Şeyh Efendinin Politik Sırrı (17)
SIRLAR, ORTAYA SAVRULDUĞUNDA…
Malkoçoğlu
Cüneyt Bey, bütün gençliği serhatlerde geçmiş bir akıncı çavuşu idi. Saraylarda
yaşamak, sarayda bir önemli devlet
makamında görev almak, Malkoçoğlu Cüneyt Bey'in gençliğinden beri hayallerini
süsleyen bir arzuydu.
Hal
böyle iken Balkan topraklarındaki bir savaş yenilgisinin ardından ‘orduyu iyi
idare edemiyor’ diye padişah aleyhinde uluorta konuşmaya başlamış, tam
cezalandırılacak iken eski
sadrazamlardan birinin himayesine girerek canını zor kurtarmıştı.
Padişahın
bu eski sadrazama özel bir muhabbeti vardı. Padişah Ona olan sevgisinden dolayı
kendisine bir dönem baş kaldırmış Malkoçoğlu Cüneyt Bey’i bir ululuk göstererek sarayda Bostancıbaşı
yapmıştı.
Malkoçoğlu
Cüneyt Bey akıncılık günlerinde İstanbul'da Zahidliği ile meşhur bir şeyh
efendiye de intisab etmişti. Gençlik çağlarında her sefer öncesi hayır duasını
aldığı bu veli zattan ve Onun ‘rahle-i tedrisinden’ hep hayırla bahsederdi.
Bostancıbaşı
olup sarayda o görkemli odasına kurulduğu gün şeyhinin dervişlerinden biri
şeyhin selamı ile birlikte bir hediye getirdi. Malkoçoğlu Cüneyt Bey derviş gittikten sonra hediye paketini açtı. Paketten çıkan, kenarları sedefle
süslü, sade ama çok zarif bir aynaydı.
Aynanın
köşesine bir zarf sıkıştırılmıştı. Malkoçoğlu Cüneyt Bey zarfı açınca Şeyh
Efendinin el yazısı ile yazılmış bir not ile karşılaştı. Notta, "Dünya hoştur amma/ Akıbet mevt olmasa"
şeklinde bir şiir yazıyor sonra da şöyle devam ediyordu: Sakın kendini dünyanın
ve dünya işlerinin zevk ü sefasına kaptırma! Karıncanın Hazreti Süleyman’a nasihatini unutma! Sakın ha gönül kırma!
Bütün mesele ‘kendin olup kendin kalmak’tır. Bunun için gayret et. Her akşam saraydaki odandan çıkıp eve gitmeden önce bu
aynada kendine bir bak! Bu aynanın karşısında
yaşadığın günün muhasebesini yap. Sakın muhasebelerini biriktirme.
* * * *
*
Fakat
saraydaki hayat o kadar hızlı başlamıştı ki Malkoçoğlu Cüneyt Bey aynayı astığı yerde
çoktan unutmuştu. Bir yandan Bostancıbaşılığın getirdiği konforlu hayat,
bir yandan sarayda yaşamanın verdiği keyif, bir yandan insanlara hükmetmenin verdiği zapt
edilmez haz, onu her gün aynadan bir fersah daha uzaklaştırıyordu.
Sefer günlerinde yaşadığı
ızdırapları çoktan unuttuğu gibi, eski
sefer arkadaşlarının kendisine ulaştırdığı dert ve nasihatler de artık
pek ilgisini çekmiyordu.
Bir
zevk ü sefa kasırgası içerisinde oradan
oraya koştururken bir gün saraydaki makam odasında feci bir karın ağrısı onu
kendine getirdi. İçtiği ilaçlar ve Sarayın hekiminin yaptığı müdahale de karın
ağrısını geçirmeyince istirahat etmek üzere eve gitmek için atlarını
hazırlattı. Tam odadan çıkarken gözü
birden şeyhinden hediye gelen aynaya ilişti. İçini birden ruhani bir korku
kapladı. "Eyvah ben bu aynayı çoktan unutmuşum. Bu aynada muhasebelerim
birikmiştir” diye kendi kendine hayıflandı. Tam odadan çıkacakken “Çektiğim
karın ağrısından sonra şu yüzümün halini burada bir göreyim” dedi.
Malkoçoğlu
Cüneyt Bey aynanın karşısına geçince garip bir şey oldu. Aynada önce kendisinin
gerçek yüzünü gördü. Sonra kendi görüntüsü kayboldu, sanki bir tiyatro
sahnesinin perdesi açılır gibi bir perde açıldı. Perde açılınca, kendinden
önceki Bostancıbaşının bu makam odasında yaptıklarını ve yaşadıklarını sanki
bir sinema filminde görür gibi görmeye başladı.
Birinci
sahnede; eski Bostancıbaşı, Hariciye Kethüdası ile birlikte Frenk
memleketlerine yapacakları seyahatlerin planlamasını yapıyordu. Eski Bostancıbaşı
kendi kendine “Frenk memleketlerine çeşitli vesilelerle bol bol ziyaretler
düzenlerim. Bol miktarda yol bahşişi ve hediyeler toplarım” diyordu.
Sonra
birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı bu kez cellat başıyla birlikte
sarayda görevlerine son verilecek seyislerin ve bahçıvanların planlamasını
yapıyordu.
Sonra
birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı bu kez Hazine görevlisi ile
faizle borç almak için saraya başvuranların halini görüşüyordu. Eski Bostancıbaşı
“Bu adamlara faizli borç verilmesine yardımcı olalım. Böylece padişahın gözüne
girmiş oluruz” diyordu. Daha sonra da faizli para talep eden bu kişilerin
kolayca faiz almalarının uygun olduğuna dair karar yazdırıyor ve bu kararı
ülkenin her yerine dağıtıyordu.
Sonra
birden perde açılıp kapandı. Eski Bostancıbaşı çok perişan bir vaziyette makam
odasında acılar içinde kıvranıyordu.
Eski Bostancıbaşı
“Ellerim kırılsaydı da ben bu işleri yapmasaydım. Üç günlük dünyanın zevk ü
sefasına kendimi çok kaptırdım. Makamımda dertlilerin derdiyle ilgilenmek
yerine bir sürü Frengistan seyahatlerinde devletin zamanını ve paralarını harcadım. Zavallı masum insanları
işinden ettim. İnsanların faiz almalarına yardımcı olarak haram işledim. Keşke
Ellerim kırılsaydı da bunları yapmasaydım. Keşke Şeyh Efendinin bana yaptığı
uyarıyı dinleseydim” diye ağlıyordu
Malkoçoğlu Cüneyt Bey,
birden olduğu yere yığıldı kaldı. Çünkü kendisi de bunların hepsini aynen
yapmıştı.
Makam
odasının kapısına onu almak için gelen
saray seyisi onun bu halini görünce boynunu büküp “Efendim eski seyisler
size gece gündüz beddua ediyorlar. Ancak siz kimsenin uyarısına kulak
asmadınız” dedi
Ne var ki Malkoçoğlu Cüneyt
Bey’in ruhu ve kalbi bu anlamda gelen mesajlara artık açık değildi. Aynada
‘gerçek yüzünü’ görmeyi kabullenemedi. Hışımla Cellatbaşını çağırdı. Duvardaki
şeyhi tarafından gönderilen aynayı göstererek öfkeyle “Kır bu aynayı” dedi.
Cellatbaşının
elinden hiç düşürmediği bir gürzü vardı. Zaten aynayı getirdiği ilk günden beri
dervişten de bu aynadan da hiç hoşlanmamıştı. Uzun bir zamandır adeta bu anı
bekliyordu. Öfke ile gürzü aynaya vurdu. Ayna paramparça olup makam odasına
dağıldı. Ayna kırılınca iki kafadar birden rahatladılar, keyif içerisinde
birbirlerine baktılar.
Sonra
temizlik görevlisini çağırdılar. Görevli odayı bu halde görünce hiş şaşırmadı. Sanki bu temizliği daha önce yapmış gibi
odayı güzelce temizledi. Aynanın camlarını bir torbaya doldurdu ve sarayın
çöplüğüne götürüp attı.
Birkaç
dakika sonra sarayın çöplüğüne, aynayı saraya getiren derviş yaklaştı. Çöpten
torbayı dikkatlice aldı. “Şimdiki
devletlülere de ayna dayanmıyor” diyerek torbayı özenle yere döktü. Sonra
besmele çekerek sanki bir oyunun parçalarını birleştirir gibi birkaç dakika
içerisinde aynayı toparlayarak eski haline getirdi.
Bostancıbaşı Cüneyt Bey ve Cellatbaşı, aynadan kurtulmuş olmanın keyfiyle makam odasında zencefilli çaylarını yudumlarken, derviş, ‘görevi bitmiş aynayı’ sanki bir arkadaş gibi omuzlayarak ruhani adımlarla dergaha doğru yürüdü.