Sanat eğitimi nedir?
Sanat eğitimi üzerine yerel kaynak taraması yaparsanız özellikle bu alanda emek vermiş iki isim öne çıkacaktır; Ord.Prof. Suut Kemal Yetkin ve Prof. Dr. İnci San. Her iki isim de akademik kariyerini güzel sanatlar, felsefe ve edebiyat üzerinde çalışmalar yürütmüş çalışkan isimler…
Bu iki isimin görüşleri beynelmilel açıdan doyurucu bir
muhteva oluştursa da dijitalleşme beraberinde yeni ve farklı yaklaşımların
arayışında ve ihtiyacında olduğumuz gerçeğini göz ardı edemeyiz. Yine de sanat
eğitimi üzerine kaydettikleri satırlar, işi anlamada ve anlamlandırmada yol
gösterici özellik taşıyor.
Sanat eğitiminin
önemini kavramak için önce ne anlama geldiğini bilmekte fayda var.
İnci san, sanat eğitimine dair iki tür görüşü dile getirmiş.
İlki “sanat için eğitim” ki günümüzde “geniş manada sanat eğitimi” olarak kabul
görüyor. Diğeri ise “sanat yoluyla eğitim”, yani genel eğitimin bir parçası
olarak verilen eğitim. Bu iki görüş, eğitim bilimcilerin geneli tarafından
benimsenmiş, ancak günümüzde farklı izahlarla karşılık bulmuş diyebiliriz.
İnci San’ın sanat eğitimi tanımı şöyle: “Genel anlamda
sanatların tüm alanlarını ve biçimlerini içine alan, okul içi ve okul dışı
yaratıcı sanatsal eğitimdir.” Bu tanımla aynı zamanda “sanat yoluyla eğitim”
yaklaşımına da açıklık getiriyor.
Sanat eğitimini, doğrudan sanatı yüceltmek, yaşatmak ve
öğretmek kapsamında düşünen eğitimciler de yok değil. Ancak bu yaklaşım, her
öğrenciye geleceğin sanatçısı olarak yaklaşmak olurdu ki bu mümkün değil, anlamlı
da değil. İlginç olan şu ki sanat yoluyla eğitimin amacı sanatı sevdirmek bile
değil.
Suut Kemal Yetkin, “Güzel Sanatların Eğitimdeki Yeri”
başlıklı denemesinde, Herbert Read’den dabrı mesel kabilinden bir alıntı
yapıyor: “Tek kanatla uçan kuşun ilerlemesine imkân yoktur.”
Bu imkânsızlığı hayatta birçok şeyle ilişkilendirebiliriz
elbette, burada Yetkin’in maksadı ise eğitimin çocukları yalnızca rasyonellikle
yoğuran yönünün insanı yarım bırakacağını vurgulaması. Hissiyatın yani
duyguların, muhayyelatın yani hayal gücünün sağlıklı şekilde gelişiminin
önündeki en önemli engelin, pozitif bilimlere yani fen ve doğa bilimlerine
yatkın ve soyutlamayı dışarıda bırakan eğitim sistemi olduğunu, bunun da sanat
eğitimiyle üstesinden gelinebileceğini ifade etmiş oluyor.
İnci San “sanat için eğitim” ile “sanat yoluyla eğitim”
yöntemlerinin bir birleşimi olarak şu tespiti yapıyor:
“Yapılması gerekli olan, (evrensel anlamda) endüstrileşen,
teknolojisiyle sürekli ilerleyen ve ister istemez akılcı bir çağ olan günümüzü,
bir zamanlar yapıldığı gibi yadsımamak; çağımızın verilerini kabul ederek ona
yaklaşmak; ama bunun uzantıları olan tek yanlı bir eğitime, öğrencileri
yalnızca fen ve doğa bilimleri ve teknik bilgilerle donatarak birer yarış atı
ya da robot yetiştirilmesine, sanat ve estetik eğitimin olanakları seferber
ederek karşı çıkmak; gene akılcı yoldan, bilimsel temellere oturtarak bu tek
yanlı eğitim ve öğretimin yol açtığı ve açacağı kayıpları önlemeye
çalışmaktır.”
Bu ifadede öncelikli olarak dikkati çeken, “tek yanlı eğitim
ve öğretimin yol açacağı kayıpları önleme” yöntemi olarak gösterilmesi. Burada
kayıp ile kastedilen ise daha verimli, daha üretken, daha duyarlı, daha
öngörülü olarak yetiştirilebilecek fertlerin, kesinliği ispatlanmış ilim/bilgi
ile daha katı kalıplara hapsedilerek ihtimalleri fark edebilen yetenek ve
verimlerinin köreltilmesi.
İkinci dikkat çekici nokta ise sanat eğitiminden yoksun
kalmış çocukların yarış atı veya robota benzetilmesi durumu. Bu durum hepimize
tanıdık geliyor. Zira San’ın makaleyi yazdığı dönemde çocuklar sınavlarda iyi
okulları kazanabilmek için yarıştırılmıyor, binlerce sayfalık testlere
gömülmeye zorlanarak oyun haklarına el konulmuyordu. Yine de bu tehlikeyi
farklı sebeplere dayalı olsa da 70’lerde fark etmiş olması önemli.
Üçüncü dikkat çeken konu ise, San’ın “günümüz”ü akılcı bir
çağ olarak tanımlaması. Günümüz için salt akılcı bir çağ demenin imkânsızlığını
vurgulamak yerinde olur. Zira akılcılık sebep-sonuç ilişkileri üzerinden somut
değerlerle inşa edilmiş bir gerçekliğe işaret ediyor. Günümüzde ise, bu
akılcılık temellendirilmesinin âdeta bir din olduğunu kabul etsek ve
kapitalizmin zulmünü tüm damarlarımızda hissediyor olsak da üzerine hazcılık
sosunun eklendiğini ve bunun son yirmi yılda demirbaşa dönüştüğünü kabul etmek
gerekir. Bu da bizi, sanat ve soyut/manevi dünyayı besleyen her türlü unsurun
hazcılığa hizmet edecek şekle büründürüldüğü saptamasına iter ki sosyal medya
bu durumun en afili vitrinidir. Yani maneviyatı besleyen her unsur, yeni en
ticari sürümü ile hayatımıza “kişisel gelişim” desteğiyle dâhil edilmiştir.
Bütün bu değerlendirmelerin ardından bugün için sanat
eğitimi şudur diyebiliriz:
Çocukları bilginin yanı sıra hayat yarışına doğrudan dâhil eden ve maddi imkânlara ulaşmanın aracı olarak algılanan bir eğitim ortamında, duygu alış verişini, insani yönlerini, manevi dünyasını, becerilerini, üretkenliğini besleyerek geliştirecek, yeteneklerini açığa çıkaracak, erken yaşta maddi hedefler doğrultusunda erken katılaşan kalplerin yumuşamasını sağlayacak, kişiye hoşgörüyü, ağırbaşlılığı, incelikleri yerleştirecek, modern sanat adına yapılan ve uzantısı olan her iş için “mahalle baskısı”ndan ötürü “aldım-kabul ettim” ezberine karşı başkaldırabilecek, ruhunu keşfetmeye imkân verecek bir sanat eğitimi, eğitim sisteminin en önemli ihtiyacıdır.