmez belleklerde.  Elbette iş o raddeye varmışken artık herkes ne yaptığını biliyordu ve kimse aldanmıyordu. Aldatmaya gelince… Hâlâ aldanmaya hazır birileri varsa neden olmasın?  

15 Temmuz'da Saadet Partisi teşkilatlarından halkı milli iradeye ve özgürlüklere sahip çıkmak üzere alanlara davet eden hiç bir çağrı yapılmadı. Ama aynı parti teşkilatlarından gelen ve adeta darbecilerin sokağa çıkma yasağına yönelik emir tekrarı niteliğinde olan “evlerinizden dışarı çıkmayın” talimatları ortalıkta uçuştu. “Teşkilatlarımızın 15 şehidi var” söylemi, hakikatin üzerini örtmeye yetmiyor. Şayet tek bir şehit  varsa bile bu Saadet  Partisi  teşkilatlarının direnişe davetiyle değil, bilakis onlardan gelen  evlerinizde oturun çağrılarına rağmen meydana çıkanların olması sayesindedir.

Bütün bunlar bize ne söylüyor? Anlatmaya devam edeceğim...