Sadrettin Konevi'nin insana bakışı: 'Esas olan kâmil bir insan olabilmektir'
Yaşadığı dönemde sadece Konya’ya değil tüm insanlığa bir fener tutan Sadrettin Konevi’nin tasavvufi mesajları günümüze de ışık tutmaktadır. Sadrettin Konevi Türk mutasavvıdır. Konya'da tanınmış ve kendisine Konevi lâkabı verilmiştir. H. 606 /M. 1210 da doğmuş, H.673 /M. 1274 de vefat etmiştir. Kendi hayatı hakkında an-Nafahat al- İlahiye ve Şerh Hadis al-Erbâin adlı yapıtlarında bilgi vermiştir. Tanınmış İslam Filozofu Muhyiddin b. al-Arabinin Konevinin yetişmesinde büyük etkisi olmuştur ki aynı zamanda üvey babasıdır.
Başlıca eserleri şunlardır: Miftah al-Gayb, Tefsir al-Fatiha (Icaz
al-Beyan), an-Nefahat al- İlahiyye, Şerh Hadis al-Erbain, Tabsiret al-Mubtedi
ve Tezkiret al-Muntehi, Şerh al-Esmail-Hüsna, Mukatabat (Nasireddin Tusi ile
Mektuplaşmalar), Risale fi Hakk al-Mehdi, Mevarid Zev'il-Ihtisas ila Makas
ıdi'l-İhlas.
SIK YAPTIĞI DUALARINDAN
Ömrünü Allahü teâlânın kullarına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle
geçiren Sadreddîn-i Konevî hazretleri duâlarında:
-“Yâ Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden
başkasıyla meşgul olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi
kendinle doldur. Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nûr bahşet.
Duâlarımızı çabucak, kendi istediğin şekilde kabûl buyur. Sen işitensin. Sen
bize yakınsın. Sen duâlara icâbet edensin.” buyururdu.
KONEVİ’DE ALLAH İNANCI
Konevi'ye göre, Allah'nın hakikatini ancak Allah'nın kendisi bilir. Akıl
O'nu kavrayamaz. Özü ve varlığı sonsuz olan Allah'yı sonlu olan insan aklı
bilip kavrayamaz, ancak düşünebilir. Sadreddin Konevi'ye göre, Allah, kainatı
ve kainatta var olan her şeyi ilahi bir rahmet ve sevgi ile yaratmıştır. İlahi
rahmet eseri olan bu evren, makro-kozmos yani büyük kainat, insan ·ise mikro kozmos
yani küçük kainatt:ır.
Konevi'ye göre, insan, kâinat üzerinde y,aratılan en mükemmel varlık olup,
Allah ile kainat arasındaki münasebetıerde bir kilit noktası hüviyetindedir.
Kısacası, insan, kainatın özeti ve Allah'ın yeryüzündeki vekilidir.
KONEVİ’NİN İNSANA BAKIŞI
Konevi, insan kavramını umumu insandan olgun insana kadar ele almaktadır.
En mükemmel insan insan-ı kâmil olup olgun insandır. Çünkü olgun insan,
yeryüzünde Allah’a dair en isabetli delildir. Olgun insan, kendi benliğini her
türlü kötü hasletlerden ve sıfatlardan temizleyen insandır. Allah'ı bilme
yollarından en önemlisi, benliği temizlemekle ve her türlü kötü huylardan
vazgeçerek nefsi arındırmakla mümkündür.
İNSAN KÜÇÜK BİR
EVRENDİR
Koneviye göre, evren birlik halinde büyük bir olgudur, yani varlıktır.
İnsan da birlik halinde küçük bir olgudur. Yani kendi başına var olan küçük bir
evrendir. İnsan, güzellik ve güç sıfatıyla yansıyan Allah’ı seyredebilir. Allah
insan değildir. Onun bir biçimi de yoktur. O evrenle kendini açığa çıkarmıştır.
İnsan bu âlemde uyku halindedir. Uyku da düşe benzer. O halde gerçek varoluşu
insan ölümden sonra görecek ve kavrayacaktır. Bu dünyada ilahi coşkuya erişen
kimse olgun insandır.
OLGUN İNSAN KİMDİR?
Olgun insan, evrenin yaratılmasının amacıdır. İnsan evrenin gizlerine
ulaşma yeteneğine sahiptir. İnsanlar üç bölümdür:
Birinci bölüme
girenler, şuhud denen bir iç güce sahiptir. Bu iç güçle her şeyi
tanıyabilirler. Özellikle varlıktan yokluğa geçişi yakalayabilirler.
İkinci bölüme
girenler, Allahsal varlık aynasında her şeyin özünü bölüm bölüm algılarlar.
Üçüncü bölüme girenler
ise, olgun insanlardır. Allah'nın özlerde görünüşüne tanık olanlar,
bunlardır. En onur verici mertebe, olgun insanın yaşantısıdır. İnsan iyi, güzel
ve olgun davranışlarla bu aşamaya ulaşır.
FAKR NEDİR?
Bir defâsında Mevlânâ hazretleri Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına
gitmişti. Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı. Bu sırada Sadreddîn
Konevî’nin hizmetini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi. Bu
hizmetçi defalarca yaya olarak hacca gitmişti. Pek çok velînin sohbetinde bulunmuştu.
İçeri girince, Mevlânâ hazretlerine; “Fakr nedir?” diye bir suâl sordu. Fakat
hiç cevap vermedi. Bunun üzerine tekrar; “Fakr nedir?” diye sordu. Yine cevap
vermedi. Tekrar tekrar sorunca, Mevlânâ hazretleri kalkıp gitti. Bunun üzerine
Sadreddîn-i Konevî huzursuz olup; “Ey pîr-i ham! Neden vakitsiz suâl sorarsın?
Sordun cevap verdiler. Tekrar neden sordun?” deyince, derviş; “Ne cevap
verdiler?” dedi. “Fakrın târifini yaptı.
O; “Allahü teâlâyı tanıyınca, dil tutulur.” hadîs-i şerîfi gereğince cevab verdi.
Şimdi lâyık olan şudur ki, derviş, şeyhi huzûrunda tam bir teslimiyetle
bulunmalıdır
Konevî’ye göre her suretin/şeklin bir ruhu, her kelime,
hatta her bir harfin belirli bir hikmet ve gayesi vardır. Buna göre, Kur’an’da
ve ilâhî kelâmda tesadüf veya anlamsız bir kullanım asla söz konusu değildir.
Her şey, belirli bir hikmet ve gayeye göre zikredilmiştir.