23 Aralık 2020

​Şeyh Efendinin Politik Sırrı (17)

SIRLAR, ORTAYA SAVRULDUĞUNDA…

 

Malkoçoğlu Cüneyt Bey, bütün gençliği serhatlerde geçmiş bir akıncı çavuşu idi. Saraylarda yaşamak,  sarayda bir önemli devlet makamında görev almak, Malkoçoğlu Cüneyt Bey'in gençliğinden beri hayallerini süsleyen bir arzuydu.

Hal böyle iken Balkan topraklarındaki bir savaş yenilgisinin ardından ‘orduyu iyi idare edemiyor’ diye padişah aleyhinde uluorta konuşmaya başlamış, tam cezalandırılacak iken  eski sadrazamlardan birinin himayesine girerek canını zor kurtarmıştı.

Padişahın bu eski sadrazama özel bir muhabbeti vardı. Padişah Ona olan sevgisinden dolayı kendisine bir dönem baş kaldırmış Malkoçoğlu Cüneyt Bey’i bir  ululuk göstererek sarayda Bostancıbaşı yapmıştı.

Malkoçoğlu Cüneyt Bey akıncılık günlerinde İstanbul'da Zahidliği ile meşhur bir şeyh efendiye de intisab etmişti. Gençlik çağlarında her sefer öncesi hayır duasını aldığı bu veli zattan ve Onun ‘rahle-i tedrisinden’ hep hayırla bahsederdi.

Bostancıbaşı olup sarayda o görkemli odasına kurulduğu gün şeyhinin dervişlerinden biri şeyhin selamı ile birlikte bir hediye getirdi. Malkoçoğlu Cüneyt Bey  derviş gittikten sonra hediye paketini  açtı. Paketten çıkan, kenarları sedefle süslü, sade ama çok zarif bir aynaydı.

Aynanın köşesine bir zarf sıkıştırılmıştı. Malkoçoğlu Cüneyt Bey zarfı açınca Şeyh Efendinin el yazısı ile yazılmış bir not ile karşılaştı. Notta, "Dünya hoştur amma/ Akıbet mevt olmasa" şeklinde bir şiir yazıyor sonra da şöyle devam ediyordu: Sakın kendini dünyanın ve dünya işlerinin zevk ü sefasına kaptırma! Karıncanın Hazreti Süleyman’a nasihatini unutma! Sakın ha gönül kırma! Bütün mesele ‘kendin olup kendin kalmak’tır. Bunun için  gayret et. Her akşam  saraydaki odandan çıkıp eve gitmeden önce bu aynada kendine bir bak! Bu aynanın karşısında  yaşadığın günün muhasebesini yap. Sakın muhasebelerini biriktirme.

* * * * *

Fakat saraydaki hayat o kadar hızlı başlamıştı ki Malkoçoğlu Cüneyt Bey aynayı  astığı yerde  çoktan unutmuştu. Bir yandan Bostancıbaşılığın getirdiği konforlu hayat, bir yandan sarayda  yaşamanın  verdiği keyif,  bir yandan insanlara hükmetmenin verdiği zapt edilmez haz, onu her gün aynadan bir fersah daha uzaklaştırıyordu.

Sefer günlerinde yaşadığı ızdırapları çoktan unuttuğu gibi, eski  sefer arkadaşlarının kendisine ulaştırdığı dert ve nasihatler de artık pek ilgisini çekmiyordu.

Bir zevk ü sefa  kasırgası içerisinde oradan oraya koştururken bir gün saraydaki makam odasında feci bir karın ağrısı onu kendine getirdi. İçtiği ilaçlar ve Sarayın hekiminin yaptığı müdahale de karın ağrısını geçirmeyince istirahat etmek üzere eve gitmek için atlarını hazırlattı. Tam odadan çıkarken  gözü birden şeyhinden hediye gelen aynaya ilişti. İçini birden ruhani bir korku kapladı. "Eyvah ben bu aynayı çoktan unutmuşum. Bu aynada muhasebelerim birikmiştir” diye kendi kendine hayıflandı. Tam odadan çıkacakken “Çektiğim karın ağrısından sonra şu yüzümün halini burada bir göreyim” dedi.

Malkoçoğlu Cüneyt Bey aynanın karşısına geçince garip bir şey oldu. Aynada önce kendisinin gerçek yüzünü gördü. Sonra kendi görüntüsü kayboldu, sanki bir tiyatro sahnesinin perdesi açılır gibi bir perde açıldı. Perde açılınca, kendinden önceki Bostancıbaşının bu makam odasında yaptıklarını ve yaşadıklarını sanki bir sinema filminde görür gibi görmeye başladı.

Birinci sahnede; eski Bostancıbaşı, Hariciye Kethüdası ile birlikte Frenk memleketlerine yapacakları seyahatlerin planlamasını yapıyordu. Eski Bostancıbaşı kendi kendine “Frenk memleketlerine çeşitli vesilelerle bol bol ziyaretler düzenlerim. Bol miktarda yol bahşişi ve hediyeler toplarım” diyordu.

Sonra birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı bu kez cellat başıyla birlikte sarayda görevlerine son verilecek seyislerin ve bahçıvanların planlamasını yapıyordu.

Sonra birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı bu kez Hazine görevlisi ile faizle borç almak için saraya başvuranların halini görüşüyordu. Eski Bostancıbaşı “Bu adamlara faizli borç verilmesine yardımcı olalım. Böylece padişahın gözüne girmiş oluruz” diyordu. Daha sonra da faizli para talep eden bu kişilerin kolayca faiz almalarının uygun olduğuna dair karar yazdırıyor ve bu kararı ülkenin her yerine dağıtıyordu.

Sonra birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı çok perişan bir vaziyette makam odasında acılar içinde kıvranıyordu. 

Eski Bostancıbaşı “Ellerim kırılsaydı da ben bu işleri yapmasaydım. Üç günlük dünyanın zevk ü sefasına kendimi çok kaptırdım. Makamımda dertlilerin derdiyle ilgilenmek yerine bir sürü Frengistan seyahatlerinde devletin zamanını ve  paralarını harcadım. Zavallı masum insanları işinden ettim. İnsanların faiz almalarına yardımcı olarak haram işledim. Keşke Ellerim kırılsaydı da bunları yapmasaydım. Keşke Şeyh Efendinin bana yaptığı uyarıyı dinleseydim” diye ağlıyordu

Malkoçoğlu Cüneyt Bey, birden olduğu yere yığıldı kaldı. Çünkü kendisi de bunların hepsini aynen yapmıştı.

Makam odasının kapısına onu almak için gelen  saray seyisi onun bu halini görünce boynunu büküp “Efendim eski seyisler size gece gündüz beddua ediyorlar. Ancak siz kimsenin uyarısına kulak asmadınız” dedi

Ne var ki Malkoçoğlu Cüneyt Bey’in ruhu ve kalbi bu anlamda gelen mesajlara artık açık değildi. Aynada ‘gerçek yüzünü’ görmeyi kabullenemedi. Hışımla Cellatbaşını çağırdı. Duvardaki şeyhi tarafından gönderilen aynayı göstererek öfkeyle “Kır bu aynayı” dedi.

Cellatbaşının elinden hiç düşürmediği bir gürzü vardı. Zaten aynayı getirdiği ilk günden beri dervişten de bu aynadan da hiç hoşlanmamıştı. Uzun bir zamandır adeta bu anı bekliyordu. Öfke ile gürzü aynaya vurdu. Ayna paramparça olup makam odasına dağıldı. Ayna kırılınca iki kafadar birden rahatladılar, keyif içerisinde birbirlerine baktılar.

Sonra temizlik görevlisini çağırdılar. Görevli odayı bu halde görünce hiş şaşırmadı. Sanki bu temizliği daha önce yapmış gibi odayı güzelce temizledi. Aynanın camlarını bir torbaya doldurdu ve sarayın çöplüğüne  götürüp attı.

Birkaç dakika sonra sarayın çöplüğüne, aynayı saraya getiren derviş yaklaştı. Çöpten torbayı dikkatlice aldı. “Şimdiki devletlülere de ayna dayanmıyor” diyerek torbayı özenle yere döktü. Sonra besmele çekerek sanki bir oyunun parçalarını birleştirir gibi birkaç dakika içerisinde aynayı toparlayarak eski haline getirdi.

Bostancıbaşı Cüneyt Bey ve Cellatbaşı, aynadan kurtulmuş olmanın keyfiyle makam odasında zencefilli çaylarını yudumlarken, derviş, ‘görevi bitmiş aynayı’ sanki bir arkadaş gibi omuzlayarak ruhani adımlarla dergaha doğru yürüdü.