27 Nisan 2016

Semerkant-Taşkent niçin şehir değildir?

Biz yazılarımızda “Kent” ile “Şehir” kavramlarını ayırdık, ayırıyoruz. Elbette buna itiraz geliyor. Kent'i, gayr-ı İslâmî bir yapılaşma olarak ele alınca, hemen şöyle diyorlar: “Eski Türkler, Semerkant, Taşkent, Çimkent gibi kentler kurmuşlar. Hani Kent Batı'ya ait idi?”

Sonra böyle devam ediyorlar: Kent-Şehir ayrımı literatürde genel kabul görmüş ve üzerinde ittifak edilmiş kavramlaştırmalar değildir. “Bu tür ayrımlar keyfidir.” Bir de şu: “Kent” terimini ötekileştirip, “Şehir” terimini sahiplenmenin ilmi bir geçerliliği yok.

Peki.

“Şehir” terimi Türkçeye hangi kaynaktan girmiştir? Farsçadan. Ne anlama gelir: Kudretin memleketi. “Çalabım bir şar yaratmış.”

Namaz sözcüğü de Farsçadır. Niçin Kur'an'da “salât” olarak geçtiği halde ısrarla “namaz” demekteyiz? Gelelim Oruç kelimesine. “Oruç” da aslen Farsça “rûze”den türemedir. Bu kelimenin Arapçası da “savm” demektir. Farsçasını kullanıyoruz.

Demek ki bir toplum, bazen kullandığı kelimelerde “literatür”den ayrılabiliyor.

Ulema, Kur'an'ın va'z ettiği bir kavram olan “salât” varken beşerî akılla üretilmiş dil-kelime örgüsü içindeki “namaz” kavramını dinîn ubudiyetini işaret etmek için neden kullanıyor?

“Kur'an'da salât vardır, namaz terimi yoktur. Salât; yakarmak, yalvarmak, yardım istemek demektir. Kur'an'da salât'ın şekli yoktur. İsteyen dilediği gibi salât eder” diyen kesimlere karşı ulema, “namaz” kelimesiyle cevap verdi, bir ameli işaret etti. Bunu da Kur'an'dan delillendirdi. Bizim kıldığımız namazı Hz. Meryem de kılmaktaydı:

“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn / Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile kıyam et) ve secde et ve rukû edenlerle birlikte rukû et” (3 Al-î İmran 43).

Demek ki salât; kıyam, rukû ve secdeden oluşan bir “dua – namaz”dır.

İşte biz “Şehir” meselesine de böyle bakıyoruz. “Şehir” kavramını “Kent” kavramına tercih etmekle literatürden ayrıldığımızı düşünmedik. Doğu'da isterse binlerce “Kent” bulunsun. Kent, şehir değildir.

Ahmet Hamdi Tanpınar kitabına “Beş Şehir” yerine “Beş Kent” başlığını koysaydı okuyucunun içine sinecek miydi?

Allah peygamber gönderecek ve gönderdiği peygamberinin şehrini Yunan'ın “polis” yapılaşması, eski Batı'nın “bourg” düzeni, yeni Batı'nın New York'u yapacak öyle mi?

Peki, öyleyse Hz. Peygamber (asv) niçin içinde Kâbe'nin bulunduğu Mekke'den çıkarılmıştır? Mekke'ye dahi “Medine=adalet şehri” denilmemektedir?

Biz yazılarımızda “Kent & Şehir” ayrıştırması yaparak (hatta dikotomi: karşıtlık inşa ederek) aslında Doğu ve Batı'nın “kent”sel oluşumlarından Müslüman zihnini kurtaracak bir yola girdik. Yalnız başımıza bir yürüyüş tuttuk.

“Bu kavramlaştırmanın ilmi bir temeli bulunmuyor” itirazını yapanlara diyoruz ki “Bir sünnet olarak Medine=şehir vardır. Tarih Müslümanların şehir=Medine inşası ile başlamıştır. Müslüman toplumun tarihi şehir kurdukları takdirde bir kıymet arz eder.”

Şehirlerin inşası insanların gündelik hayattaki hürriyet, adalet, emniyet (can, din, akıl, mal, nesil)  ihtiyacını karşılamaktadır. Müslümanların şehri (Medine), nev-i şahsına mahsus bir sistemdir.

Bu sistem içtimaî-dinî aidiyetler üzerinde yükselir: akrabalık (kurb), mahallelilik, komşuluk, cemaat yapıları. Bunlar nostalji değildir.

Bir hane/ev beş bileşenlidir (1. Karı-koca, 2. Dede-nine, 3. Evlatlar, 4. Hizmetçiler ve yakın akrabalar, 5. Üretim araçları). Kırk komşu, bir mahalledir. Mahallenin merkezinde cami değil mescit vardır. Mahallelerin birleşmesinden şehir kurulur. Şehir, yürüme mesafesindedir. Cami ve pazar şehrin merkezindedir. Şehir kadı (mahkeme reisi) tarafından yönetilir. Geciken adalet, adalet değildir.

Bu sistem, zincirleme sorumluluk (müteselsil kefalet ve akile: diyet ödeme) getirir. Zarar, toplumca tazmin edilir. Zarar, yapanın yanına kâr kalmaz. Huzur, iktisadî ve adil bölüşümle sağlanır. Servet, kulun kula kulluk etmesine meydan vermesin diye vakfedilir.

“Şehir” budur.

Peki, tkent” nereden geliyor? Mevlüt Erdem'in “Soğdca, Türkçedeki Soğdca Kelimeler ve Bunların Türkçeye Uyumları” başlıklı makalesinde de geçiyor: “Eski Türkçeye kopyalanan ve günümüze kadar gelen diğer bir Soğdca kelime de kent'tir. Kend kelimesinden kısalmış ken biçimi de yer alır. Kend kelimesi Oğuzlarla Oğuzlara uyanlara göre köy demektir. Kaşgarlı Mahmut'un verdiği köy anlamına Evliya Çelebi de tanıklık eder. Evliya Çelebi Kafkasya'ya ilk gelişinde bu terimin ‘kasaba' anlamına geldiğini söyler. Yirmi yıl sonra tekrar Kafkasya'ya seyahat ettiğinde, Çerkezistan'dan çıkıp Dağıstan'a girerken artık burada da köylere kend dendiğini belirtir. ‘köy, kasaba' anlamıyla kent birçok kaynakta geçer. Tarih alanında (Tapu Tahrir Defterlerinde) köy adlarına kend kelimesinin eklenmesi yaygındır. Örneğin “Kend-i Harab”, “Hacı Kendi” vb. isimler on altıncı yüzyılda kullanılan köy adlarıdır” (Erdem Mevlüt, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 21, s: 65-90, 2014: 78).

Batı'dan gelen “kent (city)” ise sadece Batı'ya has bir yapılaşmadır. Batı'da bir yerleşim alanı büyüklük veya küçüklük gözetilmeksizin eğer içinde katedral varsa kent/city kabul edilirdi. Kent/city sınıflı bir toplumdur, zira ruhbanlar zaten bir sınıftır. Müslüman şehrinde sınıf olmaz. City (kent) içinde yaşayan “Citizen” (vatandaş), “Civis” (sivil) toplumun yani kent toplumunun malikleridir.

İslâm şehirlere hayrat çeşmeleri yaptırmıştı. Müslümanlar hızla kentleşiyor, sebiller nerde?

 

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter