Sanatkâr -2
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Birikimin, düşüncenin, bir hayali
dünyevî şartlara uyarlama çabasının sonuçlarından biri olan edebiyat,
ideolojilerin sesini yükseltmesinde en kesin, en kuvvetli, en parlak ve en
pratik yöntemdir. Çünkü imajlara büründürülmüş ve estetize edilmiş düşünce yansımasına
tarih, bilim ve felsefe alanında rastlanamaz.
Yüzyıllara yayılan edebiyat
serüvenine nüfuz eden ideolojik aşılamaların bilhassa Batı’dan yol bularak
ilerlediği meselesi üzerine düşünüldüğünde “Sanat ne içindir?” sorusu akla
gelir. Faydayı çıkar ile karıştıran sanat felsefecilerinin ağırlığını
hissettirdiği bir dünya düzeni içindeyken bu sorgulama zaruri hâle gelir. Hatta
bu soruya bir cevap aramak bizi, ekonomi, siyaset ve inanç gibi ihtiyaçlardan
hangisinin üst ses olacağının tespitine sürükler. Çünkü insanların neden
yazdığı, neden resmettiği, neden nakşettiği sorularının cevabı da bu tespitin
bir sonucu olarak çıkar. Ya da birinin cevabı diğerini açıklar mahiyettedir.
Öyleyse üst ses ne olmalıdır?
Bu soruya “Ne olmamalıdır?” ile
cevap verilecek olsa bunlardan biri ideoloji olur. Çünkü ideoloji, sistematik
bir dönüştürme projesidir ve edebiyat da dâhil sanatın hiçbir dalı, bu türden
bir art niyetle gerçek bir inancı betimleyemez. Yazar ise inanç ile yol alan,
bu kuvvetle ilerleyen, gelişen, ifade edebilen ve güzeli yakalama kaygısını
açıkça ortaya koyan kimsedir. Herhangi bir ideolojinin propaganda aracı olarak
kullanılan edebiyat, gerçek talibini aldatan ve güvenini zedeleyen bir saha
olmakla ve kendi içinde küçülmekle cezalandırılır. Toplum için bütünleştirici
olmaktan da çok uzaktır ve taraflılık ilkesi üzerinden üretir. Sanatı ve
sanatçıyı gölgesinde bırakır. Eseri üreten şahsiyet, ideolojik kimliğiyle
anılır ve mesafelidir.
Sanatkâr, inancı olmadan kalemini
konuşturamaz. İnanç, bir sürecin tarifinden çok, tecrübe edilmiş bir sonuç
sunar ve tartışmasız her devrin, düzenin ve siyasanın üst sesi olabilecek
niteliktedir.
Dünyanın asıl sorunu kesin bir
inanç buhranı olmalı ki neredeyse tüm edebiyat akımlarının kökenini
ideolojilere bağlayan dünya düzeninin bir açıklaması olabilsin.
Modern hayat, geçmişteki birkaç
ömürlük deneyimleri kısa anlara sığdırmamızı mümkün kıldı. Varılabilecek son
noktanın bulunduğumuz mu, yoksa varacağımız yer mi olduğunu bilmediğimizden
mayalar titrek ve tedirgin çalındı. Hayatı anlamlandıran sebepler olarak
benimsediğimiz inançlarımızı kapı arkalarına ve herkesin göremeyeceği yerlere
gizledik. Yaşamın şeklini ve prensiplerini belirleyen olacak yerde,
ihtiyaçların gölgesinde kayboldular.
Dili ve tavrı kılıçtan keskin
ideolojilerin kavgalarla yonttuğu meydanlara, asfalt üstüne asfalt döküldü, taş
üstüne taş dizildi. Hani şu mazisi kimi zaman zorbalık, kimi zaman tehdit, kimi
zaman haykırışla dolan meydanlara işte… Hiçbir sevincin hatırası kalmadığı
gibi, kavga cefasının soluğu da çoktan aldı başını gitti. Eski bir nefes
kalıntısı, yeni her şeye aldırışsız çınarların zirvelerindeki dallara asılı
kaldı. Rüzgâr estikçe onlar da kopup havaya karışıyorlar. Artık ya akşam
pazarlarının yabancılığına teslim ya da yemek ve kahve kokularının rehavetiyle
harmanlanmış. Ve kimsenin kimseyi tanımadığı sokaklara açılıyorlar. Arada bir
“gezi” gibi hareketlilikler peyda oluyor. Ama zoraki ve işe yaramaz
kalabalıkların anlaşmazlığında cilalı siyaset oyunlarıyla son buluyorlar.
Çığlıklar sönünce yazıya ne oldu?
Onların her biri bir “taraf”a savruldu. Faydasızlıklarını bile bile gizli ya da
aşikâr savunmalarını sürdürüyorlar.
Bugünkü akla uygunluğun yeni
kuralı sessizlik ve vurdumduymazlığı önerirken “tüketim kültürü”nü yüceltiyor.
Diğer ayak bağlarından kurtulmaya çalışırken bizi kıskıvrak yakalayarak tüm
ideolojilerin pazarlanmasında yeni yüzyılın yeni vitrinleri beliriyor:
Kapitalizm, Komformizm vs. Ama edebiyatın yakasını bıraktı mı dersek; “çoksatanlar”ın
bir başka popülarite krizi olmasından dem vurabiliriz. Belki de son asrın
ideolojisi olan “moda”ya kurban verdiğimiz için…
Oysa bazı küçük zorunluluklarımız
vardı; birkaç adım atmak için çok uğraşmalıydık. Onca gayrete rağmen Yakup
Kadri; “Ey dost; şiire de mâsiva karıştı” diyordu zamanımızın az gerisinden
gelerek. Biz de durduğumuz yerden bakınca bir manzara görüyoruz işte: Bugün
inanabilmenin adı huzur, ideolojiler ise dijital dünyada gürültülü bir çırpınış
içinde.
***
Künye: Sanatkâr-
güzel sanatların bir dalında sanat niteliği taşıyan eserler veren kimse,
sanatçı; sanat yeteneği olan, sanatlı bir eser meydana getirme yeteneğine sâhip
bulunan kimse; artist, sanatçı anlamlarına gelir (Kubbealtı Lugatı).