Selçuklu Çağından İktisat Zihniyetimizi Düşünürken
Şehrimiz hayat tarzımızdır. Tarzımız ise medeniyetimiz. Medeniyetin toplu-devlet-şehir üçlemesindeki hududları içerisinde hayat tarzımıza şehrin ve hayatın temel meselelerinden olan iktisat konusundan baktığımızda işleyen bir üretim, al-ver sistemi ötesinde ve ona kuralları ve zihniyetini veren nasılını ortaya koyan bir kültürün, anlayışın, görüşün olduğunu görürüz. İşte bir medeniyet çevresinin teknik sınırlarının ötesinde ki bu onun beynelmilel karakterini çizer kültürel olarak içeriğini kazandıran bir kültür arka planı, ilkeleri, ölçüleri, değer yargıları ve bunlara kaynaklık eden muhtelif malzeme ve unsurların yer aldığını görürüz. Medeniyet merkezli tarih okuması olarak bahsettiğimiz mesele de tam burada şehri şehrin içinde iktisat ve insan bahsi olarak karşımıza çıkar. Bu yazıda, Selçuklu devri müelliflerinin zihin dünyasından, şehrin içinde, iktisat ve ticarete bakış açılarını aksettirdiğini düşündüğümüz ve onların zihniyetini var eden kaynakları tespit edebildiğimiz bazı eserler üzerinden meseleyi değerlendirmeye çalışacağız.
Medeniyet çerçevesi fabrikada üretilip yahut
taklit edilip hayata dönüşmediği için zihniyetini ve kaynaklarını anlamadığımız
hiçbir medeniyet ve kültür çevresi içine doğmuş bile olsak anlaşılabilir
değildir, en azından intikalinden sorunlar yaşanacağı bugünkü halde gördüğümüz
üzere hayli sorunlar taşır.
Selçuklu devri son zamanlarda hayli ilgi ve
dikkat çekiyor. Gerçekler ve hamasetler aynı uçurmanın kuyruğunda uçmaya devam
ediyor. Ekonomi meselesi hayatın olağan gidişinde insanlıkla yaşıt olması
hasebiyle Selçuklu çağında da kendi dinamikleri ile cari idi. Selçukluların Rum
ilini Türkiye yapan büyük medeniyet ve kültür hamlesinde şüphesiz ekonominin
doğru ve güçlü işletmesinin büyük katkısı vardır. Lakin onlar için medeniyet
merkezde ekonomi ise vasıta idi. Modern zamanda ise her şey ekonomi için bir
araca ve nesneye dönüştürüleli beri medeniyet ve değer kaynakları hayat ve
insan için kullanışlı birer manüplasyon vesilesi ve egzotik birer eski zaman
fantezisi olmaktan başka bir mana ifade edemez oldu. Din bu çerçevede Orta
çağlardaki kurucu etkisini modern zamanlarda bir fon müziği olmaya bırakınca
evrensellik iddiasındaki değerler ile dinin kültüre kazandırdığı denge kurucu
unsurlar arasında kalan zihinler kalbi Ali dili Muaviye söyler bir halde
kaldılar. İşte bu yazıda bazı esasa ve zihniyete dair meseleleri hatırlatmak
için, Selçuklu çağından Eflaki Dede ve Aksarayî gibi kaynaklardan edinilen bazı
malumat çerçevesinde iktisat zihniyeti, bunun kaynakları ve doğrultusu
merkezinde ekonominin kültür muhtevası olarak nasıl bir halet-i ruhiye talep
ederek bir medeniyet çerçevesi kurmaya yöneldiği anlamak istiyoruz.
İktisat zihniyetine dair ilk olarak devrin
iktisadi faaliyete bakış açısını ortaya koymak doğru olacaktır. Ticaretin tözü
diyebileceğimiz zihniyet meselesi ortaya konulmadan faaliyetlerin mantığını
anlamak güç olacaktır. Ticarete yön veren akıl bilinirse ona dair olanları
anlamak da kolay olacaktır. Mevlâna hazretleri
“Hz. Muhammed (s.a.v.)’ in kendi
el emeği ve alın teri ile kazandığını ye! Hadisini işitmedin mi? İşitmedin mi ki, Süleyman peygambere sık sık
cennet yemekleri getirirlerdi. O da bu yemekleri yer, bunlardan lezzet alırdı.
Bir gün Cebrail-i Emin, Süleyman (a.s.)’a cennetten tayınını getirdiklerinde
orada bulunuyordu. Süleyman (a.s.), bu yemekleri tam bir iştaha ile yiyordu.
Bir melek, diğer bir meleğe; “Süleyman, bu cennet yemeğini sanki eziyet çekerek
kazanmış gibi öyle bir istek ve iştah ile yiyor ki (sorma) Allah Peygamberi’nin
haraç (tabl) yememesi gerekir”, diyordu. Süleyman (a.s.) Cebrail’den; “Ne
diyorlar diye sordu. Cebrail; “Ne dediklerini işitiyorsun”, dedi. Süleyman
(a.s.) “yani el emeği ile kazanılan yemek cennet yemeklerinden daha lezzetli ve
iyidir mi diyorlar” dedi. Cebrail; “Evet” diye cevap verdi. Ondan sonra
Süleyman (a.s.) tövbe edip, zembil örmeye ve onun kazancıyla geçimini sağlamaya
başladı (Eflâkî I 1986: 214), misaliyle etrafındakileri helal kazanca
teşvik ediyordu. Gökten önüne sofra bile inse mevcut zihniyet üretimi ve el
emeğini öne alıyor. Emeksiz yenen yemeğe Allah’ın gönderdiği bir sofrada
melekler eleştirel bakıyor. Bu bakımdan İktisat zihniyeti açısından Orta
zamanlarda öncelenen temel meselenin helal ve hak edilen olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Bir peygamber için bu söz konusu ise kimse için istisna
olamayacaktır. Müslümanlar açısından hiçbir metafizik mana asalak bir yaklaşımı
olumlamayı gerektirmez. Burada Eflakî Dede’nin bu aktarımından bu zihniyet
esasını aşikâr görüyoruz. Bahsedilen bu
esası temellendirmek notasında dinin temel rüknü olan Hz peygamber’e dayanılır.
Mevlânâ, dostlarını ticaret, yazı yazma (hattatlık) veya herhangi bir el emeği
ve alın teri ile geçinmelerini sağlamak için Hz. Peygamber’in, “Gücün yettikçe
istemekten sakın” sözünü yerini getirmeye teşvik etmiş ve buna uymayıp el
açanlardan yevm-i kıyamette yüz çevireceğini buyurmuştu (Eflâkî I 1986: 213). O, helal para kazanmakla meşgul ol ve kanaat
et (Eflâkî I 1986: 154), helal lokmanın senin canında şevki, zevki arttıran ve
seni öteki âlemlere teşvik eden, peygamberlerin ve velilerin yoluna götüren
lokma olduğunu bil (Eflâkî I 1986: 181), Kur’an-ı Mecid’de “Eğer
şükrederseniz nimetinizi arttırırım” (K. 17/7) ayetini okumadın mı? Yani, her
türlü kusurdan arı duru olan Allah şükredenlerin şükrüne fazlasıyla vaatte
bulunmuştur”, “Şükür nimeti avlamak için bir araç, elde bulunan nimeti korumak
için de bir bağdır” sözüyle (Eflâkî I 1986: 167) etrafındakileri çalışmaya,
kazanmaya ancak muhteris olmamaya, elindekilerle iktifa ve şükrü tavsiye ile
bunların mevcut nimeti arttıran birer araç olduğunu ifade etmiştir. Görüleceği
üzere zihniyet ve kültür üretmeyi ve emeği esas alırken dinin temel
kaynaklarını kaynak tutarak dünya görüşü ve zihniyetini ortaya
koymaktadır. Aksarayî’nin “Ömrü servet arkasında koşmakla telef
edersin, bin bir hile ile hazine biriktirirsin; hâlbuki sen o hazinenin başında
sahraya yağan karlar gibisin, birkaç gün oturur, sonra erir gidersin”
sözüyle (Aksarayî 1943: 235) yukarıdaki mülahazaları destekler. İnsanın nurunu ve olgunluğunu arttıran bir
lokma helal kazanılmış lokmadır. Eğer bir lokmanın içinde hile ve kıskançlık
görürsen ve ondan cehalet ve gaflet doğarsa, aşk ve tatlılık helâl lokmadan
doğar. Lokma bir tohumdur, meyvesi düşüncelerdir. Lokma bir denizdir, cevheri
düşüncelerdir. Helâl lokma ruhta, ibadet meyli ve öteki dünyaya gitmek kararı
doğurur. Lokmayı yiyebildiğin kadar ye, fakat kendini dünya işlerine
harcamamaya dikkat et ve mutlaka hikmet yoluna, peygamberlerin ve velilerin
sözlerini dinlemeye harca, yoksa lokma seni yer” (Eflâkî I 1986: 154)
sözüyle adeta ilahi bir şifrenin mesajlarını ruhlara fısıldarken, günümüz
insanına da ciddi uyarılarda bulunur. “Dünya
varlıklarını birer toprak parçası farz et, kimseyle var olmayan servet toprağa
da beraber girmiyor. Bugün dallarını yükseklerde gördüğün ağaçlar, sudan
meydana gelmiş, toprağa karışacaktır.” (Aksarayî 1943: 227) “Sonra
muhakkak ki bu dünya aldanılacak bir yer, geçilecek muvakkat ikametgâhtır;
saadetleri kısırlıklarıyla mukadderdir; sarayları yıkılmaya mahkûm, rüzgârları
öldürücüdür; tatlıları zehirle doludur, orada oturan şüphesiz gidici ve günleri
geçicidir. İkbali gidici bir misafir ve yaz bulutu gibidir veya ziyareti geçici
bir tayftır, yiyecekleri acıdır; tatlı gösterdiği nimetleri zail olucu,
şerbetleri gamlı, tatlıları zehirle yoğrulmuştur” (Turan 1964: 140)
mülahazalarıyla insanlara bir denge nizamı sunmakta, aç olan ve bir avuç
topraktan başka bir şeyle kanaat etmeyen insan gözünü, hayatın hakikatlerine
dikkatleri çekerek tenbihe çalışmaktadır. Bu gayreti “Bir Ârif bir zenginden; “Malı mı yoksa günahı mı seviyorsun?” diye
sordu; Zengin de “Malı seviyorum” dedi. Bunun üzerine Ârif; ”Doğru
söylemiyorsun, belki günah ve vebali daha çok seviyorsun. Çünkü malı bırakıp,
vebal ve günahı ölürken birlikte götürdüğünü ve Allah’ın yanında kınanacağını
görmüyor musun? Eğer ersen, malı günahsız olarak birlikte götürmeye çalış. Eğer
malı seviyorsan, onu kendinden önce Allah’ın yanına gönderirsin, o mal Allah’ın
huzurunda senin için iyi işler yapar, çünkü “Nefsiniz için önce gönderdiğiniz
her hayrı, Allah’ın yanında bulursunuz” (K.73/20) (Eflâkî I 1986: 147)
misalini vererek pekiştirmekte ve bu malın nasıl infak edileceği konusunda
ipuçları vermektedir. Ki “Allah sana iki
şey verdi. Biri servet öteki kılıç (kuvvet); servetle iyilik tohumu ekilebilir,
kılıç ile de halk arasındaki düzensizlikler kaldırılabilir (Aksarayî 1943:
180) mülahazasıyla bu desteklenir.
Din kültürümüzün çok temel
belirleyicilerinden olan bir esasıdır. Kültüre neliğini veren en önemli
kaynaklardandır. İfade etmeye çalıştığımız bu misallerin hepsi, görüleceği
üzere, İslâm’ın temel iktisat, mal, tüccar ve muamele naslarıyla mutabık,
kaynaşan hususiyetler arz etmektedir. Bu ölçülerin ele alınan dönemde de
iktisat felsefesinin esaslarını oluşturduğunu söylemek yanlış olamayacaktır. Ticari
faaliyet işin kendi mantığı ve beynelmilel kurallarıyla işlerken tüccar dediğimiz
özne kendi kültür çevresinde şekillenerek en azından burada gösterilen ölçülere
göre şahsiyetleniyor yahut bu konuda olumlu/olumsuz bir değerlendirmeye tabi
tutuluyordu. Ticari faaliyet söz konusu olduğunda bu unsurun kavram karşılığı
tacirlerdir. Bu manada esnaf” toplulukları ve tacirler şehir iktisadının en
ehemmiyetli köşesi, hatta daha ileri giderek o iktisadın ta kendisidir.
(Ülgener 1961: 33–34)
Bir
toplum ve devlet kendi şehrinde İbn Haldun’un isabetle gösterdiği gibi temel
bazı medeni unsurları kurar ki bunların en temellerinden birisi iktisada ait
olanlardır. Hayatın doğal akışı içerisinden ekonomi bir gerçeklik olarak
insanların dünyasında yer alır. Lakin bunun varlığı genel geçer bir sürekli
iktisat zihniyetini söz konusu kılmaz. Her kültür kendi medeniyet çevresinde
hayat tarzının yani medeniyetinin nasılını belirler. Selçuklular devrine dair
bu zihniyet değerlendirmesi modern telakkilerimizin hatta koyu renk mütedeyyin
olanlar için bile içe doğru tatbiki dile kolay ama eylemeye hayli meşakkatli
bir çerçeveyi gösteriyor. Zira hayatı yönetenler ile aidiyetimizin esasları
arafında bir üçüncü yol terkibi yahut sentezi bulaşamamış mahşer şaşkınları
için bunu aşmak hayli zor görünüyor. Medeniyetimiz diye bir şey varsa buralarda
biraz durup düşünmek gerekiyor.
Vesselam