24 Kasım 2020

Şeyh Efendinin Politik Sırrı (15) ZEMHERİ (2)

Babasının sağlığında hiç eve uğramayan,  hatta cenazesine dahi  katılmayan  Kamuran, bir gece geç saatlerde  tekkenin meşrutasında yaşayan annesi ve kız kardeşinin yanına geldi.

Sanki biraz içkili bir vaziyette konuşuyor “Ankara'da bizimkiler iktidara geldiler. Beni de yakında Ankara'da bir büyük göreve getirecekler” diyordu.

Ana kız,  kendi  elleriyle  yabancılaştırdıkları bu adamı şaşkın bir şekilde dinlerken Kamuran ziyaretinin gerçek sebebini izhar ediverdi.

-Fransız kadın beni bir hayli borca soktuktan sonra bıraktı gitti. Bir çok yere borçlandım. Biraz paraya ihtiyacım var. Bana borç  verir misiniz?

İki kadın ne yapacaklarını  şaşırmış bir vaziyette birbirlerine baktılar. Kamuran, annesinin boynuna sarılıp dil dökünce anne yüreği daha fazla dayanamadı ve yegane serveti olan parmağındaki yüzüğü çıkarıp Kamuran'a veriverdi.

Kamuran yüzüğü aldıktan sonra sanki kaçar gibi evi terk etti. Maksat hasıl olmuş, bir  kısım maişetini temin edecek gelire ulaşmıştı.

Tekkenin meşrutasındakiler Kamuran'dan müjdeli haberi beklerken Kamuran bir akşam yine geliverdi. Kılık kıyafeti ve hali iyice değişmiş, sanki bir başka insan olmuştu. Yüzüne bakıyor bakıyor ‘Bu bizim Kamuran mı?” diye tanımaya çalışıyorlardı.

Ana kız, kendi elleriyle  yabancılaştırdıkları bu adamı şaşkın bir şekilde dinlerken Kamuran ziyaretinin gerçek sebebini izhar ediverdi.

-Biraz paraya ihtiyacım var. Bizimkilerin beni Ankara'ya tayini biraz gecikti. Herhalde bu ay  içinde olacakmış. İş oluncaya kadar bana borç  verir misiniz?

İki kadın ne yapacaklarını  şaşırmış bir vaziyette birbirlerine baktılar. Kamuran bu kez ablasının boynuna sarılıp dil dökünce ablası daha fazla dayanamadı ve yegane serveti olan boynundaki kolyeyi çıkarıp Kamuran'a veriverdi.

Tekkenin meşrutasındakiler Kamuran'dan müjdeli haberi beklerken Kamuran bir akşam yine geliverdi. Ankara'ya tayini gecikmişti ve yine para istiyordu.

Kamuran uzun süre dil döküp yalvarsa da  iki kadın verecek bir şeyleri  kalmadığını tekrarlayıp durdular. Dergahların kapatılmasının ardından ellerindeki avuçlarındaki son değerli  eşyaları da satarak bu günlere kadar gelmişlerdi. Artık evde satacak bir şey de kalmamıştı. Hiç bir geliri olmayan bu iki hanım  tekkenin müntesibi olan bir kaç vefalı dervişin yaptığı yardımlarla geçiniyorlardı.

Bu kez bir şey koparamayan Kamuran “Artık geç oldu, bu gece bari burada kalayım” dedi.

Annesi  oğluna sıcak bir çorba yaptı. Onun çocukluğunda kaldığı odadaki yatağını sanki o  günleri yaşıyormuş gibi tekrar hazırladı. Ve Kamuran'ı buyur  etti.

Kamuran gece yarısı yatağından doğruldu. Sessizce babasının kitaplarının olduğu kütüphaneye gitti. Evden para çıkmayınca kafasındaki  diğer planı devreye sokmuştu. Sokak lambasının loş ışığında kütüphanede değerli bir kitap aradı. Eyvah ki  babasının o  ihtişamlı kütüphanesinin yerinde şimdi yeller esiyordu. Umutsuzca sağına soluna bakındı. Kütüphanenin uzak köşesinde bir sandık dikkatini çekti. Son bir umutla sandığın yanına gitti. Heyecanla sandığı açtı ve gözleri  sevinçle parladı. Aradığını sanki bulmuştu. Burada ceylan derisinden bir kaç  cilt kitap, üzeri biraz tozlanmış bir halde  duruyordu. “Şimdilik bir cildini alayım, bakalım ne  kadar edecek?” diyerek kitabın ilk cildini koltuğunun altına gizlemiş  bir vaziyette sessizce tekrar yatağına gitti.

Kamuran'ın sandıkta bulduğu ceylan derisinden bu kitaplar, babasının her pazar ders olarak okuttuğu ve nesiller boyunca dergahta şeyhten şeyhe  ruhani bir miras olarak geçmiş Celaleyn Tefsirinden başkası değildi. Kamuran'ın yanına  aldığı bu ilk cilt de  dahil olmak üzere bütün kitapların üzerinde dersi  okutan Şeyh efendilerin kendi  el yazılarıyla koyduğu işaret ve izahlar yer alıyordu. El yazması tefsir bu haliyle orijinal bir hatıra değeri de taşıyordu.

 

Kamuran, neyi satacağının bile farkında olmadan ertesi sabah soluğu Bayezıt'taki  Sahaflar Çarşısında aldı. Çarşıya girer girmez gözüne kestirdiği en büyük dükkana içinde zor zabt ettiği bir heyecanla girdi.

Sahaflar Şeyhi Halil Efendi yaklaşık 40 yıldır bu işi yapıyordu. Çarşıya kitap getireni, gelen kitabı her haliyle tanır, bilir ve ona göre muamele yapardı. Özellikle dergahların kapatılmasından sonra bu gibi şahıslar ve kitaplar sahaflara çokça gelmeye başlamıştı. O sabah acemi tavırlarla kendisine bu kıymetli kitabı getiren Kamuran'a kibarca “Siz kimlerdensiniz, bu kitap nereden elinize geçti?” dedi.

Kamuran, rahat görünmeye çalışarak “Ben mühendisim, Hasköy'de  havagazı işletmesinde çalışıyorum. Bu kitap bir akrabamdan elime geçti.” Dedi. Halbuki ne zamandır işsiz bir vaziyette idi.

Sahaflar Şeyhi Halil Efendi daha fazla irdelemedi. Kitabın üzerinde bir pazarlık yaptılar ve  Halil Efendi kitabı satın aldı.

Kamuran'ın gitmesinden sonra kitabı dikkatlice inceleyince kitabın Beyoğlu Kadiri Tekkesi'nin demirbaşı olan Celaleyn Tefsiri olduğunu şaşkınlık ve hüzünle anladı.

Sahaflar Şeyhi olayı bir kaç gün araştırınca kitabı getirenin Şeyh Efendinin hayırsız oğlu Kamuran olduğunu anladı. Halil Efendi güngörmüş bir insandı. Önce satın aldığı kitabı “Bu benim mesleğimin sadakası olsun” diyerek İsmail Efendi'nin eşine iade etti.

Daha sonra Darülfünundan tanıdığı ve Ankara'dakilerle yakınlığı olan bir hoca ile konuyu görüştü. Ondan ne zamandır işsiz ve bir hayli borçlu olan Kamuran'ın bir işe konulmasını istirham etti. Kamuran her ne kadar Fransa'da 10 yıl tahsil görmüş olsa da hatta Ankara'dakilere ‘Bizimkiler' diyecek kadar yakınlık hissetse de, Darülfünun hocası, Ankara'dakilerin bir Şeyh Efendinin oğlu olduğu için onu göreve getirmeyeceklerini, ama yine de bir ricacı olacağını söyledi.

İşin erbabı nefeslerini tutmuş beklerken Darülfünun hocası, bir sabah bir müjde ile Sahaflar şeyhine geldi. Ankara'da yüksek bir görevde bulunan eski talebesi özel ricası üzerine Kamuran'ı Kadıköy'deki havagazı işletmesine memur olarak yerleştirme sözü vermişti.

Gerçekten de Ankara'dakiler sözlerini tuttular. Kamuran uzun süren Batı medeniyetine ve değerlerine yolculuk macerası, Kadıköy'deki havagazı işletmesinde sona ermişti.